21 Aralık 2015 Pazartesi

SAĞLIK-KARAR DÜZELTME


 DANIŞTAY 15. DAİRESİ BAŞKANLIĞI’NA

SUNULMAK ÜZERE ANKARA 5. İDARE MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİ İÇİN

NÖBETÇİ OSMANİYE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

                                                                             Dosya No: 2015/4851 Esas, 2015/5131 Karar

 

KARAR DÜZELTME TALEP

EDEN    DAVACI                 :   Mustafa DEMİR-
 

DAVALI                                 :    SAĞLIK BAKANLIĞI

 

KARAR VEREN MAHKEME: ANKARA 5. İDARE /2014/480Esas, 2014/1341 Karar

 

TEMYİZ  MAHKEMESİ     :   DANIŞTAY 15. İDARESİ

 

TEMYİZ DOSYA NO              :   2015/4851 Esas, 2015/5131 Karar

 

KARAR TARİ           :   11.09.2015

 

TEBLİĞ TARİHİ                 :    16.12.2015

 

KONU                                    :  Danıştay 15. Dairesinin 11.09.2015 tarih ve 2015/4851 Esas, 2015/5131 karar numaralı Kararının KARAR DÜZELTME istemidir.

 

AÇIKLAMA                         :    Oğlum Halil Demir 06.08.2004 tarihinde Ağır yaralanmalı trafik kazası geçirmiş olup bu gün itibariyle %98 beyin özürlü ve bakıma muhtaç kalmıştır. Kamu kurumlarıyla rezalete dönen mahkemesi ve Rüşvet Davaları ile uğraşmaktan sağlığım bozulmuş ve Hemodiyaliz Hastası olmuştum. Kamu Denetleme Kurumuna mağduriyetinin giderilmesi için İran'da uygulanmakta olan Böbrek Nakli uygulamalarının bir benzerinin ülkemizde de uygulanması ile mağduriyetimin bir nebze giderilmesi için başvurunca Kamu Denetleme Kurumunun isteğiyle bu dava oluştu.

            Dava Ankara 5. İdare mahkemesinde görülmeye başlandı. Karar verilirken sanki ülkede savaş varmış gibi saçmalanarak  İranda Böbrek Ticareti olduğu ileri sürülse de bunun nasıl bir ticaret olduğu açıklanamadı. Avrupa Biyotıp sözleşmesine madde belirtilmeden atıf yapıldıysa da biz temyiz dilekçemizde maddenin metnini yazarak bunun iran usulüne bir engelinin olmadığını izah ettik. Ülkenin sanki savaşta olduğunu ima eden Anayasa'nın 15. maddesini gerekçe yapıldıysada biz ülkemizde herhangi bir olağanüstü durum, savaş vs. bulunmadığını, velevki olsa bile bu maddenin bile bizi desleklediğini, 17. maddenin zaten bizim talebimize uygun olduğunu açıkça izah ettik. Dava dilekçemizde böbrek naklinde İran üsülünün uygulanmasında herhangi bir engel bulunmadığını, aksine Anayasamızın 10. maddesine göre rahatlıkla uygulanabileceğini ve bunu uygulamaya da Sağlık Bakanlığının yetkili olduğunu ve bu yönden bir karar verilmesini talep ettik.

            On yıldan fazladır oğlumun kazası nedeniyle hukukla uğraştığımdan artık hukuk kitabı yazacak şekilde tercübe sahibi olduğum için Danıştay 15. Dairesinin benim mağduriyetimden ve böbrek nakinde İran usulü veya benzeri usulden tek kelime bahsetmeden Red etmesi bana şu fıkrayı hatırlattı: Bektaşiye sormuşlar Abdestsiz namaz Olur mu? diye. Demiş olur! Nası olur? demişler. Cevaben: Ben kıldım oldu. Demiş. Bizim Hakimler de "Ben Karar verdim, oldu" diyerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde kaybettikleri hukuksuz dava birinciliğini almak için var güçleri ile çalışmaktadırlar.

            Hukuk kitabı çalışmalarımda bir istatistik dikkatimi çekti. Japon Hükümeti mahkemelerinde %3 civarında olan yanlış karar yüzdesini sıfırlamak için komisyon kurarken bizim ülkemizde %88 olan hukuksuz kararların daha fazlasını vermenin yolları aranmakta, vicdan yerine cüzdanla karar verilmektedir. Bu da bir Başbakan tarafından Meclis Kürsüsünde dile getirilmekte fakat hukuksuz karar verenler hala korunmaktadır. Bu nedenle bizde çalışmalar yaparak vicdanı yerine cüzdanı ile karar verenleri teşhis ve teşhir etmek için ne gerekiyorsa yapacağız. Elde ettiğimiz bilgi ve belgeleri de kurmuş olduğumuz derneğimizde yayınlayarak derneğimize gelir sağlayacağız.

            Oğlumun kazası nedeniyle yaşadığım mağduriyetleri ve mahkemelerdeki hukuk skandalları nedeniyle açılan davalara örnek olarak size Vakıfbank Davasında bir dilekçe örneği gönderiyorum. Bu dilekçede anlayacağınız bu davaya tıpa tıp benzemesidir. Vakıfbank Davasında, Banka Avukatının isteğiyle 3 mahkemede zırvalanınca artık bunun bir kitap haline getirileceği belirtilmiş ve yaşanan hukuksuzluklar sıralanmıştır. Bunun üzerine size gönderdiğim bu dilekçeye yeni bir dosya numararsı verilerek yeni bir dava açılmıştır. Bu Böbrek Nakli davasında da  Sağlık Bakanlığı Müsteşarının isteğiyle hukunu içine edilerek Avukatlık ücreti Sağlığın ve Hukuksuzluğun önüne geçirilmiştir.

            Şu unutulmasın: Bu davayı her ne karar ben açtıysam da benim şahsımda tüm organ bekleyen vatandaşları ilgilendirmektedir. Kamu Denetleme Kuurumu'nun isteği üzerine açılan bu davanın neticesi de Kamu denetleme kurumuna iletilmekle kalınmayacak, bir kitap haline getirilerek amaçları arasında hastalara yerdım etmek, Sağlık ve Rehabilitasyon tesisleri açmak olan derneğimize gelir sağlanacaktır. Bu nedenle bizim kişilerle herhangi bir husumetimiz yoktur. Dava dilekçemizde ve cevaplarımızda açıkça belirttiğimiz gibi Böbrek Naklinde İran usulünün ülkemizde uygulanması ülkemiz menfaatinedir. Şu an diyalize giren bir vadandaş için sağlıklı kişiden nakil on yıllık diyaliz masrafından ortalama %70 daha hesaplıdır. Sağlanacak iş gücü ve memnuniyeti de cabasıdır. Dilekçemizde de belirttiğimiz gibi yaşanan böbrek ticareti ve hukuksuzluklar da önlenecektir. Biz kanunlara uygun olmayan, kişilerin isteği, bilgisi ve onayı dışında herhangi bir talepte bulunmadığımız gibi sizin karşı çıktığınız organ ticaretine biz de karşıyız. Organ ticareti teklifi tarafımıza yapıldığı için bu davayı açmış bulunmaktayız. Bir zamanlar ülkemizde var olan Tütün yasağı gibi binlerce mağdur yaratmadan bu yasağın kaldırılması için çalışma ve düzenleme yapılması için bu dava açılmıştır. Tek kelime bahsetmeden "ben verdim oldu" mantığıyla karar verilmesi hukuka aykırıdır. Bu nedenle hukuken ne gerekiyorsa yapılmaktan tereddüt edilmeyecektir. Vakıfbank davasında olduğu Anayasa da bile saçma karar çıkartılsa da sonuç alıncaya kadar üzerine gidilecektir. Ya nakil için gereği, ya da mağduriyetimizin bedeli mutlaka alınacaktır.

 

NETİCE VE TALEP  : Yukarıda açıklanan nedenler ve Re’sen Mahkemenizce tespit edilecek sair nedenlerle; HUKUKA, HAKKANİYETE VE VİCDANA aykırı olan Ankara 15. İdare Mahkemesinin 13.11.2014 tarih ve Esas No:201/480;Karar No:2014/1341 sayılı kararının onanmasına karar veren Danıştay 15. Dairesinin 11.09.2015 tarih ve Esas No:2015/4851;Karar No:2015/5131 Karar sayılı  kararının DÜZELTİLMESİNE KARAR VERİLMESİNİ ve Mahkeme Mastaflarının davalı idare üzerinde bırakılmasını talep ederim.                              

Ek: 11. İdare yenileme dilekçesi sureti.                                                                                                            

                                                                                                                          21.12.2015

  

Mustafa DEMİR

                                                                                                                                Davacı

 

           

                       

1 Aralık 2015 Salı

TÜRK ADALETİ


TÜRK ADALETİ

 

            06.08.2004 tarihinde oğlum Halil Demir, Ankara-Bala'da Bala Lisesi önünde kaldırımda 15 yaşında kör bir çocuğun arkadan ve hızla çarpmasıyla kazaya maruz kalıyor ve ağır yaralanıyor. Kaza yapan çocuk aracı bırakıp kaçıyor. Kardeşi karşı bakkaldan telefonla babasına ulaşıyor. Polisten önce olay yerine ulaşan baba suçu üstleniyor. Kazanın kaldırımda olduğunu ve kendisinin yaptığını söylüyor.

            Kazadan sonra olay yerine ulaşan Polis gerekli emniyet tertibatını alıyor. Trafik Polisi Mustafa Gödek kaldırıma çıkan aracın izini tüm milletin gözü önünde çiziyor. Bu sırada oğlum Bala Lisesi girişinde yatıyor. Ölü diye ilgilenmiyorlar. kaldırımda araç iziyle ilgilenmekte olan Trafik Polisi Mustafa Gödek'in boğazına Ali adlı polis sarılıyor ve: "Yerde yatan İnsan, onunla niye ilgilenmiyorsun?" diye kızınca Ali adındaki polis olay yerinde uzaklaştırılıyor. Mustafa Gödek'te oğlumla ilgilenmeden kaldırımı çizmeye devam ediyor.

