28 Ekim 2014 Salı

AŞIKLARIMIZ


KIZLAÇ KÖYÜ : AŞIKLARIMIZ, TÜRKÜLERİMİZ

 

Kalktı göç eyledi Avşar elleri

Ağır ağır giden eller bizimdir.

Arap atlar yakın eder ırağı

Yüce[1] dağdan aşan yollar bizimdir.

 

Kırşehirli Muharrem Ertaş'ın  Türkiye’ye duyurduğu Dalaloğlu’na ait bu türkü aslında bizim Gavurdağını anlatır. Türkünün orjinali de Yüce dağdan değil Göğce dağdan aşan yollar bizimdir şeklindedir. Benim çocukluğumda Rahmetli Datlı Apık (Abdurrahman Tatlı, Annemin amcasının oğlu) türküyü bu şekliyle söylerdi.

Benim çoculuğumun geçtiği Karlakkaçan Banı’sında komşumuz olan ve yaşlı ve hasta olduğu için oğlaklarını bize güttüren Rahmetli Datlı Apık bize hikayeler anlatır ve türküler söylerdi. Benimde ayağım topal olduğundan oğlakları genelde Mustafa Dayımın oğlu Şaban güder, ben de Datlı Apık’a refaket eder, onun türkü ve hikayelerini dinlerdim. Onun hasta olduğu zaman oğlaklarını torunu İdris gütmeye gelirdi. İdris’le hiç anlaşamazdık. Söz dinlemez, oğlakların önüne gitmez veya isteğimizi yapmazdı. Bizde Şaban’la oğlakları seçer, ayrı güderdik. Akşam eve gelince de büyüklerimizden ya azar işitir, yada dayak yerdik. İdris’te kendi oğlakları ile birlikte dedesinin oğlaklarını güdemez, rahmetli hasta haliyle yanımıza oğlaklarını güttürmeye gelir, oturduğu yerde bize hikaye ve türküler anlatırdı. Anlattığı hikayelerin, söylediği türkülerin büyük çoğunluğu Dadaloğlu’na, Kozanoğlu Beyleri ile Gavurdağı Ağalarına ait olurdu. Ben küçük çocukken de vefat etti. O rahmetliden kalma hala uzun hava türkülerimize kulak aşinalığım var. Hala uzun hava türkülere ilgi duyarım.

Biraz büyüdüğümde benim Dedem Halilcioğlu’nunda (Halil Tatlı) türkü söyleyen bir ozan olduğunu, kardeşi Tatlı Ali’ninde ozan olduğunu öğrendim. Rahmetli annem Bekiroların annesi için babasının  söylediği şu dörtlüğü bazan söyler, hikayesini de anlatırdı:

Ocağa kurmuş sacı

Eline almış oklavacı

Bekir Dayımın ellengeci[2]

Haydi yaylaya, yaylaya...

Annemin babası askere gitmeden önce, saz çalıp türkü söylermiş. Köylüler yazın yaylaya gider, gidemeyenler köyde kalırmış. Bizim köyde Yılmazlar ve Karagözler sülalesine lakap olarak Bekirolar denirmiş. Bekirolar pek yaylaya gitmediğinden genelde köyde kalırmış. Yine böyle bir yayla zamanı köyde kalan Bekirolardan bir kadın ekmek yaparken köye gelen dedeme türkü söylemesini, söylerse kendisine Yağlı Bazlama[3] vereceğini söyler. Dedemde:

-Deli karı! Ben türkü söylersem sen beni kovalarsın! Bazlamayı ver, öyle söyleyim. Der ve bazlamayı yedikten sonra yukarıdaki dörtlüğü söyleyince dediği gibi karı oklavayı çeker ve”Ben ellengeçmiyim” diye kendisini kovalar.

Annemin Babası, aynı zamanda Babamın da Halasının oğlu olan Halilcioğlu, annem iki yaşında iken askere gitmiş ve bir daha geri dönmemiş. Kafkas cephesinde şehit olmuş. Şehitlik haberi de köye geldikten beş yıl sonra o da yanlışlıkla Havva Nineme söylenmiş. Anlatıldığına göre dedemin babası köydeki okulda hoca imiş. Kendisi de kardeşi Ali’yle birlikte saz çalarmış. Kendisine:

-Baban Hoca! Sen de saz çalıyorsun! Bu sana yakışıyormu? Dediklerinde:

-Şeyimi keserler mi? Diye sorar, Kesmezler! cevabını alınca da:

-Hiç mesele değil öyleyse. Dermiş.

