ŞEMSETTİN'İN ŞEY'İ
Bala
Merkez Camiinin inşaatı devam ederken yeni atanan Müftü Ercan Bey ilk
zamanlarda benimle iyi geçinse de Belediye Başkanı Selahattin'in yalan ve
kışkırtması ve onun isteği doğrultusunda Diyanet Vakfı Şubesinin gelirlerinin
bir kısmını başkanın adamlarına peşkeş çekmesi ve bana tavır alması, özellikle
de kayıp makbuz olayında tartıştıktan sonra aramız iyice açılmış, ben Ercan Bey
değil Allah için bu işi yaptığımdan hiçbirşey olmamış gibi memurluğumun yanında
Diyanet Vakfı Muhasipliği işimi yapmaya devam ediyordum.
Birgün
yine Cami ve Vakıf işi için Ankara'da gelip daireye çıkmak isterken o zaman
Kesikköprü kasabası imamı Eyüp Hoca ile Caminin verdivenleri dibinde
karşılaştım. Hoca sıkıntılı ve üzgün görünüyordu. Selamlaşıp tokalaştıktan
sonra sordum:
-Hayrola
Hocam!. Çok üzgün görünüyorsun?
Bana
Müftü Bey'in kendisini çağırdığını, yüklü miktarda makbuz verdiğini, bunları
satmasını istediğini, oysa kendisinin Kesikköprü Camisinin tadilatının devam ettiğini
söyledi.
-Benim
Cami için bir sürü işlerim ve borçlarım var. Ben cemaatime bunları nasıl
söylerim, bu makbuzları nasıl satarım? diye üzülüyormuş.
Ben
Hoca'ya:
-Benim
Annemin babası varmış, adı Halil, mahlası da Halilcioğlu imiş, çok iyi saz çalarmış.
Annem iki yaşında iken Askere gitmiş, Kafkas Cephesinde Şehit olmuş. Onun
babası da köydeki okulda Hoca olduğu için
geriye bu lafı kalmış. Kendisine:
-Baban
Hoca! sende saz çalıyorsun!, bu oluyormu? diye sorduklarında;
-Şey'imi
keserler mi? diye sorar:
-Kesmezler!
cevabını da alınca:
-Hiç
mesele değil öyleyse! der, kendisine laf atmaya çalışanlara da aldırmadan
sazını çalmaya devam edermiş, diye anlattıktan sonra:
-Hocam
biz seni tanıyor, hizmetlerini de biliyoruz. Biz Ercan bey için değil, Allah
için çalışıyoruz. Sen şimdi vargit. Ben sana telefon ettiğimde de makbuzları
bana gönder, gerisine karışma! Nasıl olsa o makbuzlar bana gelecek. Ercan Bey'e
hesabı ben veririm. Ercan Bey'in senin Şey'ini kesmeye gücü yetmez merak etme!
Ben
böyle söyleyince gülerek gitti. Gerçek hayatta hiçbir şey güllük gülistanlık
değildi. Birçok eser büyük uğraş ve sıkıntılarla meydana geliyordu. Her işinde
kendine göre bir zorluğu vardı.
Eyüp
hoca Konyalı idi. Süleyman Efendi Cemaatinde okumuş, Bala köylerinde uzun süre
Fahri İmamlık yapmış, daha sonra Süleyman Efendi Cemaatinden ayrılarak dışardan
Ortokul ve İmam-Hatip Lisesi diploması alarak 1997 yılında kadrolu İmam olarak
çalışmaya başlamış, ufak tefek, minyon tipli ve güleryüzlü bir arkadaştı.
Kendisiyle aile dostu olmuş, birbirimize gelir giderdik. Kendisine Fahri
hizmetlerini Mahkemeye ver, Kanun varken borçlanarak hizmetine saydır, daha
erken Emekli olursun! diye söylerdim. Kendiside güleyüzle beni geçiştirirdi.
Kendisini
gönderdikten bir-iki hafta sonra aradım. Makbuzları bana göndermesini istedim.
Ankara'da yine yüklü bir yardım almış, makbuzunu da daha sonra vereceğim için
Eyüp Hoca'ya Ercan Bey'in verdiği makbuzları alarak bu makbuzlardan vermiş,
Ercan Bey'de bunun Eyüp Hoca'nın makbuzlarının bedeli olduğunu söylemiş ve
meseleyi kapatmıştım.
Benim
Dedemle ilgili hikayem Eyüp Hoca'nın hoşuna gitmiş olmalı ki bunu zaman zaman
anlatır, fakat kendisi adına söylemez,
o zaman beş altı yaşında olan oğlu Şemsettin'in üzerine söyleyerek
anlatır:
-Şemsettin'in
Şey'ini kesemezler! diye bitirirdi.
Ben
2004 yılında oğlum kaza geçirdikten sonra 2007 yılında Ankara'da ayrıldım.
