3 Nisan 2015 Cuma

ŞEMSETTİN'İN ŞEY'İ


ŞEMSETTİN'İN ŞEY'İ

            Bala Merkez Camiinin inşaatı devam ederken yeni atanan Müftü Ercan Bey ilk zamanlarda benimle iyi geçinse de Belediye Başkanı Selahattin'in yalan ve kışkırtması ve onun isteği doğrultusunda Diyanet Vakfı Şubesinin gelirlerinin bir kısmını başkanın adamlarına peşkeş çekmesi ve bana tavır alması, özellikle de kayıp makbuz olayında tartıştıktan sonra aramız iyice açılmış, ben Ercan Bey değil Allah için bu işi yaptığımdan hiçbirşey olmamış gibi memurluğumun yanında Diyanet Vakfı Muhasipliği işimi yapmaya devam ediyordum.

            Birgün yine Cami ve Vakıf işi için Ankara'da gelip daireye çıkmak isterken o zaman Kesikköprü kasabası imamı Eyüp Hoca ile Caminin verdivenleri dibinde karşılaştım. Hoca sıkıntılı ve üzgün görünüyordu. Selamlaşıp tokalaştıktan sonra sordum:

            -Hayrola Hocam!. Çok üzgün görünüyorsun?

            Bana Müftü Bey'in kendisini çağırdığını, yüklü miktarda makbuz verdiğini, bunları satmasını istediğini, oysa kendisinin Kesikköprü Camisinin tadilatının devam ettiğini söyledi.

            -Benim Cami için bir sürü işlerim ve borçlarım var. Ben cemaatime bunları nasıl söylerim, bu makbuzları nasıl satarım? diye üzülüyormuş.

            Ben Hoca'ya:

            -Benim Annemin babası varmış, adı Halil, mahlası da Halilcioğlu imiş, çok iyi saz çalarmış. Annem iki yaşında iken Askere gitmiş, Kafkas Cephesinde Şehit olmuş. Onun babası da köydeki okulda Hoca olduğu için  geriye bu lafı kalmış. Kendisine:

            -Baban Hoca! sende saz çalıyorsun!, bu oluyormu? diye sorduklarında;

            -Şey'imi keserler mi? diye sorar:

            -Kesmezler! cevabını da alınca:

            -Hiç mesele değil öyleyse! der, kendisine laf atmaya çalışanlara da aldırmadan sazını çalmaya devam edermiş, diye anlattıktan sonra:

            -Hocam biz seni tanıyor, hizmetlerini de biliyoruz. Biz Ercan bey için değil, Allah için çalışıyoruz. Sen şimdi vargit. Ben sana telefon ettiğimde de makbuzları bana gönder, gerisine karışma! Nasıl olsa o makbuzlar bana gelecek. Ercan Bey'e hesabı ben veririm. Ercan Bey'in senin Şey'ini kesmeye gücü yetmez merak etme!

            Ben böyle söyleyince gülerek gitti. Gerçek hayatta hiçbir şey güllük gülistanlık değildi. Birçok eser büyük uğraş ve sıkıntılarla meydana geliyordu. Her işinde kendine göre bir zorluğu vardı.

            Eyüp hoca Konyalı idi. Süleyman Efendi Cemaatinde okumuş, Bala köylerinde uzun süre Fahri İmamlık yapmış, daha sonra Süleyman Efendi Cemaatinden ayrılarak dışardan Ortokul ve İmam-Hatip Lisesi diploması alarak 1997 yılında kadrolu İmam olarak çalışmaya başlamış, ufak tefek, minyon tipli ve güleryüzlü bir arkadaştı. Kendisiyle aile dostu olmuş, birbirimize gelir giderdik. Kendisine Fahri hizmetlerini Mahkemeye ver, Kanun varken borçlanarak hizmetine saydır, daha erken Emekli olursun! diye söylerdim. Kendiside güleyüzle beni geçiştirirdi.

            Kendisini gönderdikten bir-iki hafta sonra aradım. Makbuzları bana göndermesini istedim. Ankara'da yine yüklü bir yardım almış, makbuzunu da daha sonra vereceğim için Eyüp Hoca'ya Ercan Bey'in verdiği makbuzları alarak bu makbuzlardan vermiş, Ercan Bey'de bunun Eyüp Hoca'nın makbuzlarının bedeli olduğunu söylemiş ve meseleyi kapatmıştım.

            Benim Dedemle ilgili hikayem Eyüp Hoca'nın hoşuna gitmiş olmalı ki bunu zaman zaman anlatır, fakat kendisi adına söylemez,  o zaman beş altı yaşında olan oğlu Şemsettin'in üzerine söyleyerek anlatır:

            -Şemsettin'in Şey'ini kesemezler! diye bitirirdi.