Datlı Ali’nin de bilinen en meşhur türküsü Ağ Gelin türküsü imiş. Bu türküyü Yukarı Kaya dibinde oturan Meyrem Koca’nın oğlu  Ağzıküçük lakaplı Mustafa’sı için Antep yöresinde getirilen ve güzelliği ile meşhur gelini için söylediği anlatılırdı:

Bir kuş geldi Ağcadağ’a, Ziyarat’a, Kaya’ya

Uçtu geldi kondu bizim avluya,Ağ gelin, Sürmelim...

Şeklinde devam eden türkü bozlak veya uzun hava olarak söylenirdi.

Annem bu gelinin geldiğinde 6-7 yaşlarında olduğunu, bu türkünün Amcası Datlı Ali’ye ait olduğunu anlatır, Ağ  gelinin onbeş-yirmi gün sonra da geri gittiğini söylerdi. Babam da hikayeyi doğrular, Ağ gelinin kayınbabası Meyrem Koca’ya:

-Baba! Hastanın karısı olur, topalın karısı olur, körün karısı olur. Fakat Deli’nin karısı olmaz. Bana izin ver ben gideyim diyerek kayın babasından izin almış ve gitmiş diye anlatırdı. Güzelliği ile meşhur olan bu geline Datlı Ali bu türküyü yakmış, yaktığı bu türküyü de İslahiye Şatırhüyük Köyünde bir düğünde söyleyince uzun hava ve bozlak olarak benimsenmiş, 1930’lu yıllarda TRT sanatçısı ve türkü derleyicisi Nurettin Sarısözen tarafından derlenip te Radyodan yayınlanınca da tüm Türkiye bu türküye sahip çıkmıştır.

Ben, bu türküyü rahmetli Datlı Apık’tan sonra Ankara’da Keskin FM’de bu orijinal haliyle dinleyince TRT’nin Ankara Balgat’ta bulunan merkez binasına gitmiş,bu türkünün kaydını aramış bulamamıştım. Ayrıca bu türkünün Macar Bardok tarafından da derlendiğini öğrenmiştim. Bu gün halk arasında bu türkünün orijinal haline pek benzeneyen  “Ağ Gelin indimola yayladan” sözleriyle devam eden yeni tabirle “çakma[4] Ağ Gelin” türküsü söylenmektedir.

Kızlaç Köyü'ne ait olan türkülerden bir tanesi de meşhur Alageyik Türküsü'dür. Kızlaç'ın arkasındaki Ağcadağ'daki kayalıklara geyik avına giden ve kayadan düşerek ölen avcının türküsünü anlatır:
Bende gittim bir geyiğin avına
Geyik çeki beni kendi dağına ...

diye devam eden türkü bu gün itibariyle Türkiye'ye mal olmuş bir türküdür. Bu konuda kitap yazan meşhur yazarlardan Yaşar Kemal, gençliğinde Kızlaç Köyü'ne gelmiş, Kaya dibinde Kara Cuma  Lakaplı Babamın Halasının Torunu, Annemin de Amcasının Oğlu Cuma Tatlı'nın evinin giriş kapısında bulunan bir çift Geyik Boynuzunu kitabında abartılı bir şekilde anlatmaktadır. Kızlaç Köyü'nü abartılı bir şekilde anlatsa da Alageyik Efsanesini anlatan bir kitap yazmıştır.

Alageyik Türküsüne film çeken meşhur aktör Cüneyt Arkın, filmin çekimlerine o tarihte Bahçe İlçemize bağlı olan Hasanbeyli İlçesi Köylerinde çekmiş olsa da, Filmin final sahnesinde geyiğin göründüğü yer Kızlaç Köyü'nün Güney Batısı, yani Kızlaç-Karafenk (Hasanbeyli) sınırıdır.