Kendisi de bir süre sonra Kesikköprü de ayrılmış. Ankara'da iken Almanya'ya Din Görevlisi olarak gitmiş.
Almaya'dan döndükten sonra hastalanmış. Kan kanseri olduğunu öğrenmiş. Tedavi
görmeye başlamış. Geçen yıl arkadaşlardan bunu öğrenince aradım. Hastanede
yatıyordu. Biraz zor konuşuyordu. Beni sesimden hemen tanıdı. Bana:
-Hocam
senin sözün şimdi gerçek oldu. O zaman seni dinleyip Fahri hizmetlerimi
saydırsaydım, şimi emekliydim. Artık pişmanım. diyordu.
Uzun
süre Raporlu olarak bulunmuş. Beni geçen hafta aradığında İlik Nakli yaptırmış,
Hastanede yatıyordu.
Bense;
Ankara'da ayrıldıktan sonra, oğlumun kazasında bana yardım etmeyen, verdiği
sözü de tutmayan Diyanet yetkilileri ile, başkasından çocuk doğuran bir kadının
şikayetiyle; Diyanet Vakfı Genel Merkezinin yazısıyla bizzat dosyasını benim
hazırlayarak aldığım, karşılığında mahkeme bitimi ödeme sözü verdiğim yardım
senetlerim, benim hazırladığım yardım dosyası ayrılırkan taslim ettiğim memurun
sözüyle Diyanetten iki müfettiş tarafından alınmış, bana da böyle bir yazı ve
dosyanın olmadığına dair Bala Kaymakamlığı imzalı resmi yazı gönderilmişti.
Bende
konuyu Mahkemeye taşıdım. Uzun uğraştan sonra Anayasa Mahkemesi Yetkisizlik
Kararı verdi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Türkiye'de davanın tam olarak
sonuçlanmadığını gerekçe gösterek isteğimi reddetti.
Oğlumun
Kazası, Tedavisi, Mahkemesi derken araya birde "Diyanet'in
Dinsizleri" girmiş, tüm bunlarla uğraşırken de çalışırken tedavisini
gördüğüm böbreklerimi kaybetmiş ve Diyaliz hastası olmuştum. Haftada üç gün
Diyalize giriyordum.
Türkiye'de
ise işler iyice karıştı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin reddettiği dosya üç
dava dosyasına dönüştü. Üçü de Anayasa Mahkemesine gönderildi. Başkan'ın dahil
olduğu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı dosyası Anayasa Mahkemesinde yine
Yetkisizlik Kararı ile sonuçlanırken, Akçaabat ve Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı
dosyaları halen Anayasa Mahkemesinde devam ediyor.
Bu
arada Türkiye'de bir Paralel Yapı kavgası başladı. Benim mahkemelik olduğum ve
bana iftira atan Din adamlarından iki tanesi Erzurumlu, paralel yapının başı
olarak görülen Fethullah Gülen'in çakallarından olduğundan müracaatım üzerine
bu defa da Başbakanlık tarafından Paralel Yapı soruşturması başlatıldı, daha
henüz sonuçlanmadı.
Bakalım bu davalar nasıl sonuçlanacak. Benim
açımdan nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın kazanan Ben'im. Eğer dava benim lehime
sonuçlanırsa istediğimi almış olurum. Yok, benim aleyhime sonuçlanırsa, ben
kaybedersen benim için çokçok daha iyi olur. Zira Ben Müslümanım! diyen
kişilerin Dini ve Allah'ı bırakarak Laik kanunlar arkasına saklanması onları
Dininden ve İmamından eder ki bu benim için enbüyük başarıdır. Yarın Allah'ın
huzuruna çıktığımızda hesap günü geldiğinde İlahi Adalet tecelli edecek, bana
zulmeden sözde Müslümanlar savunduklarnı iddia ettikleri İslam'ın kendilerini
yalan ve dolanları yüzünden Münafık olarak nitelediğini göreceklerdir.
Aslında
ben İslahiye'deki Kasada duran parayı yemekten açığa alınma iftirasından sonra
Diyanetten ve Din Adamlarından hiçbir beklentisi olmayan, Diyanetten ayrılmak
için her yolu deneyen ama başaramayan, bu yüzden nokta kadar menfaat için
virgül gibi eğilmeyen biri olarak, karşısında eğilip herşeyine Pekiyi Efendim
diyenleri isteyen Amirlerle hiç anlaşamadım. Buna en büyük örnekte eski Adana
Müftüsü Süleyman Tekin'in oğlu Nurdağı Müftüsü Ramazan Tekin. Anayasa Mahkemesinde İftiracı olarak
yargılanıyor. Eski İslahiye Müftüsü Ali Yazıcı. Kendisi ve kendisini koruyan
Hatay Müftüsü ve personeli. Anayasa'da İftiracı ve iftiracıyı koruyanlar olarak
yargılanıyor.