 

            Ben 2004 yılında oğlum kaza geçirdikten sonra 2007 yılında Ankara'da ayrıldım. Kendisi de bir süre sonra Kesikköprü de ayrılmış. Ankara'da iken  Almanya'ya Din Görevlisi olarak gitmiş. Almaya'dan döndükten sonra hastalanmış. Kan kanseri olduğunu öğrenmiş. Tedavi görmeye başlamış. Geçen yıl arkadaşlardan bunu öğrenince aradım. Hastanede yatıyordu. Biraz zor konuşuyordu. Beni sesimden hemen tanıdı. Bana:

            -Hocam senin sözün şimdi gerçek oldu. O zaman seni dinleyip Fahri hizmetlerimi saydırsaydım, şimi emekliydim. Artık pişmanım. diyordu.

            Uzun süre Raporlu olarak bulunmuş. Beni geçen hafta aradığında İlik Nakli yaptırmış, Hastanede yatıyordu.

            Bense; Ankara'da ayrıldıktan sonra, oğlumun kazasında bana yardım etmeyen, verdiği sözü de tutmayan Diyanet yetkilileri ile, başkasından çocuk doğuran bir kadının şikayetiyle; Diyanet Vakfı Genel Merkezinin yazısıyla bizzat dosyasını benim hazırlayarak aldığım, karşılığında mahkeme bitimi ödeme sözü verdiğim yardım senetlerim, benim hazırladığım yardım dosyası ayrılırkan taslim ettiğim memurun sözüyle Diyanetten iki müfettiş tarafından alınmış, bana da böyle bir yazı ve dosyanın olmadığına dair Bala Kaymakamlığı imzalı resmi yazı gönderilmişti.

            Bende konuyu Mahkemeye taşıdım. Uzun uğraştan sonra Anayasa Mahkemesi Yetkisizlik Kararı verdi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Türkiye'de davanın tam olarak sonuçlanmadığını gerekçe gösterek isteğimi reddetti.

            Oğlumun Kazası, Tedavisi, Mahkemesi derken araya birde "Diyanet'in Dinsizleri" girmiş, tüm bunlarla uğraşırken de çalışırken tedavisini gördüğüm böbreklerimi kaybetmiş ve Diyaliz hastası olmuştum. Haftada üç gün Diyalize giriyordum.

            Türkiye'de ise işler iyice karıştı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin reddettiği dosya üç dava dosyasına dönüştü. Üçü de Anayasa Mahkemesine gönderildi. Başkan'ın dahil olduğu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı dosyası Anayasa Mahkemesinde yine Yetkisizlik Kararı ile sonuçlanırken, Akçaabat ve Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı dosyaları halen Anayasa Mahkemesinde devam ediyor.

            Bu arada Türkiye'de bir Paralel Yapı kavgası başladı. Benim mahkemelik olduğum ve bana iftira atan Din adamlarından iki tanesi Erzurumlu, paralel yapının başı olarak görülen Fethullah Gülen'in çakallarından olduğundan müracaatım üzerine bu defa da Başbakanlık tarafından Paralel Yapı soruşturması başlatıldı, daha henüz sonuçlanmadı.

             Bakalım bu davalar nasıl sonuçlanacak. Benim açımdan nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın kazanan Ben'im. Eğer dava benim lehime sonuçlanırsa istediğimi almış olurum. Yok, benim aleyhime sonuçlanırsa, ben kaybedersen benim için çokçok daha iyi olur. Zira Ben Müslümanım! diyen kişilerin Dini ve Allah'ı bırakarak Laik kanunlar arkasına saklanması onları Dininden ve İmamından eder ki bu benim için enbüyük başarıdır. Yarın Allah'ın huzuruna çıktığımızda hesap günü geldiğinde İlahi Adalet tecelli edecek, bana zulmeden sözde Müslümanlar savunduklarnı iddia ettikleri İslam'ın kendilerini yalan ve dolanları yüzünden Münafık olarak nitelediğini göreceklerdir.

            Aslında ben İslahiye'deki Kasada duran parayı yemekten açığa alınma iftirasından sonra Diyanetten ve Din Adamlarından hiçbir beklentisi olmayan, Diyanetten ayrılmak için her yolu deneyen ama başaramayan, bu yüzden nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilmeyen biri olarak, karşısında eğilip herşeyine Pekiyi Efendim diyenleri isteyen Amirlerle hiç anlaşamadım. Buna en büyük örnekte eski Adana Müftüsü Süleyman Tekin'in oğlu Nurdağı Müftüsü Ramazan Tekin.  Anayasa Mahkemesinde İftiracı olarak yargılanıyor. Eski İslahiye Müftüsü Ali Yazıcı. Kendisi ve kendisini koruyan Hatay Müftüsü ve personeli. Anayasa'da İftiracı ve iftiracıyı koruyanlar olarak yargılanıyor.

            Eski Bala Müftüsü Ercan Eser'in isteğiyle ve çakalı Şef Muharrem Küçükşahin'in şikayet dilekçesi, bu iftiranın Ercan Bey'in kapı komşusu eski Personel Dairesi Başkanı Hasan Demirbağ'ın Sicilime koyduğu iftira yazısı ile ve başkasından çocuk doğuran bir kadının yalan şikayeti ile verdikleri sözü tutmak bir yana İftira ile beni İcra'ya veren Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ise Başbakan'ın eteğinin altına, pardon Allah'ın kanununu bırakıp medeni kanunun arkasına saklandığı için yargılanamıyor. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez hakkında Anayasa Mahkemesinde üç defa Yetkisizlik kararı,  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindende Red Kararı aldıktan sonra bu kararları Cumhurbaşkanına gönderdim ve bu iftiralar çözülmediği sürece Diyanet İşleri Başkanının benim için İftira İşleri Başkanı olacağını ve hatıratıma da tüm bunların belgesinin konacağını belirttim.

            Sayın Cumhurbaşkanına Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in lakabı olan "Erbakan Militanı" sahibi sayın Necmettin Erbakan'ın 5. kuşakta Soyumla birleştiğinin Arşiv Belgesini de gönderdim.

            Tüm bunları yapmama gelince: 1990 yılında Din görevlisi olarak HAC görevim çıkmış, sevinçli bir günümde "Müslümanlar Aptal Değildir." diyerek uyanmış, bu rüyada gördüğüm gibi o yıl değil, on yıl sonra hacca gitmiştim.

            Bu rüyadan sonra yaşadıklarım bana başta Kardeşlerim, Diyanet İşleri Başkanı ve Yöneticileri olmak üzere "EN APTAL" kesimin "BEN MÜSLÜMANIM" diyenler olduğunu en acı bir şekilde öğretmişti.

            İslahiye'de Ali Yazıcı'yı  vurmak istediğim gün bu rüya tekrarlanmış, sabah daireye geldiğimde Ali Yazıcı hiç gelmediği odama gelip yamuk ağzıyla kekeleyerek:

            -Sen.., sen.., sen hayvansın! diye hakarette bulunup çekip gitmişti. Bende kendisine geceki rüyayı hatırlatmak istemiş sonra vazgeçmiş, kem söz sahibine aittir diyerek olanları zamanın akışına bırakmıştım. O zaman onun bu hakaretinde yalakası Ahmet Çin dahi rahatsız olmuş, beni teselli etmeye kalkmıştı.

            Bu günse gelinen nokta: Ali Yazıcı ve başta edendisi fethullah Gülen ve ona yardım eden sözde Din ve Diyanet adamlarının aslında Dininin ve Diyanetinin olmadığını, Dindar Müslümanları kendi süfli emellerine alet eden Kur'an'ın tarifiyle  "HAYVANDAN DA AŞAĞI" birer Mahluk oldukları ortaya çıkmış durumdadır.

            Türkiye'yi bırakıp diğer İslam Ülkelerine baktığımızda ise durum daha da vahimdir. Dini Süfli Emellerine alet eden yöneticiler sayesinde her yer Kan gölüne dönmüş durumdadır. Bu ülkeninde diğer İslam Ülkeleri gibi kangölü olması için herşey yapılmaktan çekinilmemektedir. Bizim ülkemizin örnek aldığı Batı Hristiyan Dünyası ise İslamı tek düşman olarak görmekte ve tanımlamaktadır. Buna rağmen Ben Müslümanım diyen Aptal İdareciler Batıyı örnek almak için, batının her isteğine boyun eğmektedirler.

            Ben hayatım boyunca Dedem'in bu 'Şey'imi Kesemezler" sözünü örnek alarak ve hiçbirşeyden korkmayarak işimi yaptığım için hiçkimse beni işimi yapamamakla suçlayamadı. Bana doğrulukla zarar veremeyenler hep arkamda yalan ve iftiralarla saldırdılarsa da zaman benden yana oldu. Attıkları iftiralar daha dünyada iken önlerine kondu. Ahiret Hesabı da ayrıca görülecektir.

            Zaman bana şunu çok iyi öğretti ki: Peygamberimiz Efendimiz'in de buyurduğu gibi:

"Din gariptir." Ve Garip  kalacaktır.

            Ama Şemsettin'in Şey'ini kesmeye kimsenin gücü yetmeyecek, herkes yaptığının hesabını mutlaka birgün verecektir.

            Eyüp Hoca kardeşime de Allah'tan Eyüp Peygamber sabrı ve Acil Şifalar diliyorum.

Allah Sabrını ve Mükafatını artırsın, Günahlarını affetsin. Çektiği sıkıntı da kefareti olsun .

 

                                                                                                                Nisan 2015

                                                                                                            Mustafa DEMİR

                                                                                                               OSMANİYE