Kızlaç Köyünün Kuzey arkası meşhur kayalıklarla dolu olan Ağcadağ Tepesidir. Eskiden büyük Kamalak, Andız ve Akçaağaç ormanıyla kaplı olan bölge bugün büyük oranda ağaçlardan temizlenmiş çıplak kayalık görünümündedir. Eskiden Rahmetli babam her kurban bayramından önce bu kayalıklara gider, bir yük kurumuş Andız Ağacı kökü getirirdi. Kurban bayramında bu Andız Kökleri yakılarak kor haline getirilir, Bayramda Çaman bu korun üzerinde pişirilir, bu da ete güzel bir lezzet katardı. babam bu alışkanlığını uzun süre devam ettirdi. Ancak ihtiyarlayınca bıraktı. Bizlerde okuyup memur olduğumuz ve köyde ikamet etmediğimiz için bu unutuldu gitti.  Bu gün itibariyle Devlet bu kayalıkları yeniden ağaçlandırma çalışması başlatmıştır. Yine eskisi gibi olması için yüzyıllar gerekmektedir.

Bende çocukluğumda saza merak sarmış, hatta “Gelin ayşem” türküsünü notalı olarak çalmayı öğrenmiştim. Otaokulda okurken Müzik yarışmasında: “Aşağıdan gelir omız omuza” türküsüyle birinci seçilmiş, hastalığım nedeniyle türkü söyleme isteğimde yarım kalmıştı. Büyüklerimiz de saz çalmaya şiddetle karşı çıktıkları için tabir caizse hevesimiz kursağımızda kalmıştı. Bizde dedemizin yolunda gidememiştik.

Yine K Maraş’ta okurken 1976 yılında köylümüz ve anneminde Üvey Dayısının çocukları olan Adem, İlyas ve enişteleri Maraşlı Mehmet tarafında Maraş Kalesinde bulunan Aile Gazinosu kiralanmış, İslahiye’de inşaat işçisi iken Garson olarak aldıkları bu günün meşhuru İbrahim Tatlıses’e (Gerçek soyadı Tatlı olup Şanlıurfa’lıdır. Bizim köydeki Tatlı’larla soyisim benzerliği dışında bir akrabalığı yoktur.) canlı olarak türkü söyletirlerdi. Maraş kalesinde Aile Gazinosunda çalışırken canlı olarak sahneye çıkar, müşterilere türküler söylerdi. Ben öğrenci olduğum için ve aile olarak gelmeyenler Gazinoya alınmadığından tek olarak gelmezdim. Ya gazinoyu işleten Maraşlı Mehmet’in hanımı veya akrabalarıyla, ya da bizim köydeki lokantayı işleten Sarı Kamil’in eşi veya çocukları ile gelirdim. Biz müşteri olmadığımızdan çalışanların içinde olur, bazanda onlara yardım ederdik. İbrahim Tatlıses’i o yıllarda yakından görür ve dinlerdim. Gazino içkili olduğundan arkadaşlara da gazino yerine sinamaya gittiğimi söylerdim. O yıl “Ayağında Kundura” türküsüyle meşhur oldu ve garsonluğu bıraktı. Maraşlı Mehmet’te o yıldan sonra K.Maraş İmam-Hatip Lisesinin yanında bulunan Gücsüzler Yurdu’na Aşçı oldu. İşletmeciliği bıraktı. Zaman zaman yanına uğrardım. Bana çok yardımı olmuştur. Mezun olduktan sonra da bir daha göremedim.

Ankara Bala’da memurken dinlediğim bizim Gavurdağına ait türkülere orada Keskin Türküleri dendiğini öğrenmiştim. Keskin ağzı denilen türkülerin büyük çoğunluğu bizim Gavurdağı türküleriyle birebir uyuştuğu gibi Kırşehir ve Keskin’li aşıkların söylediği uzun hava, bozlak veya türkülerin bazıları Dadaloğlu’na veya Karacaoğlan’a ait olurdu. Ben dinlediğim bu türkülerin bizim yöresel türkülerimiz olduğuna kimseyi inandıramamıştım.