            Kazadan sonra olay yerine gelen Sağlık Meslek Lisesinde yeni mezun genç, oğlumun boğazına kaçan dilini çıkartarak yaşama döndürülmesini sağlıyor. Bu sırada aradan yarım saat kadar bir zaman geçiyor. Kaza yerine Dr. Salih YILMAZ ve Eczacı C. Barbaros AYATA geliyor. Barbaros Bey o zamana kadar kimsenin tanımadığı oğlumu tanıyor. Salih Bey derhal oğluma müdahale ederek Ambulansı beklemeden trafik polisinin aracıyla Bala Sağlık Ocağına kaldırıyor. Barbararos Bey geçerken evimde beni aldı ve Sağlık Ocağında oğlumu teşhis ederek Ambulansla Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine zor yetiştirdik. Salih Bey izinli olmasına rağmen derhal Sağlı Ocağında görevi devir alarak nöbetçi doktorun oğlumun başında gelmesini sağladı. Daha sonraki itirafında ise :"Hastanın Ankara'ya yetişeceğinden ümidim olsaydı başında giderdim." diye anlattı.

            Mağdur kaza yerinde ayrıldıktan sonra kaza anında çeşmede su doldurmakta olan Tanık Can Gürbüz tüm kalabalığın önünde kazayı anlatıyor ve kazanın çocuk tarafından ve kaldırımda gerçekleştiğini tüm kalabalık duyuyor. Olay yerine intikal eden Başkomiser ve Emniyet Amir Vekili Ali Mülayim, Gan Gürbüz'ün ifadesine başvurmak üzere kalabalık içinden alarak Bala karakoluna getiriyor ve ifadesini alıyor. Kepçeci Mustafa Yaşar ve olay yerinin karşısında bakkalı olan Mekin Öktem'de karakola çağrılıyor ve ifadeleri alınıyor.

Kaza yaptığını söyleyen Ahmet Çalış ifade vermiyor ve tutanak tutuluyor.Trafik Polisi Mustafa Gödek cumartesi günü, kazayı çocuğun babası Ahmet Çalış'ın yaptığına ve oğlumun hiçbir kusurunun bulunmadığına dair Kaza Tespit Tutanağı düzenliyor ve karakola teslim ediyor.

            Ben durumu çok ağır olan oğlumun durumuyla ilgilendiğim için Kaza sonrası Bala'ya dönmedim. Oğlumun durumunun çok ağır olması ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde görevli bir Prof. Dr.'un uyarısıyla Cumartesi günü oğlumu Gazi'den alarak Özel Ankara Güven Hastanesine kaldırdım. Kaza yapanların yakınları da kazanın kaldırımda olduğunu teyit ediyorlardı.

            Başkomiser ve Emniyet Amir vekili Ali Mülayim Cumatresi günü yanına iki polis alarak (birinin adı Ali Afacan, eve geldiğini teyit etti.)Bala'daki evime geliyor, hemşerimiz olduğunu söylüyor. kazanın kaldırımda olduğunu ve oğlumun hiçbir kusurunun bulunmadığını söylüyor. Oğlumun kimlik bilgilerini alıyor ve gidiyor.

            Buraya kadar herşey normal. Anormal bir durum yok. Gelelim bundan sonrasına; Kazayı yapan Ahmet Çalış nezarete alındığından kaza yapan çocuğun annesinin dayısı olan Kuyumcu Abdulkadir Kılıç, kazadan sonra avanesiyle karakol ve emniyeti mesken tutuyor. Kazadan sonra hemen Başsavcı Mustafa Saylam'a ulaşıyor ve onu RÜŞVETE boğuyorlar. Görevli Savcı İrfan Saz kazanın üçüncü günü(Pazar günü) olay mahalline geliyor. Kuyumcu Abdulkadir Kılıç, Ahmet Çalış'ın Kayınpederi, Yeniyapan Köyü Muhtarı Medet Kara, Toptancı Ayhan ve Avukat Sabite Gürman  Savcılığı ziyaret ediyorlar. Kuyumcu beni davacı ettirmeyeceğini ileri sürüyor. Savcı ve Polislere teminat üstüne teminat veriyor. Hatta benim için: "O topal kim oluyor, ben onu davacı bile ettirmem" diye konuşuyor.

            Kuyumcu Abdulkadir'in yalanına inanan Savcı ve Bala Emniyet Amir Vekili ortak olarak beraber, oğlumun Ahmet Çalış adına düzenlenen kaza raporunu "Münasip yerlerine" sokuyorlar. Evrakları değiştirmek için harekete geçiyorlar. İlk olarak ifadesini aldıkları Can Gürbüz'ün ifadesini münasip yerlerine sokarak yok ediyorlar. Kepçeci Mustafa Yaşar'ın ifadesini istedikleri gibi değiştiriyorlar. Tanık Mekin Öktem'in ifadesini de değiştirmek istiyorlarsa da emekli bir polis memuru olan bakkal Mekin Öktem'in ifadesini değiştiremiyorlar. İfade vermeyen Ahmet Çalış'ın ifadesi bizzat Amir vekili Ali Mülayim tarafından pazar gecesi Cumartesi günü tarihiyle ve saat yazılmadan alınıyor. Bu arada komşum Barbaros Ayata benim adıma daha önceden Ahmet Çalış adına düzenlenen tutanağı Pazar gecesi saat gece 23:00 sıralarında istiyor. Ali Mülayim'le atışıyorlar. Polisler Barbaros Bey'i sakinleştiriyorlar. Ahmet Çalış adına düzenlenen raporu değiştirilecek diye vermiyorlar. O gerçek Rapor Ali Mülayim ve savcı İrfan Saz'ın hala münasip yerinde duruyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Adalet Bakanı dahil Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri hala "O Raporu" bulamadılar. Onca soruşturma ve davaya rağmen adamlar münasip yerlerine rüşvetle o kadar evrak doldurmuş ki benimkisi hala bulunamadı. Bende yılmadan aramaya devam ediyorum. Ya o gerçek raporu çıkaracaklar yada kendilerini koruyan Türk Adaleti Yetkilileriyle birlikte bedelini ödeyecekler.

            Savcı gelip gittikten sonra Trafik Polisi Mustafa Gödek, oğlumun yol ortasına kazaya maruz kaldığını, kaza yapanların hiçbir kusurunun bulunmadığını, sol tarafı kırılmış aracın oğluma sağ tarafıyla çarptığını gösterir bir rapor getiriyor. Savcı akşamdan gittiği için gece karalol polisleri küfürle birbirine giriyor. Evrak ve raporların rüşvetle değiştirilmesine karşı çıkan polisler vardır. Fakat ben küçük bir memur olduğumdan kuyumcu ve Savcı'ya karşı birşey yapamayacağımı düşünerek susuyorlar. Polis Mustafa Gödek Pazartesi günü oğlumun %60 kusurlu olduğuna dair bir rapor getiriyor. Polisler yine kavga etselerde seslerini çıkaramıyorlar. Evrakları Pazartesi günü düzgün olarak değiştiren ve Rüşvetini alan Ali Mülayim, evraklar pazar günü düzenlenmiş gibi bir üst yazı hazırlıyor. Rüşvetle gerçek raporu münasip yerine sokan Savcı İrfan Saz'da evrakları Pazar günü teslim almış gibi Pazartesi günü kendi el yazısıyla attığı pazar tarihiyle teslim alıyor. Böylece evrakları değiştiriyorlar.

            Bizde kaza kaldırımda olmuş, karakol da gerekli işlemi yapmış diye kaygısız oğlumuzla ilgileniyoruz. Kazadan 35 gün sonra daha önce "çeketini satıp beni mağdur etmeyeceğini" söyleyen Ahmet Çalış, kayınbabasıyla Güven Hastanesine gelipte: "Oğlunu niye Numuneye yatırmadın? Bu hastanenin parasını nasıl ödeyeceksin? Malınız, mülkünüz varmı?" gibilerden konuşunca bende "Malımızda var, mülkümüzde var, ben size güvenerek bu hastaneye yatırmadım" diyerek adamları kovdum. Bala'ya dönüp resmi evrakları aldım. Resmi evraklara göre kaza oğlum karşıdan karşıya geçerken yol ortasında meydana gelmiş. Sürücü %40, oğlum %60 kusurluymuş. Oysa olay yerinin karşısında bakkalı olan emekli polis tanık Mekin Öktem, oğlumun yol geçmediğini, kendisinin dükkanını önünde ve yol kenarında oturduğunu, eğer oğlumun dükkanını önünde yol geçerse mutlaka görmesi getektiğini anlatmmaktadır. Ahmet Çalış'ta tanık Mekin Öktem ifadesini değiştirmediği için suçu üstüne alamamış, fakat suçu kendi oğlunun üstüne atarken suç oranını değiştirmeyi, suçu olmayan oğlumu  Rüşvetle suçlu göstermeyi başarmış. Savcı, Emniyet Amir vekili ve Polisler Rüşvete evrakların değiştirilmesine göz yummuşlar.

            Ben hemen resmi işlem başlattım. Savcılığa ve Kaymakamlığa birer dilekçe verdim. Başka tanıkların da olduğunu, kazanın bana böyle anlatılmadığını savcıya söyledim. Resmi bir dilekçe ile davacı oldum.

            Kaymakamlığa verdiğim dilekçe Ankara Emniyet Müdürlüğüne gönderildi ve soruşturma başlatıldı ise de Benden ve Eczacı Barbaros'tan başka tanık dinlenmemiş. Adamlar Rüşvet veren Ahmet Çalış'ı Barbaros Beyle birlikte tanık göstermişler. Barbaros Bey'in "Ahmet Çalış adına düzenlenen kaza tutanağı bana verilmedi" ifadesini hiç dikkate almadan Ahmet Çalış'ın ben rüşvet vermedim, Ali Mülayim ve Mustafa Gödek'inde biz rüşvet almadık ifadesini alarak, soruşturma yaptık "rüşvet yok" diye dosyayı kapatmışlar.

