KIZLAÇ KÖYÜ : AŞIKLARIMIZ,
TÜRKÜLERİMİZ
Kalktı göç
eyledi Avşar elleri
Ağır ağır
giden eller bizimdir.
Arap atlar
yakın eder ırağı
Yüce[1]
dağdan aşan yollar bizimdir.
Kırşehirli
Muharrem Ertaş'ın Türkiye’ye duyurduğu Dalaloğlu’na ait bu türkü aslında bizim Gavurdağını
anlatır. Türkünün orjinali de Yüce dağdan değil Göğce dağdan aşan yollar
bizimdir şeklindedir. Benim çocukluğumda Rahmetli Datlı Apık (Abdurrahman
Tatlı, Annemin amcasının oğlu) türküyü bu şekliyle söylerdi.
Benim
çoculuğumun geçtiği Karlakkaçan Banı’sında komşumuz olan ve yaşlı ve hasta
olduğu için oğlaklarını bize güttüren Rahmetli Datlı Apık bize hikayeler
anlatır ve türküler söylerdi. Benimde ayağım topal olduğundan oğlakları genelde
Mustafa Dayımın oğlu Şaban güder, ben de Datlı Apık’a refaket eder, onun türkü
ve hikayelerini dinlerdim. Onun hasta olduğu zaman oğlaklarını torunu İdris
gütmeye gelirdi. İdris’le hiç anlaşamazdık. Söz dinlemez, oğlakların önüne
gitmez veya isteğimizi yapmazdı. Bizde Şaban’la oğlakları seçer, ayrı güderdik.
Akşam eve gelince de büyüklerimizden ya azar işitir, yada dayak yerdik.
İdris’te kendi oğlakları ile birlikte dedesinin oğlaklarını güdemez, rahmetli
hasta haliyle yanımıza oğlaklarını güttürmeye gelir, oturduğu yerde bize hikaye
ve türküler anlatırdı. Anlattığı hikayelerin, söylediği türkülerin büyük
çoğunluğu Dadaloğlu’na, Kozanoğlu Beyleri ile Gavurdağı Ağalarına ait olurdu.
Ben küçük çocukken de vefat etti. O rahmetliden kalma hala uzun hava
türkülerimize kulak aşinalığım var. Hala uzun hava türkülere ilgi duyarım.
Biraz
büyüdüğümde benim Dedem Halilcioğlu’nunda (Halil Tatlı) türkü söyleyen bir ozan
olduğunu, kardeşi Tatlı Ali’ninde ozan olduğunu öğrendim. Rahmetli annem
Bekiroların annesi için babasının
söylediği şu dörtlüğü bazan söyler, hikayesini de anlatırdı:
Ocağa kurmuş
sacı
Eline almış
oklavacı
Bekir Dayımın
ellengeci[2]
Haydi yaylaya,
yaylaya...
Annemin babası
askere gitmeden önce, saz çalıp türkü söylermiş. Köylüler yazın yaylaya gider,
gidemeyenler köyde kalırmış. Bizim köyde Yılmazlar ve Karagözler sülalesine
lakap olarak Bekirolar denirmiş. Bekirolar pek yaylaya gitmediğinden genelde
köyde kalırmış. Yine böyle bir yayla zamanı köyde kalan Bekirolardan bir kadın
ekmek yaparken köye gelen dedeme türkü söylemesini, söylerse kendisine Yağlı
Bazlama[3]
vereceğini söyler. Dedemde:
-Deli karı!
Ben türkü söylersem sen beni kovalarsın! Bazlamayı ver, öyle söyleyim. Der ve
bazlamayı yedikten sonra yukarıdaki dörtlüğü söyleyince dediği gibi karı
oklavayı çeker ve”Ben ellengeçmiyim” diye kendisini kovalar.
Annemin
Babası, aynı zamanda Babamın da Halasının oğlu olan Halilcioğlu, annem iki
yaşında iken askere gitmiş ve bir daha geri dönmemiş. Kafkas cephesinde şehit
olmuş. Şehitlik haberi de köye geldikten beş yıl sonra o da yanlışlıkla Havva
Nineme söylenmiş. Anlatıldığına göre dedemin babası köydeki okulda hoca imiş.