Yıllar sonra Osmaniye Kadirli’ye memur olarak geldiğimde Soy kütüğümüzü[5] araştırdığım zaman Keskin Ağzı olarak dinlediğim türkülerin bizim Gavurdağında Fırkai İslahiye tarafından Kırşehir ve Keskin’e sürgün edilen Kilisli Deli Halil ve  Küçükali oğlu Mustafa Paşa’nın adamları olduğunun belgesini buldum. Küçükalioğlu Mustafa Paşa Dedemin anne tarafından dedesi Seydo Ağanın babasıydı. Kayıtlara göre Fırkai İslahiye tarafından hile ile yakalanmış, önce İstanbul’a, oradanda Niş’e sürgün edilmişti. Adamlarınında büyük çoğunluğu Kırşehire ve Keskin’e sürülmüştü. Keskin Kaymakamına bilgisayar üzerinden bu belgelerden bahsederek bununla ilgili ellerinde kitap, bilgi ve belge olup olmadığı, varsa tarafıma gönderilmesini istedim. Kaymakam Bey verdiği yazılı cevabında söylediklerimi doğrulamakla birlikte ellerinde herhangi bir belgenin olmadığını, Halk Eğitim Merkezi ile irtibata geçmemi istemiştir. Halk Eğitim Merkezleri genelde yöresel giysi, oyun ve türkülerle ilgilendiği, tarihi geçmişlerle ilgilenmediği için irtibata geçmedim.

Yine soykütüğü araştırmalarımda, Dedemin Anne tarafından büyük dedesinin Küçükalioğlu Mustafa Paşa olduğunu öğrendiğim gibi Baba tarafınfan Büyük Dedesinin Fırkai İslahiye tarafından İstanbul’a sürgün edilen Kozanoğlu Beylerinden Halil Bey olduğunun belgelerine ulaştım.

Dadaloğlu bizim Gavurdağı yöresinde yaşamış ve Gavurdağı türküleri ile meşhurdur.

Halk arasında bu gün Kanlıgeçit ismi ile bilinen yerde Çukurovaya inmek isteyen Cerit Aşireti ile yaptığı kavgayı anlatan:

 

Ey der Dadaloğlu’m yandım yakıldım.

Yarsuvat’ta güreş ettim yıkıldım,

Üçyüz atlı ile harbe dıkıldım.

Yüzü burda, ikiyüzü nic’oldu.

 

Dizeleri ile yenilgisini anlatır. Bu aşiret kavgalarını önlemek ve halkı yerleşik düzene geçirmek üzere Osmanlı tarafından Fırkai İslahiye adında bir Islah ordusunun Ahmet Cevdet Paşa komutasında yöreye gönderilmiştir. Bu ordu Gavurdağının hakimi olan Küçükalioğullarını ve Kozan dağının hakimi olan Kozanoğullarını bölgeden sürmüştür. Bunu Ahmet Cevdet Paşa tezakir atlı eserinin üçüncü ciltinde açık açık anlatır. Ayrıca Osmaniye Valiliği İl Kültür Müdürlüğü’nün yayınladığı ve M.Fatih Sansar’ın bir araştırması olan Fırkai İslahiye ve Osmaniye adlı eserde de Fırkai İslahiye ordusunun Osmaniye’de yaptıkları işleri Ahmet Cevdet Paşa’yı esas kaynak alarak diğer kaynaklarla birlikte açık açık anlatır.

 

Dadaloğlu, hem Küçükalioğlu Mustafa Paşa ve hemde Kozanoğulları beyleri için türküler söylemiştir. Küçükalioğlu Mustafa paşa için söylediği:

 

Yine tuttu gavur dağı boranı,

Hançer vurup, acarladı yaramı,

Sana derim Mıstık Paşa öreni

İçindeki bunca beyler nic’oldu.

Sabahaca kandilleri yanardı,

Soytarılar fırıl fırıl dönerdi

Ha deyince beşyüz atlı binerdi.

Sana inip, konan beyler nic’oldu.?

....

Kozanoğlu Beyleri ve Fırkai İslahiye Ordusu için söylediği:

Aşağıda Yusuf Paşam geliyor,

Düşmanına karşı koyan merd’olur.

Şahin kocasada vermez avını,

Ta ezelden kurd eniği kurd’olur.

...

Dizelerinde Fırkai İslahiye’nin iskanına karşı gelmeyi destanlaştırır. Fakat Kozanoğulları Fırkai İslahiye’ye karşı gelmemiştir. Bizim büyük dedemiz olan Kozanoğlu Halil Bey kardeşi Hacı Bey’ide alarak Aziziye (Kayseri Pınarbaşı)’de üçbin kişilik adamıyla (bazı kaynaklarda bu sayı onbin olarak geçmektedir.) Fırkai İslahiye Ordusuna katılınca diğer Kozanoğlu Beyleri Fırkai İslahiye Ordusuna karşı gelememiştir.