Eski
Bala Müftüsü Ercan Eser'in isteğiyle ve çakalı Şef Muharrem Küçükşahin'in
şikayet dilekçesi, bu iftiranın Ercan Bey'in kapı komşusu eski Personel Dairesi
Başkanı Hasan Demirbağ'ın Sicilime koyduğu iftira yazısı ile ve başkasından
çocuk doğuran bir kadının yalan şikayeti ile verdikleri sözü tutmak bir yana
İftira ile beni İcra'ya veren Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ise
Başbakan'ın eteğinin altına, pardon Allah'ın kanununu bırakıp medeni kanunun
arkasına saklandığı için yargılanamıyor. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez
hakkında Anayasa Mahkemesinde üç defa Yetkisizlik kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindende Red
Kararı aldıktan sonra bu kararları Cumhurbaşkanına gönderdim ve bu iftiralar
çözülmediği sürece Diyanet İşleri Başkanının benim için İftira İşleri Başkanı
olacağını ve hatıratıma da tüm bunların belgesinin konacağını belirttim.
Sayın
Cumhurbaşkanına Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in lakabı olan
"Erbakan Militanı" sahibi sayın Necmettin Erbakan'ın 5. kuşakta
Soyumla birleştiğinin Arşiv Belgesini de gönderdim.
Tüm
bunları yapmama gelince: 1990 yılında Din görevlisi olarak HAC görevim çıkmış,
sevinçli bir günümde "Müslümanlar Aptal Değildir." diyerek uyanmış,
bu rüyada gördüğüm gibi o yıl değil, on yıl sonra hacca gitmiştim.
Bu
rüyadan sonra yaşadıklarım bana başta Kardeşlerim, Diyanet İşleri Başkanı ve
Yöneticileri olmak üzere "EN APTAL" kesimin "BEN
MÜSLÜMANIM" diyenler olduğunu en acı bir şekilde öğretmişti.
İslahiye'de
Ali Yazıcı'yı vurmak istediğim gün bu
rüya tekrarlanmış, sabah daireye geldiğimde Ali Yazıcı hiç gelmediği odama
gelip yamuk ağzıyla kekeleyerek:
-Sen..,
sen.., sen hayvansın! diye hakarette bulunup çekip gitmişti. Bende kendisine
geceki rüyayı hatırlatmak istemiş sonra vazgeçmiş, kem söz sahibine aittir
diyerek olanları zamanın akışına bırakmıştım. O zaman onun bu hakaretinde
yalakası Ahmet Çin dahi rahatsız olmuş, beni teselli etmeye kalkmıştı.
Bu
günse gelinen nokta: Ali Yazıcı ve başta edendisi fethullah Gülen ve ona yardım
eden sözde Din ve Diyanet adamlarının aslında Dininin ve Diyanetinin
olmadığını, Dindar Müslümanları kendi süfli emellerine alet eden Kur'an'ın
tarifiyle "HAYVANDAN DA
AŞAĞI" birer Mahluk oldukları ortaya çıkmış durumdadır.
Türkiye'yi
bırakıp diğer İslam Ülkelerine baktığımızda ise durum daha da vahimdir. Dini
Süfli Emellerine alet eden yöneticiler sayesinde her yer Kan gölüne dönmüş
durumdadır. Bu ülkeninde diğer İslam Ülkeleri gibi kangölü olması için herşey
yapılmaktan çekinilmemektedir. Bizim ülkemizin örnek aldığı Batı Hristiyan
Dünyası ise İslamı tek düşman olarak görmekte ve tanımlamaktadır. Buna rağmen
Ben Müslümanım diyen Aptal İdareciler Batıyı örnek almak için, batının her
isteğine boyun eğmektedirler.
Ben
hayatım boyunca Dedem'in bu 'Şey'imi Kesemezler" sözünü örnek alarak ve
hiçbirşeyden korkmayarak işimi yaptığım için hiçkimse beni işimi yapamamakla
suçlayamadı. Bana doğrulukla zarar veremeyenler hep arkamda yalan ve
iftiralarla saldırdılarsa da zaman benden yana oldu. Attıkları iftiralar daha
dünyada iken önlerine kondu. Ahiret Hesabı da ayrıca görülecektir.
Zaman
bana şunu çok iyi öğretti ki: Peygamberimiz Efendimiz'in de buyurduğu gibi:
"Din gariptir." Ve
Garip kalacaktır.
Ama
Şemsettin'in Şey'ini kesmeye kimsenin gücü yetmeyecek, herkes yaptığının
hesabını mutlaka birgün verecektir.
Eyüp
Hoca kardeşime de Allah'tan Eyüp Peygamber sabrı ve Acil Şifalar diliyorum.
Allah Sabrını ve Mükafatını
artırsın, Günahlarını affetsin. Çektiği sıkıntı da kefareti olsun .
Nisan 2015
Mustafa DEMİR
OSMANİYE