Kendisi de kardeşi Ali’yle birlikte saz çalarmış. Kendisine:
-Baban Hoca!
Sen de saz çalıyorsun! Bu sana yakışıyormu? Dediklerinde:
-Şeyimi
keserler mi? Diye sorar, Kesmezler! cevabını alınca da:
-Hiç mesele
değil öyleyse. Dermiş.
Datlı Ali’nin
de bilinen en meşhur türküsü Ağ Gelin türküsü imiş. Bu türküyü Yukarı Kaya
dibinde oturan Meyrem Koca’nın oğlu
Ağzıküçük lakaplı Mustafa’sı için Antep yöresinde getirilen ve güzelliği
ile meşhur gelini için söylediği anlatılırdı:
Bir kuş geldi
Ağcadağ’a, Ziyarat’a, Kaya’ya
Uçtu geldi
kondu bizim avluya,Ağ gelin, Sürmelim...
Şeklinde devam
eden türkü bozlak veya uzun hava olarak söylenirdi.
Annem bu
gelinin geldiğinde 6-7 yaşlarında olduğunu, bu türkünün Amcası Datlı Ali’ye ait
olduğunu anlatır, Ağ gelinin
onbeş-yirmi gün sonra da geri gittiğini söylerdi. Babam da hikayeyi doğrular,
Ağ gelinin kayınbabası Meyrem Koca’ya:
-Baba!
Hastanın karısı olur, topalın karısı olur, körün karısı olur. Fakat Deli’nin
karısı olmaz. Bana izin ver ben gideyim diyerek kayın babasından izin almış ve
gitmiş diye anlatırdı. Güzelliği ile meşhur olan bu geline Datlı Ali bu türküyü
yakmış, yaktığı bu türküyü de İslahiye Şatırhüyük Köyünde bir düğünde
söyleyince uzun hava ve bozlak olarak benimsenmiş, 1930’lu yıllarda TRT
sanatçısı ve türkü derleyicisi Nurettin Sarısözen tarafından derlenip te
Radyodan yayınlanınca da tüm Türkiye bu türküye sahip çıkmıştır.
Ben, bu
türküyü rahmetli Datlı Apık’tan sonra Ankara’da Keskin FM’de bu orijinal
haliyle dinleyince TRT’nin Ankara Balgat’ta bulunan merkez binasına gitmiş,bu
türkünün kaydını aramış bulamamıştım. Ayrıca bu türkünün Macar Bardok
tarafından da derlendiğini öğrenmiştim. Bu gün halk arasında bu türkünün
orijinal haline pek benzeneyen “Ağ
Gelin indimola yayladan” sözleriyle devam eden yeni tabirle “çakma[4]
Ağ Gelin” türküsü söylenmektedir.
Kızlaç Köyü'ne ait olan türkülerden bir tanesi de meşhur Alageyik Türküsü'dür. Kızlaç'ın arkasındaki Ağcadağ'daki kayalıklara geyik avına giden ve kayadan düşerek ölen avcının türküsünü anlatır:
Bende gittim bir geyiğin avına
Geyik çeki beni kendi dağına ...
diye devam eden türkü bu gün itibariyle Türkiye'ye mal olmuş bir türküdür. Bu konuda kitap yazan meşhur yazarlardan Yaşar Kemal, gençliğinde Kızlaç Köyü'ne gelmiş, Kaya dibinde Kara Cuma Lakaplı Babamın Halasının Torunu, Annemin de Amcasının Oğlu Cuma Tatlı'nın evinin giriş kapısında bulunan bir çift Geyik Boynuzunu kitabında abartılı bir şekilde anlatmaktadır. Kızlaç Köyü'nü abartılı bir şekilde anlatsa da Alageyik Efsanesini anlatan bir kitap yazmıştır.
Alageyik Türküsüne film çeken meşhur aktör Cüneyt Arkın, filmin çekimlerine o tarihte Bahçe İlçemize bağlı olan Hasanbeyli İlçesi Köylerinde çekmiş olsa da, Filmin final sahnesinde geyiğin göründüğü yer Kızlaç Köyü'nün Güney Batısı, yani Kızlaç-Karafenk (Hasanbeyli) sınırıdır.
Kızlaç Köyünün Kuzey arkası meşhur kayalıklarla dolu olan Ağcadağ Tepesidir. Eskiden büyük Kamalak, Andız ve Akçaağaç ormanıyla kaplı olan bölge bugün büyük oranda ağaçlardan temizlenmiş çıplak kayalık görünümündedir. Eskiden Rahmetli babam her kurban bayramından önce bu kayalıklara gider, bir yük kurumuş Andız Ağacı kökü getirirdi. Kurban bayramında bu Andız Kökleri yakılarak kor haline getirilir, Bayramda Çaman bu korun üzerinde pişirilir, bu da ete güzel bir lezzet katardı. babam bu alışkanlığını uzun süre devam ettirdi. Ancak ihtiyarlayınca bıraktı. Bizlerde okuyup memur olduğumuz ve köyde ikamet etmediğimiz için bu unutuldu gitti. Bu gün itibariyle Devlet bu kayalıkları yeniden ağaçlandırma çalışması başlatmıştır. Yine eskisi gibi olması için yüzyıllar gerekmektedir.
Kızlaç Köyü'ne ait olan türkülerden bir tanesi de meşhur Alageyik Türküsü'dür. Kızlaç'ın arkasındaki Ağcadağ'daki kayalıklara geyik avına giden ve kayadan düşerek ölen avcının türküsünü anlatır:
Bende gittim bir geyiğin avına
Geyik çeki beni kendi dağına ...
diye devam eden türkü bu gün itibariyle Türkiye'ye mal olmuş bir türküdür. Bu konuda kitap yazan meşhur yazarlardan Yaşar Kemal, gençliğinde Kızlaç Köyü'ne gelmiş, Kaya dibinde Kara Cuma Lakaplı Babamın Halasının Torunu, Annemin de Amcasının Oğlu Cuma Tatlı'nın evinin giriş kapısında bulunan bir çift Geyik Boynuzunu kitabında abartılı bir şekilde anlatmaktadır. Kızlaç Köyü'nü abartılı bir şekilde anlatsa da Alageyik Efsanesini anlatan bir kitap yazmıştır.
Alageyik Türküsüne film çeken meşhur aktör Cüneyt Arkın, filmin çekimlerine o tarihte Bahçe İlçemize bağlı olan Hasanbeyli İlçesi Köylerinde çekmiş olsa da, Filmin final sahnesinde geyiğin göründüğü yer Kızlaç Köyü'nün Güney Batısı, yani Kızlaç-Karafenk (Hasanbeyli) sınırıdır.
Kızlaç Köyünün Kuzey arkası meşhur kayalıklarla dolu olan Ağcadağ Tepesidir. Eskiden büyük Kamalak, Andız ve Akçaağaç ormanıyla kaplı olan bölge bugün büyük oranda ağaçlardan temizlenmiş çıplak kayalık görünümündedir. Eskiden Rahmetli babam her kurban bayramından önce bu kayalıklara gider, bir yük kurumuş Andız Ağacı kökü getirirdi. Kurban bayramında bu Andız Kökleri yakılarak kor haline getirilir, Bayramda Çaman bu korun üzerinde pişirilir, bu da ete güzel bir lezzet katardı. babam bu alışkanlığını uzun süre devam ettirdi. Ancak ihtiyarlayınca bıraktı. Bizlerde okuyup memur olduğumuz ve köyde ikamet etmediğimiz için bu unutuldu gitti. Bu gün itibariyle Devlet bu kayalıkları yeniden ağaçlandırma çalışması başlatmıştır. Yine eskisi gibi olması için yüzyıllar gerekmektedir.
Bende
çocukluğumda saza merak sarmış, hatta “Gelin ayşem” türküsünü notalı olarak
çalmayı öğrenmiştim. Otaokulda okurken Müzik yarışmasında: “Aşağıdan gelir omız
omuza” türküsüyle birinci seçilmiş, hastalığım nedeniyle türkü söyleme
isteğimde yarım kalmıştı. Büyüklerimiz de saz çalmaya şiddetle karşı çıktıkları
için tabir caizse hevesimiz kursağımızda kalmıştı. Bizde dedemizin yolunda
gidememiştik.