Fırkai İslahiye Ordusu bölgede düzeni sağlamak için tüm Kozanoğlu Beylerini Kozan dışına sürmüştür. Buna bizim büyük dedemiz Halil Bey’de dahildir. Bu ülkede Başbakanlık yapan Sayın Prof. Dr.Necmettin Erbakan’ın Dedesi Hüseyin Bey’i de alarak İstanbul’a sürgün gitmiştir. Halil Bey’in torunu Abdurrahman Efendi İstanbul’da Erbakan’ın babasıyla okuyup Mustandik (Savcı) olarak Fırkai İslahiye ordusunun kurduğu ve adını bu ordudan alan İslahiye’ye (Erbakanın babasıda Erzurum’a Mustandik) atanınca Babası Haci Bey (Tatar Hacı) Kızlaç Köyüne geri gelip yerleşmiş ve Kamanağzı Mezarlığında meftundur.

Dadaloğlu'nun, iskandan sonra söylediği Kırşehir ile ilgili türküleriyle de Küçükalioğlu Mustafa Paşa’nın adamlarıyla birlikte Kırşehir yöresine  sürgün edildiği anlaşılmaktadır.

Benim konunun Kızlaç Köyü ile olan ilgisine gelince: Kızlaç Köyü’nün karşısında olan ve asırlık Kocaçınar’ın üst tarafında yer alan Çukuryurt ve Acı Alma ile ilgilidir. Acı Alma’ya gidipte oradaki taş harabeleri bilmeyen yoktur. Osmanlı döneminde Doğunun geçit yeri olan Aslanlıbel (Belinbaşı) ve Hasanbeyli (Fevzipaşa) geçit yerinin tam ortasında yer alan bu yerler Dadaloğlu türkülerinde sık sık dile getirilmektedir. Eskiden şu an mevcut yollar olmadığından kervan yolları mevcuttu. Ve bu yollar denetim altında tutulurdu. Bu isimlerle ilgili yaptığım çalışmalarda Feke’de Maraş tarafında da bu isimde yerler olsa da yukarıda bahsettiğim Kanligeçit (Yarsuvat)’te Ceritlerle yapılan kavgada anlaştığı diğer beylerden habersiz olarak ve Gavurdağı'ndan hareketle (muhtemelen Acı Alma’dan) Ceritlere arkadan saldırdığı, bu günkü gibi haberleşme olmadığından üçyüz (bazı kaynaklarda dokuzyüz) kişilik adamlarıyla Ceritleri yararak o zaman yerleşim yeri olan Kadirli yakınlarındaki Anavarza Kalesine ulaştığı, diğer beylere kızarak yukarıda bir dörtlüğünü aldığım Yarsuvat (Kanlıgeçit)türküsünü söylediği halk arasında hala anlatılmaktadır.

Benim soy kütüğümüzü[6] çıkarmamda da bu Çukuryurt ve Acıalma’nın büyük yeri vardır. Buranın Avşarların yaylası olduğu ve Fırkai İslahiye’de yayınlanan Kozanoğullarına ait secerede Halil Beyin oğullarına kaldığı Kızlaç Köyündeki akrabalarımızla tesbit ve tescil edilmiştir. Eski anlatımlarda bu yöndendir. Fırkai İslahiye ordusunun hareketi de bu anlatımları doğrular niteliktedir.

Kozanoğlu Sülalesinin Farsak veya Varsak Afşarlarının Arıklı Cemaatinden olduğu kayıtlarla mevcutur. Türküleri bu yörede halk arasında hala söylenen Karacaoğlan’da Farsak veya Varsak Türkmelerindendir. Yani bizimle aynı soydan ve aynı boydandır ve farklı türkülerle bu yöreyi anlatmaktadır:

Vara vara vardım Alma deresi,

Uzak kaldı nazlı yarla arası,

Artıyor, eksilmez gönül yarası,

Saran kollar yorulur mu bir zaman.

.....