            Savcı ilk olarak bir keşif başlattı. Benimde bu keşfe katılmamamı istediyse de ben dinlemedim. Ankara'ya giderek bir Avukat getirerek keşfe katıldım. Keşifte savcı o kadar taraflı davrandı ki beraber oturduğum Dr Salih, Barbaros ve Tanık Mekin Öktem'in yanından kalkarak Savcı Beye : "Savcı  Bey, bu keşfi sizmi yapıyorsunuz? yoksa Ahmet Çalış mı yapıyor?" diye sorunca Savcı Ahmet Çalış'ı tanıkların yanında uzaklaştırdı ama adam vicdanını sattığı için gerçek keşfi Ahmet Çalış yapıyormuş. Keşifte Bala Jandarma karakolunda Abdullatif Öztürk adında bir uzman çavuş Bilirkişi olarak görevlendirilmiş. O da Mustafa Gödek'ten dana kötü bir rapor hazırladı. Adeta Mustafa Gödek'e rahmet okuttu. Hatta "Polisi nasıl şikayet eder, ben daha kötüsünü vereyimde görsün" diye de ahlaksız bir laf ettiği bana geldi. Bende Ankara'ya giderek kendime avukat tuttum, keşfe katılan avukatla anlaştım.

            Oğluma artık Fizik tedavi gerektiği için hastane aramaya başladım. Oğlumun durumunu öğrenen hiçbir resmi fizik tedavi ve rehabilitasyon hastanesi oğlumu kabul etmiyordu. Buna Beytepe Askeri Hastanede dahildi. hatta Beytepe Asker Hastanesi Nöroloji doktoru oğlumun evraklarını görünce "Sivil hasta beni ırgalamaz" diyerek laf etmiş, kendisine evrakları veren görevli, "Terbiyesiz ne biçim konuşuyor" demek zorunda kalmıştı.

            En sonunda yeni açılan İncek Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon hastanesine  aylık yaklaşık iki maaş ücretle yatırmak zorunda kaldım. Daha sonra hastane sahibi olan Beyin Cerrahı İzzettin Bey "ben bu hastayı parası için aldım. Yaşayacağında hiç ümidim yoktu, sizin bakımınızla yaşadı." diye itirafta bulundu. Benden sonra da bu durumdaki hiçbir hastayı kabul etmedi. Hastaneye oğlumu yatırdığımda yıllar önce Türkiye Petrollerinde beraber çalıştığımız Kemal Bey'le karşılaştım. Onun oğlu da okurken beyin kanaması geçirmiş ve durumu ağırdı. Oda benim gibi yüksek ücretle kalıyordu. Ama onun Tedavi giderlerini kurumu olan Botaş karşılıyordu. Diğer kurumlarda yatanlardan hastası ağır olanları hep kurumu veya kurumunun yan kuruluşu tedavi masraflarını karşılıyordı. Bende yardım için Diyanete ve Diyanet Vakfına müracaat ettimse de Allahsız adamlar sözlerini tutmadıkları gibi birde benim İnsanlık olsun diye imzaladığım yardım senetlerini benim hazırladığım dosyayı iki müfettişle alarak münasip yerlerine soktular ve beni en zor zamanımda icraya verdiler. Bende mahkemeye taşıdımsa da hiçbir netice alamadığım gibi siciliminde iftira evrakları ile dolu olduğunu öğrendim. Yasal yolda onları da alıp işlem başlattımsa da Diyanet İşleri Başkanına "Dinini yıktırma pahasına" hiçbirşey yapamadım. En sonunda parelel kavgası başladı. Bana iftira atanlar paralelci ve Gülenin hemşerisi olduğundan ve açılan soruşturmalar ahlaksızca kapatıldığından Ankara 15. İdare mahkemesinde İdari dava başlattım. Bakalım nasıl sonuçlanacak. Ya Diyanet İşleri başkanı herşeyi inkar ederek yine dinini yıkacak, ya da gerçeği kabul ederek cezasına razı olacak. Her ikisi de bana uyar. Hatta dinini yıkması benim için daha karlı. Ahiret azığı olur.

            Keşif sonrası savcılık gerekli dosyayı hazırlayarak Ankara'ya gönderdi ve Ankara 3. Çocuk Mahkemesinde dava açıldı. İlk duruşmada hazır olmamıza rağmen duruşmamız ahlaksızca öğle tatilinde ve biz mahkeme önünde uzaklaştırılarak görüldü. İkincı duruşmada ancak taraf olduk. Akabinde oğlumun durumu için Ankara Adli Tıp Kurumuna götürüp Tedavi durumu hakkında Rapor aldık. Rapor alımı sırasında oğlumun Bala Lisesi önünde kaza geçiren kişi olduğunu öğrenince bir verdiği  kafa kemik kırığını iki ye çıkartarak bize de: "2/8 le adamın donunu alırsın" diyerek ahlaksız bir laf etti. Meğerse 3. Çocuk Mahkemesi Adli Tıptan Kaza raporu çıkartarak Polis ve Bilirkişinin raporunun doğru olduğu yönünde rapor verilmiş ve bu rapor bizden gizlenmiş.

            Bala'da verdiğim dilekçe üzerine Ahmet Çalış ve kızı hakkında Fuat Pembeçiçek tarafından "Adaleti yanıltma" davası açıldı. Dava sırasında yalan söyleyen tanıklar Can Gürbüz ve Kepçeci Mustafa Yaşar yalan söylemekten vaz geçip gerçeği söyledilerse de Can Gürbüz'ün alınıp Ankara 3. Çocuk mahkemesine gönderilen ifadesi dosyadan çıkartılıp yok edildi. Hala da ulaşılamıyor. Ben bizzat bu ifadeyi dosya değişikliği nedeniyle geldiği Bala Asliye Ceza Mahkemesinde Ankara Adli Tıp'a gönderilmeden önce ulaştım, ifadeyi okudum. hadda bir suretini almak istedim se de o gün dosyaya bakan Hakim Mehmet Keskin oğlunu hastaneye götürdüğü için alamadım. O ifadeye göre oğlumun suçlu bulunmasına imkan yoktu.

Zira Can Gürbüz kaza yerinde anlattıklarını o ifade de  anlatmış, yanında bir kişi daha olduğunu ben o ifadede öğrenmiştim. O kişi ailesi tarafından mahkemede taraf yapılmamışsa da daha sonra bir trafik kazasında geberip gitmişti. Adli Tıp Kurumunda dosya geldiğinde tanık Can Gürbüz'ün ifadesi yok olmuş, onun  yerine Adli Tıp Kurumunun bizden gizlenenen raporu ortaya çıkmıştı. Ben dosyayı Adli Tıp'a gitmeden bizzat görmüş ve incelemiştim. Böyle bir rapora rastlamamıştım. Avukatımda böyle bir rapordan haberinin olmadığını söylüyordu. Tanık kepçecide yalan ifadesinde vaz geçip hiçbirşey görmediğini itiraf etsede hakim Fuat Pembeçiçek tarafından korunmuş ve haklarında herhangi bir işlem yapılmamıştı. Ahmet Çalış'a da bir ay ceza vermiş ve onu da yetkisini kullanarak ortadan kaldırmıştı. Utanmasa Adaleti yanılttığı için neredeyse ödül verecekti, gerçi ödül gibi bir karar vermişti. Halbuki vicdanını satmasa da yalan söylediğini ortaya çıkardığı yalancı tanıklara "Yasal İşlem" yapsaydı. Oğlum Rüşvetle suçlu bulunmayacağı gibi Ceza Davasında da, Rüşvet Davasında da kimse Rüşvet yemeye cesaret dahi edemez, oğlum Rüşvetle suçlu bulunmazdı. Bizde Fuat Pembeçicek hakkında Adalet Bakanlığına Ankara 3. İdare Mahkemesinde İdari Dava açtık ve halen dava devam ediyor. Şu an Temyizde. Bedeli mutlaka ödettirilecektir.

            Kanun değişikliği nedeniyle dava tekrar Bala Asliye Ceza mahkemesine geldi. Dava başlayınca biz ısrarla tekrar keşif isteyince Bala Belediyesi kaldırım düzenleme başlattı. Ne hikmetse Belediye kaldırım düzeltme işlemine bizim kazanın olduğu Bala Lisesi önünde başladı. Mahkeme de olay yeri değişikliğini gerekçe gösterek keşif yapmaktan vazgeçti. Bala Belediyesi encümen azası olan Kuyumcunun isteğiyle O kaldırımı değiştiren başkanın bir trafik kazasında Gazi Ünivertesi hastanesinde yattığını ve oğlumun durumuna benzer bir durumunun olduğunu üzülerek öğrendim. Tanıkların yeniden dinlenmesi talebimizde Kuyumcu Abdulkadir Kılıç'ın kiracısı savcı tarafında engellenince oğlum alavere-dalavere ile suçlu bulunmuş oldu.

            Tam bu sıralarda tesadüfen bilirkişi raporunu hazırlayan Abdullatif Öztürk'ün yanında çalışan uzman çavuş Mustafa Şahin'in babası Mustafa Şahin'le cami imamıyla konuşunca imamın söylemesiyle Cami ile eski Müftülük arasındaki yolda karşılaştık. Adamla konuşurken hemşerim olduğunu ve ailemi tanıdığını öğrendim. Kendisinin burada ne yaptığını sorunca oğlu uzman çavuşun yanına geldiğini söyledi. Oğlunun kim olduğunu sorunca Abdullatif Öztürkle birlikte çalışan Uzman olduğunu söyledi. Bende dedemin adını söyleyerek, bende rüşvet isteyen senin oğlun mu? Yavaş oğlumu hastaneden bir alayım sana Gavurdağı usulü bir Rüşvet vereyim. Sen rüşvetini nasıl istersin? diye sorunca dedemin ve ailemin Gavurdağının son ağası ve eski sahipleri olduğunu bilen, neyi yapıp neyi yapamayacağımızı da iyi bilen adam konuşamadı ve yanımda ayrıldı gitti. Bende Ankara'ya gitmek üzere Bala Belediye arabasına bindiğim halde tekrar inerek o zaman saat dükkanı işleten İbrahim Hoca'nın dükkanına geldim. Hocaya söylemeden sohbet ederek çay içmeye ve Kuyumcunun dükkanını gözetleme başladım. Tahmin ettiğim gibi 35-40 dakika sonra oğlumun raporunu hazırlayan uzmanlar Rüşveti veren, daha doğrusu Ahmet Çalış'tan alarak veren yani aracılık eden Kuyumcunun dükkanına geldiler. Bende saat dükkanında kalkarak Bala Eczanesine geldim. Orada bulunan Dr.Salih Bey'de benim kim olduğumu Kuyumcuya söylemeye geldiklerini, aslında ben İslahiye ovasının dağıtılmadan önceki sahiplerinin torunlarından olduğumu, uzmanları bunu öğrenince Kuyumcuya geldiklerini, işin Adalet değil güç savaşına dönmesi halinde başlarına ne geleceğini çok iyi bildikleri için oraya geldiklerini anlattım. Onlar ayrıldıktan sonra bende ayrılıp Ankara'ya gittim.

            Ben ayrıldıktan sonra Dr. Salih Bey'in yanına Jandarma Komutanı Mesut Çakan Bey gelmiş. Dr.Salih Bey benden bahsedip benim öyle oyunlara gelmeyecek biri olduğumu anlatmış. Komutan da bilirkişileri çağırıp sıkıştırarak gerçeği anlattırmış. Bilirkişi ilk önce gerçek raporu hazırlamasına rağmen savcının isteğiyle değiştirmiş. Bu nedenle saten mahkemede savcı ve hakimler gerçeği bilmelerine rağmen aldıkları rüşvetin gereğini yapıyorlarmış. Ben bu olaydan kısa süre sonra yurtdışı Hac görevine gittiğim için görev dönüşü bana da anlattı. Bilirkişiler Bala'dan ayrıldı. Benim mahkemeye çkarılmaları ve soruşturma taleplerimde sonuçsuz kaldı. Bilirkişi konuşunca Polislerde konuştu. Tüm gerçekler ortaya çıkmasına rağmen bir türlü mahkemeye yansıtılamadı. Hala da yansıtılamamaktadır. Açılan onca soruşturma ve davalar sürünceme bırakılma, bir türlü neticelenmesi sağlanmamaktadır. Bizde yılmadan gerekeni yapmaya çalışmaktayız.

             Ceza davasında suçlu bulunan oğlum, tazminat davasında da ceza davası esas alındağından aynı şekilde suçlu bulundu. Tazminat davası temyiz edildiği için kazadan 11 yıldan fazla bir zaman geçtiği halde hala sonuçlanmadı. Bizde ceza davası sonuçlanmadan İdari İşlem başlattık ve tayinimi çıkartarak Bala'dan ayrılıp Osmaniye Kadirli'ye geldim.

            Kadirli'ye gelince yaylada olan Babam'da yanıma geldi. Gece konuşurken durumun ne olacağını sorması üzerine kendisine :"Senin 1942-43'de yaptığını yapacağım. Bu dava başka türlü çözülmeyecek. İşin içindeki adamlar 1. sınıf hakim, savcı. kendilerince çok iyi evrak hazırlamışlar. Bu evrakları ancak zor kullanarak bozabilirim" diye olayı anlatınca durdu. Bir süre konuşmadı. Daha sonra: "Ben seni bunun için okutmadım." dedi. Bana kızmaya, bağırmaya başladı. Ondan sonra da ağlamaya başladı, hiç unutamadığım şu cümleyi söyledi: "Benim babam ölmüştü, senin oğlun ölmedi." Bir süre durduktan sonrada ailenin geçmişinden anlatmaya başladı. Anlattığını daha önce kimseye anlatmamıştı. Hatta kardeşlerim "bize niye anlatmadı." dedilerse de ben bana anlattıklarını Osmanlı Tarihçisi Ahmet Cevdet Paşa'nın Tezakir adlı eseriyle, Osmaniye Valiliğinin yayınladığı ve M.Fatih Sansar'ın kaleme aldığı "Fırka-i İslahiye ve Osmaniye" adlı eserle ve üç üniversitenin yayınlanan araştırma teziyle doğrulayınca hiçkimse itiraz edemedi. Dedemin baba tarafından dedeleri Kozanoğlu Beyleriydi. Anne tarafından dedeleride Küçükalioğullarıydı. Bu ülkede Başbakanlık yapan Prof.Dr.Necmettin Erbakan'ın dedesi benim büyük dedem Halil Bey'in kardeşiydi. Fırkai İslahiye tarafından İstanbul'a sürülünce beraber gitmişler. Erbakan'ın dedesi Hüseyin Bey Nazır (Bakan)olmuş, Halil Bey'in oğlu Hacı Bey'de Sultanın o zamanlar özel mülkü olan Kerkük'e gönderilmişti. Hacı Bey ve Hüseyin Beylerin oğulları Sultan tarafından okutulmuş  Mustandik (Savcı) olmuşlardı. Hüseyin Bey'in oğlu M.Fehmi Bey Bingöl Genç'e atanmış. Hacı Bey'in oğlu Abdurrahman Efendi'de o tarihte İslahiye'ye bağlı Kurudere Nahiyesine, oradanda İslahiye'ye atanmıştı. İslahiye Savcısı iken Küçükalioğlu Mustafa Paşa (Mıstık Paşa)nın torunu Seydi Bey (Seydo Ağa)in kızı Fatma ile evlenmiş. Dört çocuğu olmuş, genç yaşta attan düşerek ölmüştü. Onun ölümü üzerine de Kerkükte bulunan Hacı Bey gelerek Kızlaç Köyüne yerleşmişti. Hacı Bey ve sonrası saten bilinmekteydi. Öncesi de tarih kitaplarında bulunup çıkarılmıştı. Erbakan'ın Babası da Genç'ten Erzurum'a atanmış, orada evlenmiş. İki çocuğu olmuş, Sinop'a atanınca yolda eşi ölmüştü. Sinopta kale kumandanı Halil Bey'in torunu ile evlenmiş Necmettin Bey bu ikinci eşinden olmuştu. Ama her aile bir tarafa dağılıp nesil çoğaldıkça eskiler unutulmaya başlanmış, her aile bölündükçe birbirini tanımaz olmuştu. Osmanlı yıkılmış, yerine Cumhuriyet kurulmuştu. Cumhuriyetle birlikte kılık kıyafet ve harf devrimi yaşanarak eskilere ulaşmak bir muamma haline gelmiş, arap alfabesiyle yazılan kitaplara düşman olunmuş ve hurda olarak satılmış, kalanlarda yırtılıp yakılmıştı. Adalet sistemi dahil tüm sistemler değiştirilmiş, eskiye düşman bir nesil yetiştirilmek için ne gerekiyorsa yapılmıştı. Ağalık sistemi ortadan kaldırılmış, mallarına el konulmuş, dağıtılmıştı.

            Ama Adaletteki bu rüşvet hadisesi de bize geçmişimizi öğretmişti. Babama oğlum ölmediği veya bana fiili olarak saldırılmadığı takdirde bende güç kullanmayacağıma, kendisinin dedemin olayında olduğu gibi güç kullanarak yaptığı işleri kalem kullanarak yapacağıma dair söz verdim. Ondan sonra hukuki olarak ne gerekiyorsa yapmaktayım. Bu konuda avukatım dahil hiç kimseyi dinlememekteyim. Avukatımda tazminat dışında davama karışmamakta, onu da kaybetmiş durumdadır. Alacağı kazandığı ve aldığı tazminatla sınırlı olduğundan o bana, ben ona karışmadan hukuki işlemlere devam etmekteyiz.

            Bala'da ayrılmadan başladığım idari soruşturma "oğlunun durumunu kabullenemiyor" denilerek kapatılmıştı. Soruşturma iş ve işlemlerinde uzun süre görev yapmış bir memur olarak Bilgi Edinme Kanunu gereğince Ankara Savcılığının yaptığı soruşturma dosyasını ücretini yatırarak aldım. Bizim elimizdeki evraklarla uyuşmadığını görünce İdari dava başlattım. Ankara 14. İdare Mahkemesi kısa sürede Adalet Bakanlığınca "Soruşturmaya izin verilmediği" gerekçesiyle reddetti. Bende Adalet Bakanlığına soruşturmaya niçin izin verilmediğini soran bir dilekçe gönderince "Biz Cumhurbakanlığının soruşturmasını da kapattık" şeklinde ahlaksız bir cevap verildi. Ben bu davayı açınca Sayın Cumhurbaşkanına da bir mektup yazarak adaletsizliği dile getirmiş, açmış olduğu soruşturmanın kapatılmasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine hukuku tamamladıktan sonra göndermek üzere bekletiyordum. Bunun üzerine bende Sayın Cumhurbaşkanına "bu cevap bana Yalova Kaymakamı fıkrasını anlatıyor" diye bir mektup gönderince Adalet Bakanlığından davanın safahatını gösterir bir cevap geldi. Cevap gereğince soruşturmayı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna taşıdım. Orada Ceza İşleri Başkanı olan hakim Fuat Pembeçiçek'in dosyası ayrıldı. Ankara 3. İdare Mahkemesinde Adalet Bakanlığı aleyhine İdari Dava açıldı. Dava halen devam ediyor. Diğer hakim ve savcıların davası da yine reddedilince "Kaza davasının Rüşvet nedeniyle Makul sürede sonuçlanmadığı ve Rüşvet alan Savcı ve hakimlerin korunduğu" gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine tazminat talebiyle gönderdim. Henüz sonuçlanmadı, Anayasa Mahkemesinde bekliyor.

            Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında daha önce bana verilmeyen Ankara Emniyet Müdürlüğünün yapmış olduğu soruşturma evraklarını da almıştım. Soruşturmayı Rüşvet verenin rüşvet olmadığına tanık olduğunu, verenin ben vermedim, alanlarında ben rüşvet almadım dediğini görünce böyle soruşturma olmaz diye Ankara Valiliğine Ankara 12. İdare Mahkemesinde dava açtım. Halen Karar düzeltme aşamasında, henüz sonuçlanmadı. Sonuçlandığında veya Tazminat davası sona erdiğinde Anayasa Mahkemesine "Makul sürede sonuçlanmadığı, Adil yargılama olmadığı için rüşvetle tazminat davasında uğranılan zararın on katından aşağı olmamak üzere" Anayasa mahkemesinde tazminat davası açılacaktır.

            2007 yılında Davamız sonucu oğlum Rüşvetle suçlu bulunup tazminat davamız reddedilince Avukatımla bir Temyiz kavgası yaşadık. Bu nedenle avukatım benim isteğim üzerine sadece Tazminat davasını temyiz etti. Ceza davasını bana temyiz ettim demesine rağmen daha sonra etmediğini öğrendim. Bunun üzerine avukatla anlaşmazlığa düşdük. Ben temyiz de ısrar edince daha önce destek verdiği İdari davalardan çekildi. Bende eski soruşturma memuru olduğumdan ve hiçkimseden korkmadan ve çekinmeden Avukatsız İdari Davalarımı devam etmekteyim. Hatta kardeşlerimle anlaşmazlığa düşünce kredi kartlarımı ve aldığım kredileri icralık ederek Adalet Bakanlığına "Rüşvetle beni Mağdur edemezsiniz" diye dava açtım. Dava Hakim ve Savcı davalarıya birleştirildi ve şu an Anayasa Mahkemesinde.

            Bu icrada 6 yıl sonra bir Kamu Bankası olan Vakıfbank'ın avukatı benden Faiz alacağı olduğu iddiası ile bana bir İlamsız Ödeme Emri gönderdi. Bende bu icra emrine itiraz edince Ankara 11. İcra Hukuk Mahkemesi benim İcra emrine değil, hiçbir hukuki değeri olmayan Ödeme Muhtırasına itiraz ettiğimi, İcrada yapılan herhangi bir işlem olmadığını, banka avukatınında kendisini başka bir avukatla temsil ettirdiğini ileri sürerek beni reddetti. Reddetmekle kalmadı birde bana Avukatlık ücreti yükledi. bende Anayasa Mahkemesine bireysel başvura yaparak "bu kararı geri zekalı, aptallar bile kabul etmez" diyerek tazminat, bankalara ödenen tüm faiz ve masralarla  emeklilik farkı talebinde bulundum. Bu arada hiçbir işlem yapmayan İcra benim varlığını dahi unuttuğum mobiletime haciz koyunca bende Hakimler ve Savcılar Kuruluna bir dilekçe ile müracatta bulununca, dilekçe görevli birinin "biyerine" takılı kaldı. Anayasa Mahkemesi benim "gerizekalı ve aptalın kabul etmeyeceği" dediğim kararına "bu ülkenin en geri zekalı ve aptalı biziz" dercesine bu kararı doğru kabul etti. Beni de kesinleşme şerhine rağmen zamanında müracaat etmediğim gerekçesiyle reddetti. Bende bu kararı İdare Mahkemesine taşıyınca Ankara 11. İdare Mahkemesi her konuda ayrı ayrı dava açmamı isteyerek ve gerekçe olarakta birden fazla konularda bir dilekçe verilebileceği maddesini gösterdi. Ben de bu karara itiraz ederek bunu kabul etmeyeceğimi, reddi halinde anayasa ve AİHM'me taşımakla kalmayacak birde kitap haline getireceğimi söyleyince ayrı dosya numarası ile yeni dava olarak kabul etti. Bakalım ne sonuç çıkacak.

            2010 yılında emekli oldum. Bu arada bana yardım sözünü tutmayan Diyanet Vakfı ahlaksız ve Allahsız şekilde icraya verdi. Mahkemeye taşıdımsa da yardım dosyası Başkanın "münasip yerinde" olduğu için ulaşamadım ve davayı kaybettim. Bu arada bu kadar sıkıntıya dayanamayan böbreklerim artık iflas ettiğinden Hemodiyaliz hastası oldum. Artık düzenli olarak haftada üç gün hemodiyalize giriyordum. Kamu kurumlarıyla uğraştığımdan böbreklerimi kaybettiğim için Sağlık Bakanlığına İran Modeline veya benzer bir modelle Devlet kontrolünde ücretle nakil yapılmasına karar verilmesine dair Ankara 5. İdare Mahkemesinde dava açtım. Halen devam ediyor. Şu anda temyiz aşamasında.

            Ankara Bala'da 2007 yılında açtığımız Tazminat davasına ek olarak açılan Ahmet Çalış'ın Bala'daki evini bacanağı Necmi Sarı'ya  düşük bir bedelle devretmesi üzerine açılan iki dava Tazminat davası sonuçlanmadığı için düşürüldükten sonra açılan 2014/106 nolu davada Ahmet Çalış'ın Avukat Sabite Gürman'ın yalancı tanık dinleteceğini davaları takip ettiğim bilgisayarımda öğrenince kazayı özetleyen ve bunların "yalancı tanık" olacağından şek ve şüphem olmadığına dair dilekçemi Mahkeme Hakimi "Suç şüphesi" olduğu gerekçesiyle Bala Cumhuriyet Savcılığına yönlendirmiş. Hakimin benim dilekçemi suç şüphesi olarak yorumlaması en çok benim işime yarardı. Tabi onuda soruşturma açmadan sümenaltı etmezlerse. Avukatı, Ahmet Çalış'ın eski komşularını toplamış, adamlara düpedüz yalan söyletiyor. Yalancı tanıklardan hiçbiri benim bu dilekçem üzerine Ahmet Çalış'ın bana yardım etmek için evini sattığını söyleyememiş. İşin gerçeği ise Ahmet Çalış Bala TMO Ofisinde emekli olduğu için akrabası olan Kuyumcu Abdulkadir Kılıç'ın daha önce yem dükkanı olan Kuyumcu dükkanının yanına Cep telefonu dükkanı açmıştı. Oğluma çarpan arabayı da o tarihte almış, tüm uyarılara rağmen lakabına uygun hareket ederek kimseyi dinlememişti. En sonunda kaldırımda oğluma çarparak benim başımı yakmıştı. Bir taraftan bizi oyalarken bir taraftanda mallarını elden çıkarmıştı. Düşük bedelle bacanağına satmıştı. Kaza olduğunda kendi ifadesiyle daha emeklilik tazminatını almadığı için paraya ihtiyacı yoktu. Dükkan açtığı halde Ankara'ya taşınacağı için evini satacağını uydurmuş, düşük bilirkişi raporuna rağmen yalancı tanıklarına evin o zamanki bedelinin bu olduğu yalanı söyletmişti. Öyleyse neden Ankara'da dükkan açmamıştı. Oysa gerçek öyle değildi. Ben kendilerinin yalanına inanmayıp kaza davasının üzerine gidince rüşvet verdiği adamlar daha çok rüşvet  istemiş ve almışlardı. Bu arada mal kaçırmak amacıyla da dükkanını Kırşehir'in Kaman ilçesine kaçırmış ve başkasının üzerine açmıştı. Eğer Ankara'ya taşınacaksa dükkanını niye Kaman'a taşımıştı. Nasılsa benim avukatım ve davaya bakan hakim bunu bilmiyordu. Rüşvet olayı ortaya çıkınca karşımızda sadece satın aldıkları Bala Mahkemeleri kalmıştı. Hala biz Bala Hakim ve savcılarına karşı dava yürütmekteyiz. On yıl önceyide yalancı tanıklarla kapattımı, Hakimi de eskisi gibi kafaya aldımı diğer davalar gibi bu dava da lehine sonuçlanırdı. Ama benim dilekçem herkesin kafasını bulandırdı. Gerçekler hiçbir zaman yok olmaz. Geciken Adalet de Adalet olamaz. Bu davalarda Adalet olmaktan çıkmış tam bir Rezalete dönmüştür.

            Biz işin sonuna kadar gideceğiz. Ben emekli olmadan oğlumun diş tedavisi için Adana İdare Mahkemesinde "Usulen" dava açmış, fakat Adalet olmadığından üç mahkeme gezdikten sonra dosya kaybolmuştur. Dosyayı kaybeden hakim bana bizzat "git şikayet et" demişti. Bunun üzerine HSYK'da şikayet başlatılmış reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine mağduriyetin giderilmesi için Bireysel Başvuru yapılmış ve "Hakime Dava açamayacağım" kararı verilmiştir. Bu karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşınmıştır. AİHM'in Türkiye'ye karşı benim davamda olduğu gibi Dosya Kaybetmelerin olağan olduğu nedeniyle ceza verildiğinden Türkiye'nin aynı tutumunu sürdürmesi nedeniyle davam kabul edildi. Halen de devam etmektedir.
            
             Bu arada Ak parti Genel Merkezine Sayı Başbakana hitaben 15.09.2015 tarihinde bir mektup göndererek Dava karar ve dilekçelerini gönderdim ve artık dayanamadığımı, bu hukuksuzluğun sona erdirilmesini ve mağduriyetimin giderilmesini istedim. İki ay sonra hiçbir gönderinin olmadığını öğrenince aynı dilekçe ve evrakları tekrar gönderdim. 2011 yılında da  O zaman Başbakan olan Sayın Cumhurbaşkanımıza bir mektup göndermiş, cevap alamayınca yine mektubun olmadığı söylenmiş, tekrar gönderince de o zamanki Devlet Bakanı olan Bekir Bozdağ başbakan adına kısa bir cevap vermiş, verdiği cevapta yalan çıkmıştı. O yalancı Bekir şimdi bu ülkenin Adalet Bakanı oldu. Muhtemelen de benim Sayın Başbakana gönderdiğim dilekçe evraklar yine yalancı Bekir'e gönderilecek. Bakalım ne cevap verilecek. Bende verilen cevabı hiç üşenmeden kitabıma aynen koyacağım.

            Artık açılan ve devam eden davaların sayısını ben unuttum. Tüm bu soruşturma, dava ve kararlar toplanarak "KİTAP" haline getirilecektir. Benim yaşadığım bu sıkıntıları başkasının yaşamaması için ne gerekiyorsa yapılacaktır.

            Bende tüm bu yaşananlar üzerine kaza geçiren oğlum adına kısa adı HALDEM DERNEĞİ  olan Bahçeli Halil Demir Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'ni kurdum ve kendimi Denetleme Kurulu Başkanlığına, Dayısını'da Dernek Başkanlığına getirdim. 2015 yılında dernek resmileşti. Sigortadan alınan az miktarda bir para ile Haldem'in dedesinin ölüm yıldönümünde dedesi için Kur'an Tilaveti ve dernek açılış yemeği verdik. Davalar tamamlandıktan sonrada kazanılan tazminatlardan belirli bir miktar Dernek Marifetiyle yardım olarak verilmeye devam edilecektir.

            Çalışmalar bizden, başarı Allah'tandır. 01.12.2015  

 

                                                                                                Mustafa DEMİR

                                                                                                   OSMANİYE

26 Kasım 2015 Perşembe

AK PARTİ GENEL BAŞKANINA


AK PARTİ GENEL BAŞKANINA
                                                             (T.C. BAŞBAKANINA)


            AK Parti genel Merkezine 15.09.2015 tarihinde taahhütlü olarak gönderdiğim ve cevap alamam üzerine AKİM'e 15.11.2015 tarih ve 151115-0075 numara ile bilgisayar üzerinden müracaatım ile 26.11.2015 tarihli telefonunuz ile size ulaşan herhangi birgönderinin olmadığının belirtilmesi üzerine Osmaniye Ptt Merkezinde alınan gönerinin 18.09.2015 tarihinde Merkezinize teslim edildiğine dair ptt alındısı ve size gönderilen 15.09.2015 tarihli Mektup ve ekleri yeniden ilişikte sunulmuştur.
            Gereğini bilgilerinize arz ederim. 26.11.2015
                                                                                                                        Mustafa DEMİR


                                            AK PARTİ GENEL BAŞKANINA
                                                          (T.C. BAŞBAKANINA)
 
            Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı memur iken sizin iktidara geldiğinizden iki yıl sonra 6.8.2004 tarihinde oğlum ağır bir kaza geçirdi. Kaldırımdaki kaza RÜŞVETLE yol ortasına alındı. Bu gün itibariyle hala mahkememiz sonuçlanmadı. Yargıtayda bir yıldır bekliyor.

            Benim oğlum %98 Beyin engelli oldu. Bende %93 engelli Hemodiyaliz hastası oldum. Daha önceki iktidarlar döneminde siyaseten atanan Diyanet İşleri Başkanı Diyanet Vakfının içini boşalttığından Diyanet ve Diyanet Vakfı yöneticileri Yardım sözünü tutmadıkları gibi ahlaksız bir şekilde benim hazırladığım dosyayı yok ederek birde beni ahlaksızca icraya verdiler. Dosyamdaki Paralelci Müftülerin iftirası da işin tuzu biberi oldu.

            Size gönderdiğim Osmanlı Arşiv Belgesinde benim kimi olduğum gayet açık olup, araştırmak serbesttir. Zira sizi yetiştiren Rahmetli Prof. Dr.Necmettin Erbakan Kozanoğlu olup benim soyumdandır. İngiliz iftiralarına dayanamayan Sultan Abdulhamit Fırkai İslahiye Ordusuyla Erbakan'ın Dedesini alıp kendisine Bakan yapmıştır. Hala soyumuzla ilgili iftiralar yoğun olarak kitaplarda mevcuttur. Ben bunları derleyip kitap haline getirmeye çalışıyorum.

            Engelli oğlum dışında üç çocuğum daha bulunmaktadır. Üçüde Üniversite mezunudur. Büyük kızım İlahiyat Fakültesinde halen Yüksek Lisans yapıyor ve öğretmen ataması bekliyor. Diğer kızım Muhasebe ve İşletme mezunu.Atanabilirse İş bekliyor Küçük oğlum sa İngilizce Dil ve Edebiyat Mezunu Atama bekliyor.

            Size bu dilekçeyi göndermemin nedeni artık dayanamaz hale geldim. Bir dava 11 yıldır bitirilmediği gibi açtığım idari davalar da saçma sapan gerekçelerle reddedilmektedir. Oğlumun diş tedavisi için açtığım idari dava üç mahkeme gezdikten sonra kaybolmuş, Anayasa Mahkemesi dosyayı kaybeden ve bana da "git şikayet et" diyen hakime dava açamayacağıma karar vermiş ve AHİM de bal gibi açar diyerek davayı kabul etmiştir. Mahkemelere harcadığım paralar bu günün parasıyla 10.000. Lirayı geçmiştir. Oğlumun tedavisine harcadığı para listesi de ilişikte olup 17 ayda üç yıllık maaşımdan fazla harcamışım. Bu listeye alınmayan faturalar ve Ankara da  geçim için harcananlar hariçtir.

            Sizden bu paraları geri istiyorum. Siz bana BORÇ OLARAK VERİNİZ. Bende size beklediğim sürenin yarısında geri ödeyeyim. Ama Diyanet gibi davranmayınız. Eğer Siz Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve T.C. Başbakanı iseniz benim mağduriyetimi bir an önce bitirirsiniz. Yok Adalet Kaldırma Partisi Genel Başkanıysanız Ahirette iki elim yakanızda olacaktır. AİHM de de pu paralar fazlasıyla alınacaktır. Oğlum adına kurulan HALDEM adındaki dernekte dağıtılacaktır.

            Partinizin AKİM adlı merkezine defalarca müracaat etmeme rağmen şu ana kadar bir sonuç alamadım. Onun için size bu dilekçeyi ve bazı mahkeme evraklarını gönderiyorum. Bilinizki basit bir alacak davasının usul gereği açılması hakime dava açamazsın kararıyla sonuçlanıp AHİM de kabul görüyorsa size evrakını dahi sunmadığım Ankara Valiliği, Adalet Bakanlığı davaları nasıl kabul görecektir. Ben devletimin Bilirkişi raporunun AHİM zoruyla değil Devletimin imkanlarıyla sonuçlanmasını isterim.

            Saygı ve selamlarımla. 15.09.2015

 

                                                                                                                        Mustafa DEMİR
                                                                                                                        Emekli -Mağdur

8 Kasım 2015 Pazar

DİYANET- İDARE MAHKEMESİ


ANKARA  İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA
Gönderilmek üzere
 NÖBETÇİ OSMANİYE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ HAKİMLİĞİ’NE                                                                                  

 

DAVACI                                :  Mustafa DEMİR - 

DAVALI                                :  BAŞBAKANLIK- DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI                    

DAVANIN KONUSU           :    Tam Yargı Davası.

İPTALİ İSTENİLEN

İDARİ İŞLEM                  :  Anayasa Mahkemesinin 2014/12770 sayılı dosyasında vermiş olduğu 19.01.2015 tarihli KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA dair kararına (Bu karar AİHM'ce kabul edilerek dosya numarası alınmış olup yargılama devam etmektedir.) istinaden Ceza Davası açılması talebiyle Başbakanlık Makamına gönderilen 19.09.2014 tarihli Ali Yazıcı'nın PARELELCİ  OLDUĞUNA DAİR dilekçem üzere açılan soruşturmanın Sümenaltı edilmesi üzerine Cumhurbaşkanlığı'na da 06.08.2015 tarihinde Bilgi Edinme Kanunu gereğince yapılan müracaatıma cevap verilmemesi ve dava açılacağı ikazımızın cevapsız kalması üzerine bu dava oluşmuştur.  

TEBLİĞ TARİHİ                :  Cumhurbaşkanlığı Bilgi Edilme talebimize cevap verilmemiştir.

                                                   06.08.2015 müracat Tarihi,  06.10.2015 Dava süreci başlaması.

DAVANIN İZAHI                :  Kadirli Müftülük Memuru iken Bala Müftülüğünde imzaladığım Diyanet Vakfınca Yardım Senetlerim Ahlaksız ve Allahsız bir şekilde Borç haline getirilip İcraya verilmem üzerine olayı Mahkemeye taşıdım. Mahkeme sırasında İcranın durdurulmasını sağladımsa da ben Emekliye ayrılınca İcranın durdurulma yazısının bir şekilde yok edilerek bu paranın Türkiye Diyanet Vakfına ödendiğini öğrendim. Diyanet Vakfı Genel Merkezi parayı almış, beni Ahlaksız ve Allahsızca icraya verenlere de para yerine hava aldırmış. Yaptıkları ahlaksızlık ve Allahsızlık yanlarına kalmış. Ama benimde eski dosyalarımın açılmasına neden oldular... Kadirli Müftülüğünde Müftü ile yaptığım konuşmada paranın ödendiğini, benim eskiden de "para yiyen" bir memur olduğumu, sicilimde evraklar bulunduğunu söyleyince dosyamın bulunduğu Osmaniye Müftülüğüne müracaat ederek dosyamda bulunan iftira evraklarını aldım.  Diyanetle devam eden İcra davamla birlikte Anayasa Mahkemesine ve Diyanet İşleri Başkanına gönderdim. Bu arada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye hakkında Uğur Eşim davasında suçun işlendiği tarihin değil, öğrenildiği tarihin esas alınmasına karar vermesi üzerine iftira evraklarını Anayasa Mahkemesi dosyasından ayırarak Ankara, Hatay ve Akçaabat Cumhuriyet Başsavcılıklarına göndererek soruşturmalar açılmasını talep ettim. Savcılıklar AİHM kararını  göz ardı ederek soruşturmaları reddettiler. Bende hepsini Anayasa Mahkemesine ayrı ayrı taşıdım. Hatay ve Akçaabat davaları halen Anayasa Mahkemesinde devam etmektedir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığın davası ise 2014/12770 dosya numarası ile 19.01.2015 tarihinde sonuçlandı. karar bana 04.02.1015 tarihinde tebliğ edildi. Bende bu kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıdım. Yargılama Halen devam ediyor.

            Anayasa Mahkemesi davası devam ederken davalı olduğum Ali Yazıcı, benim Sicil dosyamın bulunduğu Osmaniye İl Müftülüğüne Müftü Yardımcısı olarak atandı. Benim Başbakanlık Makamına vermiş olduğum 19.09.2014 tarihli dilekçem ile soruşturma açıldı  ise de bu soruşturma  SÜMENALTI edilerek bu dava oluştu. Davanın geçmişi ise;

            Ben Gaziantep- İslahiye Müftülük Memuru iken Gaziantep -Nurdağı Müftülüğüne naklen tayinim yapılmıştı. 1991 yılında İslahiye'de son kez maaşları yapıp dağıtmış, kalan maaşları da Müftü Ali Yazıcı'nın bilgisi dahilinde diğer memura teslim etmiş ve ayrılma işlerimi başlatmıştım. Cuma günü Nurdağı  Müftülüğüne atanan Müftü Ramazan Tekin'in maaşını yapmak üzere gelmiştim. Ben Nurdağında işlerimi yaparken Ali Yazıcı'da Nurdağına gelip Müftüye benim hakkımda bazı yalanlar söylemiş. Nurdağı Müftüsü kendisi huzurunda beni çağırınca bende işin doğrusunu söyledim. Rezil olan Ali Yazıcı Nurdağında ayrıldı. Nurdağı Müftüsü Ali Yazıcıdan özür dilememi istediyse de ben kabul edip özür dilemedim.

            Pazartesi günü de İslahiye'ye gelip ayrılış işlemimi ve yolluğumu hazırladım. Bu arada Kur'an Kursu Öğreticisi olan Ağabeyimde Müftülüğe geldi. Ali Yazıcı onu yalanlarıyla kandırıp Kaymakam'a göndermiş, kaymakamda kendisini kovup benim açığa alınmamı telefonla istemiş. Benim dışımda ve kusurum dahilinde telefonla açığa alındım. Bana SUÇ ARANMIŞ ve eski mutemet olduğumdan parasını almayan ve bordroda imzası olmayan personelin maaşını zimmetime geçirdiğim iddiası ortaya atılmış ve açığa alınmama gerekçe yapılmış. Ben bunu daha sonra öğrendim. Kaymakam'ın kovduğu Ağabeyimde bana hiç bir şey söylemeden ve Müftü Ali Yazıcı'nın yalanına inanarak benim para yediğimi babama ve akrabalarıma söylemiş ve bana haber vermeden para toplayarak bir hafta sonra Ali Yazıcıya dosyada bulunan dört personel adına ödeme yapmış. Ben bunları Özel Ökkaşe Yurdunu Yöneten Ahmet Adıgüzel'e olan Mark borcumun zorla alınması üzerine Ahmet Adıgüzel tarafından bu paranın bana geri getirilmesi üzerine öğrendim. Parayı alan memurda "Müftünün kendisine  al dediğini kendisinin de aldığını" beyan etti. Soruşturma sonucunda da ağabeyimin ödediği tüm bu paraları ben geri aldım ve buz gibi yedim.  Yediğim ve geç ödediğim iddia edilen paralar kasada olduğu içinde geri görevime iade edildim.

            Soruşturmam Kaymakamlık Memuruna verilmiş. Göreve iade edildikten sonra soruşturmam başladı. Kaymakamlık Memuruna bu olayı Mahkemeye taşıyacağı söyleyince beraber Kaymakam'ın odasına gittik. Memur kaymakama durumu anlatınca, kaymakam bana dönüp hiç unutamadığım şu cümleyi söyledi: "O aptal senin ağabeyinmiş, senin borcun bitmiyormuş, sana baban bakıyormuş, ağabeyin öyle söylüyor. Sen bize dava açarsan bende ağabeyini bana makamımda hakarette bulunduğu için içeri aldırır, ikinizin de memuriyetini bitiririm. Git iyi düşün..." Kaymakamın odasında beraber Memur odasına döndüğümüz zaman Kaymakamlık Memuru soruşturma dosyasını önüme attı. bana da "Paranın kasada olduğunu, yemediğini bizde biliyoruz.. Şaban'da (Parasını aldığı halde imzası olmadığı için soruşturmaya dahil edilen İmam Şaban Karagöz'ü kasdediyor)başka yalan söyleyen yok. Şabanın yalanıyla da birşey olmaz. Kaymakam Şaban gibi kendisine bir sürü yalancı tanık bulur. İkinizinde memuriyetini bitirir. Sende, bende hiç birşey yapamayız. Bunu sende ...." cümlesini tamamlayamadan sinir krizine girdi. Bende elimdeki evrakları bırakıp kendisine yardıma koştum. Sesime diğer memurlar geldi ve Kaymakamlık Memuru hastaneye götürüldü. Ben ifadeyi vermeden ayrıldım. Köye Babamın yanına geldim. Durumu anlattım. Babam ısrarla Ağabeyime zarar verilmemesini istiyordu. Ben memurluğu bırakmaya niyetliydim. Fakat ağabeyimin  Mülki Amire makamında hakaretten Adli Ceza alması memuriyetinin sonu demekti. Ağabeyimi Kaymakamın odasında çıkartan koruması, sekreteri ve şoförü hakaretten tanıklığa hazırdı.

            Bu davayı açmama asıl sebep ise paranın kasada olduğunu bilen Müftü Ali Yazıcı bana başkanlığını yaptığım Türdav Vakfının o ayki parasını göndermeyişim nedeniyle saldırıyordu. Benim her ay düzenli olarak üyelerden aldığım aidatları Türdav Vakfının Genel merkezine gönderiyordum. O ay paraları kaybettiğimden bir ay geciktirmiş, yolluktan göndermeye karar vermiştim. Açığa alınınca da Ali Yazıcı bu konuda hakkımda konuşmaya başlamış, Türdav'ın parasını yediğimi ortalığa yaymaya başlamıştı. Bende bunun üzerine derhal Ankara'ya giderek tüm hesapları kapatmıştım. Genel Merkezde sadece temsilci olmak için verdiğim teminat senedi kalmıştı. Senedi "Müslüman oldukları" sözüne istinaden vermiştim. Ama Paralelci olan adamların Dini ve Allah'ı olmadığı için yine Paralelci olan Ali Yazıcı'nın isteği doğrultusunda Müslümanız diye aldıkları karşılıksız teminat senedini "Dinsiz ve Allahsız" oldukları için icraya vermişlerdi. Bende bu senedi ödemediğim gibi benim adıma ödemek isteyen kardeşimede ödetmedim. Türdav Temsilciliğine Ali Yazıcı gibi paralelci olan İslahiye Sivil Savunma Müdürü Bilal Erdoğan getirildi. Bilal Erdoğan ayrıca resmi olarak muhabirlik yaptığından bu olayın basında yer almasını önledi. Bunu Müftülük kiracısı olan Türkiye Gazetesi temsilcisi açıkça beyan etmekle kalmadı, kendiside Ali Yazıcı'nın kiracısı olarak bu konu hakkında haber yapamayacağını açıkça beyan etti. Ben ayrıldıktan sonra benim üyelerimin paraları ödenmedi ve hepsinin paraları bir şekilde yendi. Parelelcilere meze parası oldu. En sonunda da Türdav Vakfı arkasında binlerce mağdur bırakarak tarih oldu. Ali Yazıcı gibi Dinini satan kişiler hala "Diyanetin Dinsizleri" tarafından korunmaya devam ettiği için hala görevinin başındalar.

            Kaymakamlık memuru  krizden bir hafta sonra beni ifadeye çağırdı. Kendisiyle ceza verilmemesi ve ağabeyimin soruşturma dışında tutulması karşılığında mahkemeye taşımama sözü verdim. Fakat Ali Yazıcı bu anlaşmaya uymayarak dosyada bulunan maaş kesim cezasını verdi. Olayı Kaymakama taşıdımsa da Kaymakamın Ali Yazıcının kendi yetkisini kullandığını söylemesi ve Maaş nakil ilmuhaberimde görüleceği gibi Ali Yazıcı'nın Dinini satın almam karşılığında sesimi çıkarmadım. Ağabeyimle olan proplemimi de bahane ederek memleketten uzaklaştım. Türdav meselesini de Kaymakam soruşturmaya dahil ettirmedi.         

            Nurdağı Müftüsüde tartışma kendi yanında ve odasında olduğu halde bu olayı "Diyanet'in Dinsizleri"nden olduğundan kendi çıkarına kullandı. Nurdağına Düziçi'nde geldiğinden benim hakkımda Düziçi'nden de yalanlar katarak Adana Müftüsü olan babasının nüfusunu kullanarak tayinimi durdurdu. Benim en çok zorlandığım konu ise bu "Diyanet'in Dinsizleri"ne  akrabalarımın fiili saldırısını önlemek oldu. Zira beni görevden attıramayan Ali Yazıcı odama gelerek "Sen Hayvansın" diye hakarette bulunmuş, bundan yalakası memur bile rahatsız olmuştu.  Şimdi düşünüyorumda bunlara "hayvan" demek hayvanlara hakarettir. Kur'an-ın tarifiyle "Hayvandan aşağı mahluk"turlar.... Zira Ali Yazıcı 2000 yılında Hac Görevinde hacıların "Kurban" parasına tenezzül eden bir aşağılık olduğuna da tanık olmuştum.

             Soruşturmada  yedi personel vardı. Üç personel buhar olmuş. Kim olduklarını "Diyanet'in Dinsizleri" görevini yapmadıklarından hala öğrenemedim. 09.05.2014 tarih ve 325039 nolu BİMER müracaatım üzerine hakkımda soruşturmayı tamamlamışlar. "Yapılacak herhangi işlem yoktur." demektedirler. Nasıl yapıldığı meçhul olan soruşturma tek taraflı yapılan sorşturmadır. Yetkililere de bana verilmeyen bu soruşturma neticesi söylenerek bana atılan iftiralar örtbas edilmek istenmektedir. Şu asla unutulmamalıdır . Allah'ı kandırmaya hiç kimsenin gücü yetmez.....

            Beni en çok rahatsız eden konu ise, başkasından çocuk doğuran bir kadının ve ona yarım edenlerin iftirası ile icraya verildikten sonra Ankara-Bala'da bir kadınla olan zinası ve hükümetin Zina'yı suç olmaktan çıkarması nedeniyle soruşturma yapamayarak Bala'da kovduğum bir imamın Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yanında yapılan Camiye İmam olarak atanması oldu. Zira oğlumun kazasından önce Bala'dan kovduğum İmam benim hakkımda dua ettiği için oğlumun kaza geçirdiğini iddia ediyormuş.. Ben bu kişinin bu göreve atandığını bilgisayar üzerinde hatıratımda bahsedeceğim gerekçesiyle sorunca bana "Kurum içi atamaların kimseyi ilgilendirmeyeceğini gerekçe gösteren kanun maddesi ile cevap verildi. Evet normal insanların tayini kimseyi ilgilendirmezdi. Fakat anormal ve ahlaksız bir kişinin ülkenin en güzide camisine atanması beni ve tüm Türk halkını ilgilendirirdi. Bir dul kadına "zina ile çocuk doğurtacak" birinin (bu sözü kadının ağzından bizzat duydum) diyanet yetkililerini çocuk veya torun sahibi yapması da asla  beni ilgilendirmezdi. Beni ilgilendiren o kişinin oğlumun kazası hakkında söyledikleriydi....

            Bala'da görevli iken Cami parası yediğimizi ve cami parasıyla ev aldığımıza dair sicilime resmi evrak koyduran Müftü Ercan Eser'de Erzurumlu ve paralelci idi. Önce Diyanet Din İşleri Yüksek Kurulu'na, oradanda hemşehrisi başkanın ayrılmasıyla Üniversite görevine gitti...

            Bana iftira atan ve bu iftira ile sürgün ederek hastalanmama neden olan, halen Osmaniye Müftü Yardımcısı olarak görevine devam eden Ali Yazıcı'da Erzurum'lu Fethullah Gülen'in hemşerisi ve onun kurmuş orduğu Parelel Devlet Yönetimi Örgütünün faal bir üyesidir. Bu nedenle hakkında açılan soruçturmalar kendisi gibi Parelel Örgüt mensubu kişilerce kapatılmakta ve korunması sağlanmaktadır. Buna en en iyi örnek Diyanet'in yapmış olduğu usulsüz soruşturma ve halen Anayasa'da Yargılaması devam eden  Hatay Müftülüğü soruşturmasıdır...

 

HUKUKİ SEBEPLER            :  İdari Yargılama Usulü Kanunu, vs.

 

DEDİLLER                             :  2577 sayılı İdari Yargılama kanununu 10. maddesi gereğince yasal sürede Bilgi Edinme Hakkı Kanununa istinaden Cumhurbaşkanlığınca kendilerine yönlendirildiği belirtilen soruşturmanın akibeti konusunda cevap verilmediğinden aynı kanunun 7. maddesine istinaden bu dava açılmıştır.

            Anayasa Mahkemesinin 2014/12770 nolu dosyasında açıkça beyan ettiği gibi "13. somut olayda başvurucu, suç işlediğini düşündüğü kişilerin yargılanıp cezalandırılmasını amaçlamaktadır. Başvurucu, medeni haklarına yönelik bir müdahalenin bulunduğunu düşünüyor ve buna ilişkin zararın giderilmesini istiyorsa, hukuk mahkemeleri önünde dava açma imkanı vardır." denilmek suretiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince ceza yargılaması yapılası gerektiğini savunulmaktadır. Kamu görevlileri hakkında ceza davası açılması ise kamu otoritesinin iznine tabidir. Kamu otoritesi bu izin meselesini sürekli kötüye kullandığından bin türlü bahanelerle bu izin alınamamakta ve kamu görevlileri yargılanamamaktadır. Buna en büyük örnekte yine bu Anayasa Mahkemesi Kararı'dır. Adalet bakanlığı yargılama izni vermediği için dava saçma nedenlerle "Kabul Edilemez" bulunmuş, fakat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince kabul edilerek dosya numarası alınmıştır ve yargılama devam etmektedir.

            5271 sayılı kanunda açıkça belirtildiği gibi iftira ve emrindeki memura asılsız suç yükleme suçtur.  İlişikte sunulan iftira belgeleri, tayinimin durdurulması, iftira ile ceza verilmesinin ve sürgün edilmemin sağlanması, asılsız soruşturma yaparak bu suçu işleyenlerin Diyanet İşleri Başkanlığınca hala korunması halen devam ettiğinden bu kişilerin  5271 sayılı kanunun 220. maddesi gereğince suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve bu örgüte üye olma maddesi gereğince ayrıca cezalandırılmasını gerekmektedir. Zira artık anlaşılmıştır ki bana bu iftirayı atanlar "Parelel örgüt" mensubudur. Bu nedenle sürgün edildiğim maaş nakil ilmuhaberinde açıkça görülen İcra borcu böyle bir örgütün varlığını ispata yetmektedir. Zira Müslüman olduklarını beyan eden bir örgüt elemanlarının yine Müslümanım diye aldıkları karşılıksız teminat senedinin icraya verilmesi bunların Dininin ve Allah'ının olmadığının delilidir. O zaman bu senedi derhal ödeyebileceğim halde kendim ödemediğim gibi kardeşime ödetmedim ve kayda geçirilmesini sağladım. Allah'ta bana yıllar sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bir kararıyla bunu ispat etme imkanı verdi. Bu İcra; başta Müftü Ali Yazıcı olmak üzere Türdav Vakfı temsilcisi İslahiye Sivil Savunma  Müdürü Bilal Erdoğan ve Vakıf Başkanı Mevlüt Saygın'ın "İslam Dini'nin" bedelidir. Bu nedenle bu icra konusunda hiçbir maddi hak talebinde bulunmuyoruz. Bunun karşılığı Ahirette alınacaktır. Fakat bu İcra bana "Fethullahçı Örgüt" olarak kurulan kumpasın belgesidir.

            Bana atılan bu iftira nedeniyle "Nörolojik Mesane" hastalığına yakalandım ve bu açığa alınma olayından 7 ay sonra Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde bir operasyon geçirdim. Nörolojik olarak böbreklerim aşırı su atmaya başladı . Uzun bir tedavi ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinden de bir operasyondan sonra artık bir süre sonra Böbreklerim Fonksiyonlarını yerine getiremez oldu. Hemodiyaliz Hastası oldum. Bunun gerçek nedeni bana atılan bu Zimmet İftirası ve Sürgün Edilmemdir. Bu iftirayı bana atan Müftü Ali Yazıcı'dır. Ali Yazıcı'yı koruyarak Osmaniye Müftü Yardımcılığına atayan ve hakkında  düzgün soruşturma yapmayarak görevini ve Din Hizmetlerini kötüye kullanan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'dir. Her ikisi hakkında berber Yasal İşlem Yapılması gerekmektedir. Bu konuda 5271 sayılı Türk Ceza Muhakemesi Kanunu maddeleri açıktır. Bu maddelerin uygulanabilmesi ve bu kişiler hakkında ceza davası açılabilmesi için "Kamu Davası" açılması amacıyla bu İdari dava açılmıştır. Bu dava neticesinde bana İftira atarak mağdur olmama neden olan kamu görevlilerinin yasal olarak yargılanmasına ve cezalandırılmalarına karar verilmesi amacıyla bu dava oluşmuştur. Gereği Mahkemenin takdirindedir. Netice devam eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi davasına iletilecektir...

             NETİCE VE TALEP     : Yukarıda açıkça anlatılan ve eklerde sunulan evraklardan da görüleceği gibi yalan ve iftira ile sürgün edildiğimden, hakkımda haksız İcra takibi yapıldığından ve hasta edilerek organlarımdan birinin işlevinin yitirilmesine sebebiyet verildiğinden bu dava açılmıştır. Bu Nedenle:

            1- Hakkımda haksız İcra'ya sebebiyet verenlerin bu icra "İslam Dinleri!nin karşılığı" olduğundan bu konuda hiçbir maddi hak ve muamelede bulunulmasını istemiyorum. Bunun karşılığı "Ahirette" alınacaktır.

            2- 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince İlgiler hakkında: 94/1, 95/2-b, 96.,204., 206., 219., 220., 232., 251., 257., 267., 271., ve 283. maddeleri gereğince yasal işlem yapılmak üzere Cezalandırılması için Yargılandırılmalarına izin verilmesine. Haklarına "Kamu Davası açılmasına" Karar verilmesine, Açılacak olan bu Davalara benimde taraf olmama karar verilmesine:

            3- Yargılama ve dava giderlerinin davalı idare üzerine yüklenilmesine karar verilmesine;

            Gereğini arz ve talep ederim. 09.11.1015

                                                                                                                       

 

Mustafa DEMİR

                                                                                                                                 Davacı

E K L E R      :

1-19.09.214 Tarihli Başbakanlık'a Şikayet Dilekçesi.

2-10.11.2014 tarihli ifade tutanağı.

3-19.11.2015 tarih 2014/12770 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı.

4-05.03.2015 /981 sayılı Başkanlık Yazısı.

5- 07.10.2015 tarihli Başvuru Formu.

6-Osmaniye Müftülüğü Başvuru cevap yazısı.

7-Gaziantep Nurdağı Tayin Onayı.

8-Gaziantep İl Müftülüğü Tayin İptali yazısı

9-Başkanlık Tayin İptali Onayı.

10-İslahiye Müftülüğü Tecziye Yazısı

11-Tecziye Tebellüğ Belgesi

12-Maaş Kesim Ceza makbuzu

13-Kastamonu Çatalzeytin Sürgün Onayı

14-Çalalzeytin Maaş Nakil İlmuhaberi Üst Yazısı.

15-Çatalzeytin maaş Nakil İlmuhaberi.

16-9.5.2014 Tarihli Diyanet Soruşturma Sonuç Yazısı

17-8.12.2013 tarihli Bilgi Edinme Cevap yazısı

18-Cumhurbaşkanlığına 6.8.2015 Bili Edinme Başvurusu

19-Cumhurbaşkanlığına 16.10.2015 dava açılacağının bildirilme yazısı.

20- Mustafa Demir'in Engelli Raporu.