Yine K
Maraş’ta okurken 1976 yılında köylümüz ve anneminde Üvey Dayısının çocukları
olan Adem, İlyas ve enişteleri Maraşlı Mehmet tarafında Maraş Kalesinde bulunan
Aile Gazinosu kiralanmış, İslahiye’de inşaat işçisi iken Garson olarak
aldıkları bu günün meşhuru İbrahim Tatlıses’e (Gerçek soyadı Tatlı olup
Şanlıurfa’lıdır. Bizim köydeki Tatlı’larla soyisim benzerliği dışında bir
akrabalığı yoktur.) canlı olarak türkü söyletirlerdi. Maraş kalesinde Aile
Gazinosunda çalışırken canlı olarak sahneye çıkar, müşterilere türküler
söylerdi. Ben öğrenci olduğum için ve aile olarak gelmeyenler Gazinoya
alınmadığından tek olarak gelmezdim. Ya gazinoyu işleten Maraşlı Mehmet’in
hanımı veya akrabalarıyla, ya da bizim köydeki lokantayı işleten Sarı Kamil’in
eşi veya çocukları ile gelirdim. Biz müşteri olmadığımızdan çalışanların içinde
olur, bazanda onlara yardım ederdik. İbrahim Tatlıses’i o yıllarda yakından
görür ve dinlerdim. Gazino içkili olduğundan arkadaşlara da gazino yerine
sinamaya gittiğimi söylerdim. O yıl “Ayağında Kundura” türküsüyle meşhur oldu
ve garsonluğu bıraktı. Maraşlı Mehmet’te o yıldan sonra K.Maraş İmam-Hatip
Lisesinin yanında bulunan Gücsüzler Yurdu’na Aşçı oldu. İşletmeciliği bıraktı.
Zaman zaman yanına uğrardım. Bana çok yardımı olmuştur. Mezun olduktan sonra da
bir daha göremedim.
Ankara Bala’da
memurken dinlediğim bizim Gavurdağına ait türkülere orada Keskin Türküleri
dendiğini öğrenmiştim. Keskin ağzı denilen türkülerin büyük çoğunluğu bizim
Gavurdağı türküleriyle birebir uyuştuğu gibi Kırşehir ve Keskin’li aşıkların
söylediği uzun hava, bozlak veya türkülerin bazıları Dadaloğlu’na veya
Karacaoğlan’a ait olurdu. Ben dinlediğim bu türkülerin bizim yöresel
türkülerimiz olduğuna kimseyi inandıramamıştım.
Yıllar sonra
Osmaniye Kadirli’ye memur olarak geldiğimde Soy kütüğümüzü[5]
araştırdığım zaman Keskin Ağzı olarak dinlediğim türkülerin bizim Gavurdağında
Fırkai İslahiye tarafından Kırşehir ve Keskin’e sürgün edilen Kilisli Deli
Halil ve Küçükali oğlu Mustafa Paşa’nın
adamları olduğunun belgesini buldum. Küçükalioğlu Mustafa Paşa Dedemin anne
tarafından dedesi Seydo Ağanın babasıydı. Kayıtlara göre Fırkai İslahiye
tarafından hile ile yakalanmış, önce İstanbul’a, oradanda Niş’e sürgün
edilmişti. Adamlarınında büyük çoğunluğu Kırşehire ve Keskin’e sürülmüştü.
Keskin Kaymakamına bilgisayar üzerinden bu belgelerden bahsederek bununla
ilgili ellerinde kitap, bilgi ve belge olup olmadığı, varsa tarafıma
gönderilmesini istedim. Kaymakam Bey verdiği yazılı cevabında söylediklerimi
doğrulamakla birlikte ellerinde herhangi bir belgenin olmadığını, Halk Eğitim
Merkezi ile irtibata geçmemi istemiştir. Halk Eğitim Merkezleri genelde yöresel
giysi, oyun ve türkülerle ilgilendiği, tarihi geçmişlerle ilgilenmediği için
irtibata geçmedim.
Yine soykütüğü
araştırmalarımda, Dedemin Anne tarafından büyük dedesinin Küçükalioğlu Mustafa
Paşa olduğunu öğrendiğim gibi Baba tarafınfan Büyük Dedesinin Fırkai İslahiye
tarafından İstanbul’a sürgün edilen Kozanoğlu Beylerinden Halil Bey olduğunun
belgelerine ulaştım.
Dadaloğlu
bizim Gavurdağı yöresinde yaşamış ve Gavurdağı türküleri ile meşhurdur.
Halk arasında
bu gün Kanlıgeçit ismi ile bilinen yerde Çukurovaya inmek isteyen Cerit Aşireti
ile yaptığı kavgayı anlatan:
Ey der
Dadaloğlu’m yandım yakıldım.
Yarsuvat’ta
güreş ettim yıkıldım,
Üçyüz atlı ile
harbe dıkıldım.
Yüzü burda,
ikiyüzü nic’oldu.
Dizeleri ile
yenilgisini anlatır. Bu aşiret kavgalarını önlemek ve halkı yerleşik düzene
geçirmek üzere Osmanlı tarafından Fırkai İslahiye adında bir Islah ordusunun
Ahmet Cevdet Paşa komutasında yöreye gönderilmiştir. Bu ordu Gavurdağının
hakimi olan Küçükalioğullarını ve Kozan dağının hakimi olan Kozanoğullarını
bölgeden sürmüştür. Bunu Ahmet Cevdet Paşa tezakir atlı eserinin üçüncü
ciltinde açık açık anlatır. Ayrıca Osmaniye Valiliği İl Kültür Müdürlüğü’nün
yayınladığı ve M.Fatih Sansar’ın bir araştırması olan Fırkai İslahiye ve
Osmaniye adlı eserde de Fırkai İslahiye ordusunun Osmaniye’de yaptıkları işleri
Ahmet Cevdet Paşa’yı esas kaynak alarak diğer kaynaklarla birlikte açık açık
anlatır.
Dadaloğlu, hem
Küçükalioğlu Mustafa Paşa ve hemde Kozanoğulları beyleri için türküler
söylemiştir. Küçükalioğlu Mustafa paşa için söylediği:
Yine tuttu gavur dağı boranı,
Hançer vurup,
acarladı yaramı,
Sana derim Mıstık Paşa öreni
İçindeki bunca beyler nic’oldu.
Sabahaca
kandilleri yanardı,
Soytarılar
fırıl fırıl dönerdi
Ha deyince
beşyüz atlı binerdi.
Sana inip,
konan beyler nic’oldu.?
....
Kozanoğlu
Beyleri ve Fırkai İslahiye Ordusu için söylediği:
Aşağıda Yusuf
Paşam geliyor,
Düşmanına
karşı koyan merd’olur.
Şahin kocasada
vermez avını,
Ta ezelden
kurd eniği kurd’olur.
...
Dizelerinde
Fırkai İslahiye’nin iskanına karşı gelmeyi destanlaştırır. Fakat Kozanoğulları
Fırkai İslahiye’ye karşı gelmemiştir. Bizim büyük dedemiz olan Kozanoğlu Halil
Bey kardeşi Hacı Bey’ide alarak Aziziye (Kayseri Pınarbaşı)’de üçbin kişilik
adamıyla (bazı kaynaklarda bu sayı onbin olarak geçmektedir.) Fırkai İslahiye
Ordusuna katılınca diğer Kozanoğlu Beyleri Fırkai İslahiye Ordusuna karşı
gelememiştir.
Fırkai
İslahiye Ordusu bölgede düzeni sağlamak için tüm Kozanoğlu Beylerini Kozan
dışına sürmüştür. Buna bizim büyük dedemiz Halil Bey’de dahildir. Bu ülkede
Başbakanlık yapan Sayın Prof. Dr.Necmettin Erbakan’ın Dedesi Hüseyin Bey’i de
alarak İstanbul’a sürgün gitmiştir. Halil Bey’in torunu Abdurrahman Efendi
İstanbul’da Erbakan’ın babasıyla okuyup Mustandik (Savcı) olarak Fırkai
İslahiye ordusunun kurduğu ve adını bu ordudan alan İslahiye’ye (Erbakanın
babasıda Erzurum’a Mustandik) atanınca Babası Haci Bey (Tatar Hacı) Kızlaç
Köyüne geri gelip yerleşmiş ve Kamanağzı Mezarlığında meftundur.
Dadaloğlu'nun,
iskandan sonra söylediği Kırşehir ile ilgili türküleriyle de Küçükalioğlu
Mustafa Paşa’nın adamlarıyla birlikte Kırşehir yöresine sürgün edildiği anlaşılmaktadır.
Benim konunun
Kızlaç Köyü ile olan ilgisine gelince: Kızlaç Köyü’nün karşısında olan ve
asırlık Kocaçınar’ın üst tarafında yer alan Çukuryurt ve Acı Alma ile
ilgilidir. Acı Alma’ya gidipte oradaki taş harabeleri bilmeyen yoktur. Osmanlı
döneminde Doğunun geçit yeri olan Aslanlıbel (Belinbaşı) ve Hasanbeyli
(Fevzipaşa) geçit yerinin tam ortasında yer alan bu yerler Dadaloğlu
türkülerinde sık sık dile getirilmektedir. Eskiden şu an mevcut yollar
olmadığından kervan yolları mevcuttu. Ve bu yollar denetim altında tutulurdu.
Bu isimlerle ilgili yaptığım çalışmalarda Feke’de Maraş tarafında da bu isimde
yerler olsa da yukarıda bahsettiğim Kanligeçit (Yarsuvat)’te Ceritlerle yapılan
kavgada anlaştığı diğer beylerden habersiz olarak ve Gavurdağı'ndan hareketle (muhtemelen
Acı Alma’dan) Ceritlere arkadan saldırdığı, bu günkü gibi haberleşme
olmadığından üçyüz (bazı kaynaklarda dokuzyüz) kişilik adamlarıyla Ceritleri
yararak o zaman yerleşim yeri olan Kadirli yakınlarındaki Anavarza Kalesine
ulaştığı, diğer beylere kızarak yukarıda bir dörtlüğünü aldığım Yarsuvat
(Kanlıgeçit)türküsünü söylediği halk arasında hala anlatılmaktadır.
Benim
soy kütüğümüzü[6] çıkarmamda
da bu Çukuryurt ve Acıalma’nın büyük yeri vardır. Buranın Avşarların yaylası
olduğu ve Fırkai İslahiye’de yayınlanan Kozanoğullarına ait secerede Halil
Beyin oğullarına kaldığı Kızlaç Köyündeki akrabalarımızla tesbit ve tescil
edilmiştir. Eski anlatımlarda bu yöndendir. Fırkai İslahiye ordusunun
hareketi de bu anlatımları doğrular niteliktedir.
Kozanoğlu
Sülalesinin Farsak veya Varsak Afşarlarının Arıklı Cemaatinden olduğu
kayıtlarla mevcutur. Türküleri bu yörede halk arasında hala söylenen
Karacaoğlan’da Farsak veya Varsak Türkmelerindendir. Yani bizimle aynı soydan
ve aynı boydandır ve farklı türkülerle bu yöreyi anlatmaktadır:
Vara vara
vardım Alma deresi,
Uzak kaldı
nazlı yarla arası,
Artıyor,
eksilmez gönül yarası,
Saran kollar
yorulur mu bir zaman.
.....
Araştırmacı
İsmail Görkem: TÜRK GÖÇER ŞAİRLERİNE AİT ESERLERİN DERLEME, İNCELEME VE DEĞERLENDİRME SORUNLARI (Dadaloğlu’nun
“Kalktı Göç Eyledi” Türküsünden Hareketle)* adlı yazısında:
“Tespitlerimize
göre Dadalı Musa, 1776 tarihinde sağdır. Dadalı Musa’nın oğlu olan ve
‘Dadaloğlu’ mahlâsını kullanan ‘Veli’ de H. 1262 (M. 1845-46) yılından evvel
ölmüştür (Görkem 2006: 28-32). ‘Dadalı
Musa’ veya ‘Dadaloğlu Veli’ye ait metinlerin, 1865-66 yıllarında Derviş Paşa ve
Ahmet Cevdet Paşa tarafından yapılacak olan ‘Fırka-i Islahiyye’ hareketinden
önce yeniden üretildiği (=re- production) kanaatindeyiz. Böyle olunca, elbette
türküde anlatılanların, ‘Fırka-i Islahiye’ öncesinde Türkmen aşiretlerinin
yaşadığı ‘iskân hatıraları’ olduğu düşünülmelidir. Muhtemeldir ki, şiir
‘Dadaloğlu’ mahlası halk hafızasında korunarak, özellikle Afşar Türkmenleri
arasında ‘Fırka-i Islahiyye’nin acılarını dile getiren bir niteliğe
büründürülmüştür. Şiirin Cingözoğlu Seyyid Osman’ adına derlemelerinin
mevcudiyeti, bu hususu doğrulamaya yarar mahiyettedir (bk. Görkem 2006: 282-
284).”
Bu tesbit
afaki olup ne kişi, ne zaman, nede söylenen türkülerle uyuşmaktadır. Benim bunu
anlatmamdaki nedende böyle masa başı afaki anlatımlar yerine gerçeğin kişi, zaman
ve mekan üçlemine uygun gerçek söylemlerin ortaya çıkartılmasıdır. Özellikle
harf devriminden (yıkımından) sonra halk geçmişinden mahrum bırakılmıştır.
Kendi menfaatinden başka hiçbir şey düşünmeyen yeni bir nesil oluşturulmak
istenmiş ve bundan da büyük başarı sağlanmıştır. Geçmişe sövmek makam ve mevki
sahibi yapmıştır. Buna da en iyi örnek
Milli Şairimiz M.Akif Ersoy’un:
Gelenin hatırı
için geçmişe asla sövemem.
Demesi ve bu
ülkeyi terk ederek Mısır’a gitmek zorunda bırakılmasıdır.
Benim gerçek
isimlerle, yer ve zamanla anlatmam gerçeğin ortaya çıkarılması içindir. Saz
çalmayı aptallık sayan aptallara, aptallıklarını hatırlatmak içindir. İçinde
bulundukları cehaletle sazı şeytan aleti sanıp kıranlar, biz Avşarların büyük
bir geleneği olan “Aşıklık geleneğinin” yok olmasına büyük katkı
sağlamışlardır.
Onun için
Dadaloğlu’nun şu dizeleriyle yazıma son veriyor ve bu türkünün Acıalma ve Çukuryurt'tan göçü anlattığına inanıyor ve bunun araştırılması gerektiğine inanıyorum:
Ey der
Dadaloğlu’m kavga kurulur,
Öter tüfenk,
davlumbazlar vurulur,
Nice
koçyiğitler yere serilir,
Ölen ölür,
kalan sağlar bizimdir.
29.10.2014
Mustafa DEMİR
OSMANİYE
[1] Aslı
Göğcedağ’dan aşan yollar bizimdir.
[2] Ellengeç:
Yengeç’in yöresel adı. Genelde zayıf olan kişilere söylenir.
[3] Bir tür
yağlı kalın gözleme.
[4] Çakma:
Aslına benzeterek söylenmiş uydurma türkü.
[5] Sülalemizin
tarihi geçmişi. Kızlaçlı Fakılar olarak musdem80.blogspot.com adresinde
yayınlanmıştır.Aynı zamanda Kızlaç Köyü’nünde geçmişi olmaktadır. İsteyen
kişiler akrabalık durumuna göre Seceresini çıkarabilir.
[6]
Soy kütüğümüzü de “Kızlaçlı Fakılar” adı ile ve kaynaklarıyla birlikte
yayınladım. Benim çalışmalarımı hazırladığım, içinde köylerde düğün ve
mevlitlerde çektiğim görüntülerimin, çalışma yazılarımın ve belgelerimin
bulunduğu harici Harddisk’imin tarfik kazasında engelli olan oğlum tarafından
yere çalınarak kırılması üzerine yazının daha kalıcı olduğunu gördüm ve bu
hatıratımı hazırladım.