Araştırmacı İsmail Görkem: TÜRK GÖÇER ŞAİRLERİNE AİT ESERLERİN  DERLEME, İNCELEME VE DEĞERLENDİRME SORUNLARI (Dadaloğlu’nun “Kalktı Göç Eyledi” Türküsünden Hareketle)* adlı yazısında:

“Tespitlerimize göre Dadalı Musa, 1776 tarihinde sağdır. Dadalı Musa’nın oğlu olan ve ‘Dadaloğlu’ mahlâsını kullanan ‘Veli’ de H. 1262 (M. 1845-46) yılından evvel ölmüştür (Görkem 2006: 28-32).  ‘Dadalı Musa’ veya ‘Dadaloğlu Veli’ye ait metinlerin, 1865-66 yıllarında Derviş Paşa ve Ahmet Cevdet Paşa tarafından yapılacak olan ‘Fırka-i Islahiyye’ hareketinden önce yeniden üretildiği (=re- production) kanaatindeyiz. Böyle olunca, elbette türküde anlatılanların, ‘Fırka-i Islahiye’ öncesinde Türkmen aşiretlerinin yaşadığı ‘iskân hatıraları’ olduğu düşünülmelidir. Muhtemeldir ki, şiir ‘Dadaloğlu’ mahlası halk hafızasında korunarak, özellikle Afşar Türkmenleri arasında ‘Fırka-i Islahiyye’nin acılarını dile getiren bir niteliğe büründürülmüştür. Şiirin Cingözoğlu Seyyid Osman’ adına derlemelerinin mevcudiyeti, bu hususu doğrulamaya yarar mahiyettedir (bk. Görkem 2006: 282- 284).”

Bu tesbit afaki olup ne kişi, ne zaman, nede söylenen türkülerle uyuşmaktadır. Benim bunu anlatmamdaki nedende böyle masa başı afaki anlatımlar yerine gerçeğin kişi, zaman ve mekan üçlemine uygun gerçek söylemlerin ortaya çıkartılmasıdır. Özellikle harf devriminden (yıkımından) sonra halk geçmişinden mahrum bırakılmıştır. Kendi menfaatinden başka hiçbir şey düşünmeyen yeni bir nesil oluşturulmak istenmiş ve bundan da büyük başarı sağlanmıştır. Geçmişe sövmek makam ve mevki sahibi yapmıştır. Buna da en iyi örnek  Milli Şairimiz M.Akif Ersoy’un:

Gelenin hatırı için geçmişe asla sövemem.

 

Demesi ve bu ülkeyi terk ederek Mısır’a gitmek zorunda bırakılmasıdır.

Benim gerçek isimlerle, yer ve zamanla anlatmam gerçeğin ortaya çıkarılması içindir. Saz çalmayı aptallık sayan aptallara, aptallıklarını hatırlatmak içindir. İçinde bulundukları cehaletle sazı şeytan aleti sanıp kıranlar, biz Avşarların büyük bir geleneği olan “Aşıklık geleneğinin” yok olmasına büyük katkı sağlamışlardır. 

Onun için Dadaloğlu’nun şu dizeleriyle yazıma son veriyor ve bu türkünün Acıalma ve Çukuryurt'tan göçü anlattığına inanıyor ve bunun araştırılması gerektiğine inanıyorum:

Ey der Dadaloğlu’m kavga kurulur,

Öter tüfenk, davlumbazlar vurulur,

Nice koçyiğitler yere serilir,

Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.

 

 

                                                                                     29.10.2014

                                                                                 Mustafa DEMİR

                                                                                   OSMANİYE




[1] Aslı Göğcedağ’dan aşan yollar bizimdir.
[2] Ellengeç: Yengeç’in yöresel adı. Genelde zayıf olan kişilere söylenir.
[3] Bir tür yağlı kalın gözleme.
[4] Çakma: Aslına benzeterek söylenmiş uydurma türkü.
[5] Sülalemizin tarihi geçmişi. Kızlaçlı Fakılar olarak musdem80.blogspot.com adresinde yayınlanmıştır.Aynı zamanda Kızlaç Köyü’nünde geçmişi olmaktadır. İsteyen kişiler akrabalık durumuna göre Seceresini çıkarabilir.
[6] Soy kütüğümüzü de “Kızlaçlı Fakılar” adı ile ve kaynaklarıyla birlikte yayınladım. Benim çalışmalarımı hazırladığım, içinde köylerde düğün ve mevlitlerde çektiğim görüntülerimin, çalışma yazılarımın ve belgelerimin bulunduğu harici Harddisk’imin tarfik kazasında engelli olan oğlum tarafından yere çalınarak kırılması üzerine yazının daha kalıcı olduğunu gördüm ve bu hatıratımı hazırladım.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder