ABD Başkanı Bıdenin 2021 yılında kabul ettiği ermeni soykırımı yalanını bu tekrarlaması, paralı ermeni uşağının dahada ileri ileri giderek meclisimize de soykırım yalanının tanınması için önerge vermesi üzerine 25.04.2021 yılında yayınladığın yazımı tekrar yayınlıyor ve "uyanın ve bü ülkenin gerçeklerini görün" diyorum.
BATILI ÜLKELERİN 1915 ERMENİ SOYKIRIMI YALANI
2007 yılında rahmetli babamın Kadirli Merkez Cami Lojmanında bir gece yarısı anlatımıyla başladığım ailemizin seceresini araştırma çalışmalarına Kadirli Halk Kütüphanesine gittiğimde Osmaniye Valiliği İl Kültür Müdürlüğünce yeni yayınlanan Düziçi’li tarihçi M.Fatih Sansar tarafından kaleme alınan “Fırka-i İslahiye ve Osmaniye" adlı eserinde ailemizin seceresini bulmuştum. O kitabı temel alarak ailemizin yaklaşık 400 yıllık seceresini çıkardım ve yayınladım.
Kendim 1975 yılında Osmaniye İmam-Hatip Lisesinde Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesine yatılı olarak gittiğimde (daha önce benim yerime aynı okuldan başka bir Mustafa Demir’in gönderildiği onun yanlışlıkla gönderildiğinin anlaşılmasıyla ve okul açıldıktan yaklaşık 2 ay sonra gönderildim ve 29 Ekim 1975 yılında okula başladım) bir hafta sonra bana verilen devlet kitaplarının ilk sayfası olan Mustafa Kemal Atatürk potresi üzerine bir Türkçe dersi saatinde kurşun kalemle kendi adımı, sınıfımı ve okul numaramı yazarken Atatürkçü olduğunu sonradan öğrendiğim Türkçe öğretmeni tarafından tokatlanıp bir ders “Atatürk” dinledikten sonra bir sonraki derste Atatürkü anlatan bir kitap getirmesiyle başlayan ve Atatürkle ilgili yasaklı tarih kitaplarıda dahil olmak üzere 1978 yılı Kahramanmaraş olaylarına kadar giden sürede Mustafa Kemal’in adının ilk duyulduğu Selanik Avcı Tabuırlarından şu an katafalkta olduğu ve iki yılda bir “Tahnit” edilerek naaşınn korunduğu Anıkkabir’e kadar olan tüm hayatını yeniden yazabilecek şekilde öğrenmiştim. Bu nedenle 1978 yılında Kayseri Üniversitesinde sürgün olarak okulumuza gönderilen tarih öğretmeni Ahmet Avanos’tan tüm okulumuzda tarih dersinde sadece ben en yüksek notu olan 7 alabilmiştim ki okul olarak ona batı kültüründe tarihin babası sayılan “Heredot” lakabını takmıştık. 1978 Kahramanmaraş olayları sonrası birçok öğretmenimiz okuldan ayrılmış, akebinde 1980 ihtilali sonrası çalışma yerimiz olan MTTB kapatılmıştı. Daha da önemlisi Halil Ağabeyim vefat etmiş, bende ağır hastalanmıştım. Babam beni okuldan alacakken okul Müdürümüz M.Sait Kırmacı'nın özel girişimleriyle ve yurt dışında ilaç getittirmesiyle okuldan ayrılmamış ve 1981 yılında mezun olmuştum.
Mezun olduktan sonra babam okumama izin vermemiş, İmam olmam isteğinide rahatsızlığım nedeniyle ben kabul etmedim ve “Memurlüğa" geçtim.1982 yılından emekli olduğum 2010 yılına kadar “Müftülük Memuru” , bazende Müftü Vekili olarak görev yaptım. Mezuniyetten üç yıl sonra girdiğim üniversite sınavıyla kaydolduğum Açıköğretim Fakültesinin Önlisans bölümünü üç kez okuldan atıdıktan sonra tekrar afla dönerek ancak 20 yıl sonra bitirmiştim.
Çocukluğumda dinlediğim gerçekleri hikaye sanarak geçiştiriken 1987 yılında İslahiye’ye evime gideken Kozdere (İntilli) Köyünden bir ihtiyarın anlatımıyla Seydo Ağanın büyük kızının torunu olduğumuzu öğrenmiştim. 2007 yılında yayınlanan TC Kimlik Numarasıyla ailemizin TC Kimlik Numarasının Küçükalioğlu Mustafa Paşa’nın oğlu Seydi Bey(Seydo Ağa)nin büyük kızı Fatma ile başladığını ve tüm ailenin TC Kimlik Numarası belgelerini almıştım.
Bunları anlatmama gelince, secere çalışmamda karşıma çıkan ilk yazılar Kozanoğulları ve Küçükalioğullarının birer eşkıya oldukları, devlete başkaldırdıkları, ermenilerle işbirliği yaptıkları vs. bir sürü yalanlarla karşılaşmıştım. Oysa Mustafa Kemal Sultan Vahdettin’in Yaveri sıfatıyla Anadoluya gönderilip 23 Nisan 1920’de Cuma Namazı sonrası dualarla ve Sultan Vahdeetin adına Türkiye Büyük Millet Meclisini açtıktan ve “Din, Namus, Vatan" söylemleriye birleşen halka Padişah Vahidettin adına Başkan seçildikten sönra bir süre Vahdettin'e bağlılık yazıları ve konuşmaları yaptıktan ve Yunanlar Anadoludan çıkarıldıktan sonra başlayan Lozan görüşmelerinde verilen söz ve vaatleri yerine getirmek adına kendi adamlarını ayarlayarak 28 Ekim 1923’de gazetecileri çağırmış, “Cumhuriyet" kuracağını ilan etmiş ve bir gün sonra Meclisin dindar vekillerinin olmadığı bir zamanda kendisine oy vermeyecek olanlarında kapısına asker dikmek suretiyle meclise gelip oy kullanmalarını engelleyerek 29 Ekim 1923 yılında “Türkiye Cumhuriyeti"ni kurmuştur. Padişah yanlısı Milletvekillerinin şiddetli muhalefetıyla karşılaşan Mustafa Kemal 1 Mart 1924 tarihinde Meclisi Feshederek kendine yakın kişileri Milletvekili atamak suretiyle yeniden Meclis oluşturmuş ve bu seçimde Kazım Karabekir, M.Akif Ersoy ve Said Nursi gibi “Dindar ve Padişah yanlısı” Milletvekilleri saf dışı edilmiştir. Ondan snrada tarihe İnkılap olarak geçen düzenlemeler başlamıştır. Mustafa Kemal meclis yerine memleket meselelerini, daha çok akşamları kurdurmuş olduğu “Çilingir Sosrası"nda ele almış, bu sofranın müdavimleri de Kurtuluş Şavaşının gerçek kahramanlarından çok Türk kimliği verilen Yahudi ve Ermani kökenli vatandaşlarımız olmuştur. 1926 yılında 174 bin Yahudi ve Ermeniye yasal olarak Türk kimliği verildikten sonra bu kişilerin önemli bir kısmı kurumlara "Danışman” olarak atanmış ve ülkede tam bir dinden uzaklaşma başlamıştır. Hatta Mecliste ülkenin dininin “Hrıstiyanlık” olarak kabul edilmesi için teklif verilmişse de bu teklif kabul görmemiştir. Fakat 1929 yılında “Ülkenim Dini İslamdır” ibaresi Anayasa’dan çıkarılmış, ancak 9 yıl sonra 1937 yılında "Laiklik" getirilmiştir. Mustafa Kemal’de 1938 de ölmüştür. Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadının verilmesini isteyen kişide Türk Dil Kurumu başına atanan “Ermeni Agop Dilaçar"dır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyetinin yakın tarihini Türkler değil bizzat Mustafa Kemal’in Çilingir sofrasına kurulan ve halkın tabiriyle “Devtetin malı deniz,yemeyen keriz” söylemlerinine neden olan Ermeni ve Yahudi kökenli olanlar yazmıştır. Türkiye Cumhuriyeti bu nedenle Ermeni komitacılarının bu “Soykırım" yalanını yıllarca yalanlayamamıştır.
Batlı Devletlerin Türkleri denetim altında tutmanın bir sopası olarak kullanmak isteyen batılı devletler kendi adamlarıyla kurdukları Türkiye Cumhuriyeti kendi denetimlerinde çıkmak istedşkçe bu sopayı kullanmaya sarılmaktadırlar. Ama gerçeklerin kaybolmama ve birgün ortaya çıkma gibi bir huyu vardır.
Yukarıda da belittiğim gibi secere çalışmamda karşıma ilk olarak ermeni yalanları çıkmış, Kozanoğulları ve Küçükalioğullarının birer "Eşkiya" olduklarına neredeyse bende inanacaktım. Oysa resmi belgeleri inceledikçe gördüm ki; Bunlar eşkiya falan olmadıkları gibi eşkiyalık yapmak isteyen Ermeni azınlığın başına gerektiğinde inan bir “Osmanlı Tokatı” imişler. Osmanlı devleti batılı devletlerin ermenileri aleyhimize kışkırtmak istemesi ve Çukurova da bir ermeni devleri kurma çabalarını bu büyük aşiretler sayesinde önlemekteymiş. Bu nedenle Kozanoğullarına yılda 35000 Altın, Küçükali oğullarına da yıla 20-25000 altın para ödemekteymiş. Bu aşiretleri bertaraf etmek için Kozanoğullarını Ermeni asıllı Maraş Milletvekili Mığırdıçyan’in “Eşkiyalık” yalanıyla, Küçükalioğullarını da Hatay Valisi Kabuli Paşanın “Maraş'a saldıracak " yalanyla ve üzerlerine de batılı devletlerin izniyle “Fırkai İslahiye” ordusunu gönderek sürgün etmişlerdir. Fakat sürgün edilen halkın bir şekilde malından, mülkünden ve ünvanından vazgeçerek geri dönmesi, batılı güçlerin silahlandırdığı Ermanilerin halka karşı tecavüz ve katliamlarını büyük imkansızlıklarla mücadele ederek emgellemişlerdir. Bunun en büyük örneği benim dedem olan Fakı Mehmet’tir. Hiç bir kitapta kaydının olmamasına rağmen baba tarafından Dedeleri Kozanoğullarına, annesi tarafından Dedeleri olan Küçükalioğullarına yaraşır bir şekilde Kurtuluş Savaşında mücadele derek İngiliz ve Fransızların İslahiye yolunu kullanarak Maraş'a erişmelerine izin vermemiştir. Bahçe üzerinden gelerek Maraş’a ulaşan Fransız Generale’ de büyük zaiyat verdirerek ağır toplarının Gavurgölünü geçirmesine müsaade etmemişlerdir. Maraş’ın “Kurtuluş” gecesi Maraş-Antep yolunu keserek Antepteki güçlerin Maraş'a ulaşmasını engellemişler ve “Gavurgıran Soğuğu” diye adlandırılan, tüm Ermenilerin ve Fransızların kırıldığı soğuk geceyi Narlı Tren istasyonu bekleme salonunda geçirmişlerdir. Bu olaylarda en büyük faydası dedesi Seydo Adanın adıyla çevre köylerin çetesine Reislik etmesi yanında Tüfek ve Mavzer ustası olarak çetelere silah yapmasıdır. Son çırağıda kendisinin bakıp büyüttüğü ve yetiştirdiği Kanlıgeçitli Tüvekçi Mustafa diye bilen tüfek ustasıdır. Maalesef halkın bu kahramanlığı Türk tarihini yalanlara boğan Ermeni asıllı Türk kimlikli sahtekar tarihçilerin asla kaydına girmemiştir. Ben çalışmalarımda şunu gördüm. Daha sonra yazılan Adana ve çevresi tarihinde Hassa, İslahiye ve köyleri yok. Aynı şekilde Gaziantep Kurtuluş Tarihinde de İslahiye yok. Bunun nedeni o tarihte Osmaniye “Cebeli bereket adında ayrı ildi ve bu yerler Cebeli Bereket iline bağlıydı. Cebeli Bereket ili lağvedilip, Osmaniye İlçe olarak Adana'ya bağlanınca Hassa, Dörtyol ve Erzin Hatay'a, İslahiye'ninde Gaziantep'e bağlanmasında kaylanmaktadır. Dörtyol ve çevresinin Kurtuluş mücadelesinde ayrı bir yeri olduğundan buradaki yaşananlar kayıt altna alınabilmiştir.
Eğer Türkiye Cumhuriyeti Batılı Devletlerin Ermeni Soykırımı yalanıyla mücadele etmek istiyorsa, batılıların bu isteklerini “emir" telakki eden kendi içindeki batı uşaklarını tespit ederek bunları bulundukları önemli mevkilerden süratle uzaklaştırmalıdırlar. İçimizde devlet aleyhine çalışanları ve bu devlete ihaneti görev sayan batı uşaklarını Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi devletin en üst kademelerinde görev vermeye devam edere yarın batılılar bu günkü yalan söylemlerini birer birer Tazminata dönüştürerek devletimizi büyük bir mali yıkım altında bırakacaklardır. ABD Başkanı Bıden’in dün “böyle olay bir daha yaşanmasın diye “Soykırım” dedim" yalanının mahkemelerde tazminata dönüştürülmesi gecikmeyecektir. Devletimiz süratle bunun önlemlerini almakla yükümlüdür. Eğer bundan başarılı olamazlarsa 1920 lerde olduğu gibi batılı ülkelerce bu devletin daha da parçalanmasına engel olamazlar. Lisede okurkan öğrendiğimiz gibi aslında "Cumhuriyet: 49 Alimin 51 Cahile boğdurulması” Rejimidir. Yarın Nato da olsun, Avrupa Birliğinde olsun, Birleşmiş Milletler Cemiyetinde olsun yapılan görüşme ve oylamalarda batılı devletler karşısında yalnız kalarak onların almış olduğu kararlara boyun eğmek zorunda kalmaya mecburdur. Onun için Türkiye Batılı devletlere olan sevdasında bir an önce vaz geçmeli ve aslına dönerek batılıları yıllarca hezimete uğrattığı Haçlı saldırılarını İmanı ve kuvvetiyle durdurmalıdır. Yoksa batının sayısal oyununda boğulup gitmeye mahkumdur. Tıpkı Rauf Bey'in Modros Mütarekesinde İngiliz Amiral'in yalan yeminine inanıp 15 maddelik "Mondros Mütarekesini” imzalayarak bu ülkenin işgal edilmesine sebep olduğu gibi. Hatıratında İngiliz Amirale küfürler etsede Anadolu'nun işgal edilmesine engel olunamamıştır. Türk Devleti böyle bir hezimeti bir daha yaşamak istemiyorsa bu Ermeni Soykırımı yalanını kabul eden gerçek soykırım yapan devletlerin yaptıklarını kendi “Türkiye Meclisi"nde görüşüp birer birer karara bağlamalı, yarın bu soykırım yalanını önüme koymak isteyen devletlerin gerçek soykırımlarını almış olduğu kararlarla önüne koymalıdır. Aksi takdirde Ermeliler adım adım başarıya gidecek ve 1920 lerde kuramadıkları Ermeni devletini bu ülkenin doğusunda urmayı başaracaklardır.
Saygı ve Selamlarımla. 25.04.2021
Mustafa DEMİR
Osmani