TÜRK ADALETİ
06.08.2004
tarihinde oğlum Halil Demir, Ankara-Bala'da Bala Lisesi önünde kaldırımda 15
yaşında kör bir çocuğun arkadan ve hızla çarpmasıyla kazaya maruz kalıyor ve
ağır yaralanıyor. Kaza yapan çocuk aracı bırakıp kaçıyor. Kardeşi karşı bakkaldan
telefonla babasına ulaşıyor. Polisten önce olay yerine ulaşan baba suçu
üstleniyor. Kazanın kaldırımda olduğunu ve kendisinin yaptığını söylüyor.
Kazadan
sonra olay yerine ulaşan Polis gerekli emniyet tertibatını alıyor. Trafik
Polisi Mustafa Gödek kaldırıma çıkan aracın izini tüm milletin gözü önünde
çiziyor. Bu sırada oğlum Bala Lisesi girişinde yatıyor. Ölü diye
ilgilenmiyorlar. kaldırımda araç iziyle ilgilenmekte olan Trafik Polisi Mustafa
Gödek'in boğazına Ali adlı polis sarılıyor ve: "Yerde yatan İnsan, onunla
niye ilgilenmiyorsun?" diye kızınca Ali adındaki polis olay yerinde
uzaklaştırılıyor. Mustafa Gödek'te oğlumla ilgilenmeden kaldırımı çizmeye devam
ediyor.
Kazadan
sonra olay yerine gelen Sağlık Meslek Lisesinde yeni mezun genç, oğlumun boğazına
kaçan dilini çıkartarak yaşama döndürülmesini sağlıyor. Bu sırada aradan yarım
saat kadar bir zaman geçiyor. Kaza yerine Dr. Salih YILMAZ ve Eczacı C.
Barbaros AYATA geliyor. Barbaros Bey o zamana kadar kimsenin tanımadığı oğlumu
tanıyor. Salih Bey derhal oğluma müdahale ederek Ambulansı beklemeden trafik
polisinin aracıyla Bala Sağlık Ocağına kaldırıyor. Barbararos Bey geçerken
evimde beni aldı ve Sağlık Ocağında oğlumu teşhis ederek Ambulansla Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine zor yetiştirdik. Salih Bey izinli
olmasına rağmen derhal Sağlı Ocağında görevi devir alarak nöbetçi doktorun
oğlumun başında gelmesini sağladı. Daha sonraki itirafında ise :"Hastanın
Ankara'ya yetişeceğinden ümidim olsaydı başında giderdim." diye anlattı.
Mağdur
kaza yerinde ayrıldıktan sonra kaza anında çeşmede su doldurmakta olan Tanık
Can Gürbüz tüm kalabalığın önünde kazayı anlatıyor ve kazanın çocuk tarafından
ve kaldırımda gerçekleştiğini tüm kalabalık duyuyor. Olay yerine intikal eden
Başkomiser ve Emniyet Amir Vekili Ali Mülayim, Gan Gürbüz'ün ifadesine
başvurmak üzere kalabalık içinden alarak Bala karakoluna getiriyor ve ifadesini
alıyor. Kepçeci Mustafa Yaşar ve olay yerinin karşısında bakkalı olan Mekin
Öktem'de karakola çağrılıyor ve ifadeleri alınıyor.
Kaza yaptığını söyleyen Ahmet
Çalış ifade vermiyor ve tutanak tutuluyor.Trafik Polisi Mustafa Gödek cumartesi
günü, kazayı çocuğun babası Ahmet Çalış'ın yaptığına ve oğlumun hiçbir
kusurunun bulunmadığına dair Kaza Tespit Tutanağı düzenliyor ve karakola teslim
ediyor.
Ben
durumu çok ağır olan oğlumun durumuyla ilgilendiğim için Kaza sonrası Bala'ya
dönmedim. Oğlumun durumunun çok ağır olması ve Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesinde görevli bir Prof. Dr.'un uyarısıyla Cumartesi günü oğlumu Gazi'den
alarak Özel Ankara Güven Hastanesine kaldırdım. Kaza yapanların yakınları da
kazanın kaldırımda olduğunu teyit ediyorlardı.
Başkomiser
ve Emniyet Amir vekili Ali Mülayim Cumatresi günü yanına iki polis alarak
(birinin adı Ali Afacan, eve geldiğini teyit etti.)Bala'daki evime geliyor,
hemşerimiz olduğunu söylüyor. kazanın kaldırımda olduğunu ve oğlumun hiçbir
kusurunun bulunmadığını söylüyor. Oğlumun kimlik bilgilerini alıyor ve gidiyor.
Buraya
kadar herşey normal. Anormal bir durum yok. Gelelim bundan sonrasına; Kazayı
yapan Ahmet Çalış nezarete alındığından kaza yapan çocuğun annesinin dayısı
olan Kuyumcu Abdulkadir Kılıç, kazadan sonra avanesiyle karakol ve emniyeti
mesken tutuyor. Kazadan sonra hemen Başsavcı Mustafa Saylam'a ulaşıyor ve onu
RÜŞVETE boğuyorlar. Görevli Savcı İrfan Saz kazanın üçüncü günü(Pazar günü)
olay mahalline geliyor. Kuyumcu Abdulkadir Kılıç, Ahmet Çalış'ın Kayınpederi,
Yeniyapan Köyü Muhtarı Medet Kara, Toptancı Ayhan ve Avukat Sabite Gürman Savcılığı ziyaret ediyorlar. Kuyumcu beni
davacı ettirmeyeceğini ileri sürüyor. Savcı ve Polislere teminat üstüne teminat
veriyor. Hatta benim için: "O topal kim oluyor, ben onu davacı bile
ettirmem" diye konuşuyor.
Kuyumcu
Abdulkadir'in yalanına inanan Savcı ve Bala Emniyet Amir Vekili ortak olarak
beraber, oğlumun Ahmet Çalış adına düzenlenen kaza raporunu "Münasip
yerlerine" sokuyorlar. Evrakları değiştirmek için harekete geçiyorlar. İlk
olarak ifadesini aldıkları Can Gürbüz'ün ifadesini münasip yerlerine sokarak
yok ediyorlar. Kepçeci Mustafa Yaşar'ın ifadesini istedikleri gibi
değiştiriyorlar. Tanık Mekin Öktem'in ifadesini de değiştirmek istiyorlarsa da
emekli bir polis memuru olan bakkal Mekin Öktem'in ifadesini değiştiremiyorlar.
İfade vermeyen Ahmet Çalış'ın ifadesi bizzat Amir vekili Ali Mülayim tarafından
pazar gecesi Cumartesi günü tarihiyle ve saat yazılmadan alınıyor. Bu arada
komşum Barbaros Ayata benim adıma daha önceden Ahmet Çalış adına düzenlenen
tutanağı Pazar gecesi saat gece 23:00 sıralarında istiyor. Ali Mülayim'le
atışıyorlar. Polisler Barbaros Bey'i sakinleştiriyorlar. Ahmet Çalış adına
düzenlenen raporu değiştirilecek diye vermiyorlar. O gerçek Rapor Ali Mülayim
ve savcı İrfan Saz'ın hala münasip yerinde duruyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve
Adalet Bakanı dahil Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri hala "O Raporu"
bulamadılar. Onca soruşturma ve davaya rağmen adamlar münasip yerlerine
rüşvetle o kadar evrak doldurmuş ki benimkisi hala bulunamadı. Bende yılmadan
aramaya devam ediyorum. Ya o gerçek raporu çıkaracaklar yada kendilerini
koruyan Türk Adaleti Yetkilileriyle birlikte bedelini ödeyecekler.
Savcı
gelip gittikten sonra Trafik Polisi Mustafa Gödek, oğlumun yol ortasına kazaya
maruz kaldığını, kaza yapanların hiçbir kusurunun bulunmadığını, sol tarafı
kırılmış aracın oğluma sağ tarafıyla çarptığını gösterir bir rapor getiriyor.
Savcı akşamdan gittiği için gece karalol polisleri küfürle birbirine giriyor.
Evrak ve raporların rüşvetle değiştirilmesine karşı çıkan polisler vardır.
Fakat ben küçük bir memur olduğumdan kuyumcu ve Savcı'ya karşı birşey
yapamayacağımı düşünerek susuyorlar. Polis Mustafa Gödek Pazartesi günü oğlumun
%60 kusurlu olduğuna dair bir rapor getiriyor. Polisler yine kavga etselerde
seslerini çıkaramıyorlar. Evrakları Pazartesi günü düzgün olarak değiştiren ve
Rüşvetini alan Ali Mülayim, evraklar pazar günü düzenlenmiş gibi bir üst yazı
hazırlıyor. Rüşvetle gerçek raporu münasip yerine sokan Savcı İrfan Saz'da
evrakları Pazar günü teslim almış gibi Pazartesi günü kendi el yazısıyla attığı
pazar tarihiyle teslim alıyor. Böylece evrakları değiştiriyorlar.
Bizde
kaza kaldırımda olmuş, karakol da gerekli işlemi yapmış diye kaygısız oğlumuzla
ilgileniyoruz. Kazadan 35 gün sonra daha önce "çeketini satıp beni mağdur
etmeyeceğini" söyleyen Ahmet Çalış, kayınbabasıyla Güven Hastanesine
gelipte: "Oğlunu niye Numuneye yatırmadın? Bu hastanenin parasını nasıl
ödeyeceksin? Malınız, mülkünüz varmı?" gibilerden konuşunca bende
"Malımızda var, mülkümüzde var, ben size güvenerek bu hastaneye
yatırmadım" diyerek adamları kovdum. Bala'ya dönüp resmi evrakları aldım.
Resmi evraklara göre kaza oğlum karşıdan karşıya geçerken yol ortasında meydana
gelmiş. Sürücü %40, oğlum %60 kusurluymuş. Oysa olay yerinin karşısında bakkalı
olan emekli polis tanık Mekin Öktem, oğlumun yol geçmediğini, kendisinin
dükkanını önünde ve yol kenarında oturduğunu, eğer oğlumun dükkanını önünde yol
geçerse mutlaka görmesi getektiğini anlatmmaktadır. Ahmet Çalış'ta tanık Mekin
Öktem ifadesini değiştirmediği için suçu üstüne alamamış, fakat suçu kendi
oğlunun üstüne atarken suç oranını değiştirmeyi, suçu olmayan oğlumu Rüşvetle suçlu göstermeyi başarmış. Savcı,
Emniyet Amir vekili ve Polisler Rüşvete evrakların değiştirilmesine göz
yummuşlar.
Ben
hemen resmi işlem başlattım. Savcılığa ve Kaymakamlığa birer dilekçe verdim.
Başka tanıkların da olduğunu, kazanın bana böyle anlatılmadığını savcıya
söyledim. Resmi bir dilekçe ile davacı oldum.
Kaymakamlığa
verdiğim dilekçe Ankara Emniyet Müdürlüğüne gönderildi ve soruşturma başlatıldı
ise de Benden ve Eczacı Barbaros'tan başka tanık dinlenmemiş. Adamlar Rüşvet
veren Ahmet Çalış'ı Barbaros Beyle birlikte tanık göstermişler. Barbaros Bey'in
"Ahmet Çalış adına düzenlenen kaza tutanağı bana verilmedi" ifadesini
hiç dikkate almadan Ahmet Çalış'ın ben rüşvet vermedim, Ali Mülayim ve Mustafa
Gödek'inde biz rüşvet almadık ifadesini alarak, soruşturma yaptık "rüşvet
yok" diye dosyayı kapatmışlar.
Savcı
ilk olarak bir keşif başlattı. Benimde bu keşfe katılmamamı istediyse de ben
dinlemedim. Ankara'ya giderek bir Avukat getirerek keşfe katıldım. Keşifte
savcı o kadar taraflı davrandı ki beraber oturduğum Dr Salih, Barbaros ve Tanık
Mekin Öktem'in yanından kalkarak Savcı Beye : "Savcı Bey, bu keşfi sizmi yapıyorsunuz? yoksa
Ahmet Çalış mı yapıyor?" diye sorunca Savcı Ahmet Çalış'ı tanıkların
yanında uzaklaştırdı ama adam vicdanını sattığı için gerçek keşfi Ahmet Çalış
yapıyormuş. Keşifte Bala Jandarma karakolunda Abdullatif Öztürk adında bir
uzman çavuş Bilirkişi olarak görevlendirilmiş. O da Mustafa Gödek'ten dana kötü
bir rapor hazırladı. Adeta Mustafa Gödek'e rahmet okuttu. Hatta "Polisi
nasıl şikayet eder, ben daha kötüsünü vereyimde görsün" diye de ahlaksız
bir laf ettiği bana geldi. Bende Ankara'ya giderek kendime avukat tuttum, keşfe
katılan avukatla anlaştım.
Oğluma
artık Fizik tedavi gerektiği için hastane aramaya başladım. Oğlumun durumunu
öğrenen hiçbir resmi fizik tedavi ve rehabilitasyon hastanesi oğlumu kabul
etmiyordu. Buna Beytepe Askeri Hastanede dahildi. hatta Beytepe Asker Hastanesi
Nöroloji doktoru oğlumun evraklarını görünce "Sivil hasta beni
ırgalamaz" diyerek laf etmiş, kendisine evrakları veren görevli,
"Terbiyesiz ne biçim konuşuyor" demek zorunda kalmıştı.
En
sonunda yeni açılan İncek Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon hastanesine aylık yaklaşık iki maaş ücretle yatırmak
zorunda kaldım. Daha sonra hastane sahibi olan Beyin Cerrahı İzzettin Bey
"ben bu hastayı parası için aldım. Yaşayacağında hiç ümidim yoktu, sizin
bakımınızla yaşadı." diye itirafta bulundu. Benden sonra da bu durumdaki
hiçbir hastayı kabul etmedi. Hastaneye oğlumu yatırdığımda yıllar önce Türkiye
Petrollerinde beraber çalıştığımız Kemal Bey'le karşılaştım. Onun oğlu da
okurken beyin kanaması geçirmiş ve durumu ağırdı. Oda benim gibi yüksek ücretle
kalıyordu. Ama onun Tedavi giderlerini kurumu olan Botaş karşılıyordu. Diğer
kurumlarda yatanlardan hastası ağır olanları hep kurumu veya kurumunun yan
kuruluşu tedavi masraflarını karşılıyordı. Bende yardım için Diyanete ve
Diyanet Vakfına müracaat ettimse de Allahsız adamlar sözlerini tutmadıkları gibi
birde benim İnsanlık olsun diye imzaladığım yardım senetlerini benim
hazırladığım dosyayı iki müfettişle alarak münasip yerlerine soktular ve beni
en zor zamanımda icraya verdiler. Bende mahkemeye taşıdımsa da hiçbir netice
alamadığım gibi siciliminde iftira evrakları ile dolu olduğunu öğrendim. Yasal
yolda onları da alıp işlem başlattımsa da Diyanet İşleri Başkanına "Dinini
yıktırma pahasına" hiçbirşey yapamadım. En sonunda parelel kavgası
başladı. Bana iftira atanlar paralelci ve Gülenin hemşerisi olduğundan ve
açılan soruşturmalar ahlaksızca kapatıldığından Ankara 15. İdare mahkemesinde
İdari dava başlattım. Bakalım nasıl sonuçlanacak. Ya Diyanet İşleri başkanı
herşeyi inkar ederek yine dinini yıkacak, ya da gerçeği kabul ederek cezasına
razı olacak. Her ikisi de bana uyar. Hatta dinini yıkması benim için daha
karlı. Ahiret azığı olur.
Keşif
sonrası savcılık gerekli dosyayı hazırlayarak Ankara'ya gönderdi ve Ankara 3.
Çocuk Mahkemesinde dava açıldı. İlk duruşmada hazır olmamıza rağmen duruşmamız
ahlaksızca öğle tatilinde ve biz mahkeme önünde uzaklaştırılarak görüldü.
İkincı duruşmada ancak taraf olduk. Akabinde oğlumun durumu için Ankara Adli
Tıp Kurumuna götürüp Tedavi durumu hakkında Rapor aldık. Rapor alımı sırasında
oğlumun Bala Lisesi önünde kaza geçiren kişi olduğunu öğrenince bir
verdiği kafa kemik kırığını iki ye
çıkartarak bize de: "2/8 le adamın donunu alırsın" diyerek ahlaksız
bir laf etti. Meğerse 3. Çocuk Mahkemesi Adli Tıptan Kaza raporu çıkartarak
Polis ve Bilirkişinin raporunun doğru olduğu yönünde rapor verilmiş ve bu rapor
bizden gizlenmiş.
Bala'da
verdiğim dilekçe üzerine Ahmet Çalış ve kızı hakkında Fuat Pembeçiçek
tarafından "Adaleti yanıltma" davası açıldı. Dava sırasında yalan
söyleyen tanıklar Can Gürbüz ve Kepçeci Mustafa Yaşar yalan söylemekten vaz
geçip gerçeği söyledilerse de Can Gürbüz'ün alınıp Ankara 3. Çocuk mahkemesine
gönderilen ifadesi dosyadan çıkartılıp yok edildi. Hala da ulaşılamıyor. Ben
bizzat bu ifadeyi dosya değişikliği nedeniyle geldiği Bala Asliye Ceza Mahkemesinde
Ankara Adli Tıp'a gönderilmeden önce ulaştım, ifadeyi okudum. hadda bir
suretini almak istedim se de o gün dosyaya bakan Hakim Mehmet Keskin oğlunu
hastaneye götürdüğü için alamadım. O ifadeye göre oğlumun suçlu bulunmasına
imkan yoktu.
Zira Can Gürbüz kaza yerinde
anlattıklarını o ifade de anlatmış,
yanında bir kişi daha olduğunu ben o ifadede öğrenmiştim. O kişi ailesi
tarafından mahkemede taraf yapılmamışsa da daha sonra bir trafik kazasında
geberip gitmişti. Adli Tıp Kurumunda dosya geldiğinde tanık Can Gürbüz'ün
ifadesi yok olmuş, onun yerine Adli Tıp
Kurumunun bizden gizlenenen raporu ortaya çıkmıştı. Ben dosyayı Adli Tıp'a
gitmeden bizzat görmüş ve incelemiştim. Böyle bir rapora rastlamamıştım.
Avukatımda böyle bir rapordan haberinin olmadığını söylüyordu. Tanık kepçecide
yalan ifadesinde vaz geçip hiçbirşey görmediğini itiraf etsede hakim Fuat
Pembeçiçek tarafından korunmuş ve haklarında herhangi bir işlem yapılmamıştı.
Ahmet Çalış'a da bir ay ceza vermiş ve onu da yetkisini kullanarak ortadan kaldırmıştı.
Utanmasa Adaleti yanılttığı için neredeyse ödül verecekti, gerçi ödül gibi bir
karar vermişti. Halbuki vicdanını satmasa da yalan söylediğini ortaya çıkardığı
yalancı tanıklara "Yasal İşlem" yapsaydı. Oğlum Rüşvetle suçlu
bulunmayacağı gibi Ceza Davasında da, Rüşvet Davasında da kimse Rüşvet yemeye
cesaret dahi edemez, oğlum Rüşvetle suçlu bulunmazdı. Bizde Fuat Pembeçicek
hakkında Adalet Bakanlığına Ankara 3. İdare Mahkemesinde İdari Dava açtık ve
halen dava devam ediyor. Şu an Temyizde. Bedeli mutlaka ödettirilecektir.
Kanun
değişikliği nedeniyle dava tekrar Bala Asliye Ceza mahkemesine geldi. Dava
başlayınca biz ısrarla tekrar keşif isteyince Bala Belediyesi kaldırım
düzenleme başlattı. Ne hikmetse Belediye kaldırım düzeltme işlemine bizim kazanın
olduğu Bala Lisesi önünde başladı. Mahkeme de olay yeri değişikliğini gerekçe
gösterek keşif yapmaktan vazgeçti. Bala Belediyesi encümen azası olan
Kuyumcunun isteğiyle O kaldırımı değiştiren başkanın bir trafik kazasında Gazi
Ünivertesi hastanesinde yattığını ve oğlumun durumuna benzer bir durumunun
olduğunu üzülerek öğrendim. Tanıkların yeniden dinlenmesi talebimizde Kuyumcu
Abdulkadir Kılıç'ın kiracısı savcı tarafında engellenince oğlum
alavere-dalavere ile suçlu bulunmuş oldu.
Tam
bu sıralarda tesadüfen bilirkişi raporunu hazırlayan Abdullatif Öztürk'ün
yanında çalışan uzman çavuş Mustafa Şahin'in babası Mustafa Şahin'le cami
imamıyla konuşunca imamın söylemesiyle Cami ile eski Müftülük arasındaki yolda
karşılaştık. Adamla konuşurken hemşerim olduğunu ve ailemi tanıdığını öğrendim.
Kendisinin burada ne yaptığını sorunca oğlu uzman çavuşun yanına geldiğini
söyledi. Oğlunun kim olduğunu sorunca Abdullatif Öztürkle birlikte çalışan
Uzman olduğunu söyledi. Bende dedemin adını söyleyerek, bende rüşvet isteyen
senin oğlun mu? Yavaş oğlumu hastaneden bir alayım sana Gavurdağı usulü bir
Rüşvet vereyim. Sen rüşvetini nasıl istersin? diye sorunca dedemin ve ailemin
Gavurdağının son ağası ve eski sahipleri olduğunu bilen, neyi yapıp neyi
yapamayacağımızı da iyi bilen adam konuşamadı ve yanımda ayrıldı gitti. Bende
Ankara'ya gitmek üzere Bala Belediye arabasına bindiğim halde tekrar inerek o
zaman saat dükkanı işleten İbrahim Hoca'nın dükkanına geldim. Hocaya söylemeden
sohbet ederek çay içmeye ve Kuyumcunun dükkanını gözetleme başladım. Tahmin
ettiğim gibi 35-40 dakika sonra oğlumun raporunu hazırlayan uzmanlar Rüşveti
veren, daha doğrusu Ahmet Çalış'tan alarak veren yani aracılık eden Kuyumcunun
dükkanına geldiler. Bende saat dükkanında kalkarak Bala Eczanesine geldim.
Orada bulunan Dr.Salih Bey'de benim kim olduğumu Kuyumcuya söylemeye
geldiklerini, aslında ben İslahiye ovasının dağıtılmadan önceki sahiplerinin
torunlarından olduğumu, uzmanları bunu öğrenince Kuyumcuya geldiklerini, işin
Adalet değil güç savaşına dönmesi halinde başlarına ne geleceğini çok iyi
bildikleri için oraya geldiklerini anlattım. Onlar ayrıldıktan sonra bende
ayrılıp Ankara'ya gittim.
Ben
ayrıldıktan sonra Dr. Salih Bey'in yanına Jandarma Komutanı Mesut Çakan Bey
gelmiş. Dr.Salih Bey benden bahsedip benim öyle oyunlara gelmeyecek biri
olduğumu anlatmış. Komutan da bilirkişileri çağırıp sıkıştırarak gerçeği
anlattırmış. Bilirkişi ilk önce gerçek raporu hazırlamasına rağmen savcının
isteğiyle değiştirmiş. Bu nedenle saten mahkemede savcı ve hakimler gerçeği
bilmelerine rağmen aldıkları rüşvetin gereğini yapıyorlarmış. Ben bu olaydan
kısa süre sonra yurtdışı Hac görevine gittiğim için görev dönüşü bana da
anlattı. Bilirkişiler Bala'dan ayrıldı. Benim mahkemeye çkarılmaları ve
soruşturma taleplerimde sonuçsuz kaldı. Bilirkişi konuşunca Polislerde konuştu.
Tüm gerçekler ortaya çıkmasına rağmen bir türlü mahkemeye yansıtılamadı. Hala
da yansıtılamamaktadır. Açılan onca soruşturma ve davalar sürünceme bırakılma,
bir türlü neticelenmesi sağlanmamaktadır. Bizde yılmadan gerekeni yapmaya
çalışmaktayız.
Ceza davasında suçlu bulunan oğlum, tazminat
davasında da ceza davası esas alındağından aynı şekilde suçlu bulundu. Tazminat
davası temyiz edildiği için kazadan 11 yıldan fazla bir zaman geçtiği halde
hala sonuçlanmadı. Bizde ceza davası sonuçlanmadan İdari İşlem başlattık ve
tayinimi çıkartarak Bala'dan ayrılıp Osmaniye Kadirli'ye geldim.
Kadirli'ye
gelince yaylada olan Babam'da yanıma geldi. Gece konuşurken durumun ne
olacağını sorması üzerine kendisine :"Senin 1942-43'de yaptığını
yapacağım. Bu dava başka türlü çözülmeyecek. İşin içindeki adamlar 1. sınıf
hakim, savcı. kendilerince çok iyi evrak hazırlamışlar. Bu evrakları ancak zor
kullanarak bozabilirim" diye olayı anlatınca durdu. Bir süre konuşmadı.
Daha sonra: "Ben seni bunun için okutmadım." dedi. Bana kızmaya,
bağırmaya başladı. Ondan sonra da ağlamaya başladı, hiç unutamadığım şu cümleyi
söyledi: "Benim babam ölmüştü, senin oğlun ölmedi." Bir süre
durduktan sonrada ailenin geçmişinden anlatmaya başladı. Anlattığını daha önce
kimseye anlatmamıştı. Hatta kardeşlerim "bize niye anlatmadı."
dedilerse de ben bana anlattıklarını Osmanlı Tarihçisi Ahmet Cevdet Paşa'nın
Tezakir adlı eseriyle, Osmaniye Valiliğinin yayınladığı ve M.Fatih Sansar'ın
kaleme aldığı "Fırka-i İslahiye ve Osmaniye" adlı eserle ve üç
üniversitenin yayınlanan araştırma teziyle doğrulayınca hiçkimse itiraz
edemedi. Dedemin baba tarafından dedeleri Kozanoğlu Beyleriydi. Anne tarafından
dedeleride Küçükalioğullarıydı. Bu ülkede Başbakanlık yapan Prof.Dr.Necmettin
Erbakan'ın dedesi benim büyük dedem Halil Bey'in kardeşiydi. Fırkai İslahiye
tarafından İstanbul'a sürülünce beraber gitmişler. Erbakan'ın dedesi Hüseyin
Bey Nazır (Bakan)olmuş, Halil Bey'in oğlu Hacı Bey'de Sultanın o zamanlar özel
mülkü olan Kerkük'e gönderilmişti. Hacı Bey ve Hüseyin Beylerin oğulları Sultan
tarafından okutulmuş Mustandik (Savcı)
olmuşlardı. Hüseyin Bey'in oğlu M.Fehmi Bey Bingöl Genç'e atanmış. Hacı Bey'in
oğlu Abdurrahman Efendi'de o tarihte İslahiye'ye bağlı Kurudere Nahiyesine,
oradanda İslahiye'ye atanmıştı. İslahiye Savcısı iken Küçükalioğlu Mustafa Paşa
(Mıstık Paşa)nın torunu Seydi Bey (Seydo Ağa)in kızı Fatma ile evlenmiş. Dört
çocuğu olmuş, genç yaşta attan düşerek ölmüştü. Onun ölümü üzerine de Kerkükte
bulunan Hacı Bey gelerek Kızlaç Köyüne yerleşmişti. Hacı Bey ve sonrası saten
bilinmekteydi. Öncesi de tarih kitaplarında bulunup çıkarılmıştı. Erbakan'ın
Babası da Genç'ten Erzurum'a atanmış, orada evlenmiş. İki çocuğu olmuş, Sinop'a
atanınca yolda eşi ölmüştü. Sinopta kale kumandanı Halil Bey'in torunu ile
evlenmiş Necmettin Bey bu ikinci eşinden olmuştu. Ama her aile bir tarafa
dağılıp nesil çoğaldıkça eskiler unutulmaya başlanmış, her aile bölündükçe
birbirini tanımaz olmuştu. Osmanlı yıkılmış, yerine Cumhuriyet kurulmuştu.
Cumhuriyetle birlikte kılık kıyafet ve harf devrimi yaşanarak eskilere ulaşmak
bir muamma haline gelmiş, arap alfabesiyle yazılan kitaplara düşman olunmuş ve
hurda olarak satılmış, kalanlarda yırtılıp yakılmıştı. Adalet sistemi dahil tüm
sistemler değiştirilmiş, eskiye düşman bir nesil yetiştirilmek için ne
gerekiyorsa yapılmıştı. Ağalık sistemi ortadan kaldırılmış, mallarına el
konulmuş, dağıtılmıştı.
Ama
Adaletteki bu rüşvet hadisesi de bize geçmişimizi öğretmişti. Babama oğlum
ölmediği veya bana fiili olarak saldırılmadığı takdirde bende güç
kullanmayacağıma, kendisinin dedemin olayında olduğu gibi güç kullanarak
yaptığı işleri kalem kullanarak yapacağıma dair söz verdim. Ondan sonra hukuki
olarak ne gerekiyorsa yapmaktayım. Bu konuda avukatım dahil hiç kimseyi
dinlememekteyim. Avukatımda tazminat dışında davama karışmamakta, onu da
kaybetmiş durumdadır. Alacağı kazandığı ve aldığı tazminatla sınırlı olduğundan
o bana, ben ona karışmadan hukuki işlemlere devam etmekteyiz.
Bala'da
ayrılmadan başladığım idari soruşturma "oğlunun durumunu
kabullenemiyor" denilerek kapatılmıştı. Soruşturma iş ve işlemlerinde uzun
süre görev yapmış bir memur olarak Bilgi Edinme Kanunu gereğince Ankara
Savcılığının yaptığı soruşturma dosyasını ücretini yatırarak aldım. Bizim
elimizdeki evraklarla uyuşmadığını görünce İdari dava başlattım. Ankara 14.
İdare Mahkemesi kısa sürede Adalet Bakanlığınca "Soruşturmaya izin
verilmediği" gerekçesiyle reddetti. Bende Adalet Bakanlığına soruşturmaya
niçin izin verilmediğini soran bir dilekçe gönderince "Biz
Cumhurbakanlığının soruşturmasını da kapattık" şeklinde ahlaksız bir cevap
verildi. Ben bu davayı açınca Sayın Cumhurbaşkanına da bir mektup yazarak
adaletsizliği dile getirmiş, açmış olduğu soruşturmanın kapatılmasını Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine hukuku tamamladıktan sonra göndermek üzere
bekletiyordum. Bunun üzerine bende Sayın Cumhurbaşkanına "bu cevap bana
Yalova Kaymakamı fıkrasını anlatıyor" diye bir mektup gönderince Adalet
Bakanlığından davanın safahatını gösterir bir cevap geldi. Cevap gereğince
soruşturmayı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna taşıdım. Orada Ceza İşleri
Başkanı olan hakim Fuat Pembeçiçek'in dosyası ayrıldı. Ankara 3. İdare
Mahkemesinde Adalet Bakanlığı aleyhine İdari Dava açıldı. Dava halen devam
ediyor. Diğer hakim ve savcıların davası da yine reddedilince "Kaza
davasının Rüşvet nedeniyle Makul sürede sonuçlanmadığı ve Rüşvet alan Savcı ve
hakimlerin korunduğu" gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine tazminat talebiyle
gönderdim. Henüz sonuçlanmadı, Anayasa Mahkemesinde bekliyor.
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığında daha önce bana verilmeyen Ankara Emniyet
Müdürlüğünün yapmış olduğu soruşturma evraklarını da almıştım. Soruşturmayı
Rüşvet verenin rüşvet olmadığına tanık olduğunu, verenin ben vermedim,
alanlarında ben rüşvet almadım dediğini görünce böyle soruşturma olmaz diye
Ankara Valiliğine Ankara 12. İdare Mahkemesinde dava açtım. Halen Karar
düzeltme aşamasında, henüz sonuçlanmadı. Sonuçlandığında veya Tazminat davası
sona erdiğinde Anayasa Mahkemesine "Makul sürede sonuçlanmadığı, Adil
yargılama olmadığı için rüşvetle tazminat davasında uğranılan zararın on
katından aşağı olmamak üzere" Anayasa mahkemesinde tazminat davası
açılacaktır.
2007
yılında Davamız sonucu oğlum Rüşvetle suçlu bulunup tazminat davamız
reddedilince Avukatımla bir Temyiz kavgası yaşadık. Bu nedenle avukatım benim
isteğim üzerine sadece Tazminat davasını temyiz etti. Ceza davasını bana temyiz
ettim demesine rağmen daha sonra etmediğini öğrendim. Bunun üzerine avukatla
anlaşmazlığa düşdük. Ben temyiz de ısrar edince daha önce destek verdiği İdari
davalardan çekildi. Bende eski soruşturma memuru olduğumdan ve hiçkimseden
korkmadan ve çekinmeden Avukatsız İdari Davalarımı devam etmekteyim. Hatta
kardeşlerimle anlaşmazlığa düşünce kredi kartlarımı ve aldığım kredileri
icralık ederek Adalet Bakanlığına "Rüşvetle beni Mağdur edemezsiniz"
diye dava açtım. Dava Hakim ve Savcı davalarıya birleştirildi ve şu an Anayasa
Mahkemesinde.
Bu
icrada 6 yıl sonra bir Kamu Bankası olan Vakıfbank'ın avukatı benden Faiz
alacağı olduğu iddiası ile bana bir İlamsız Ödeme Emri gönderdi. Bende bu icra
emrine itiraz edince Ankara 11. İcra Hukuk Mahkemesi benim İcra emrine değil,
hiçbir hukuki değeri olmayan Ödeme Muhtırasına itiraz ettiğimi, İcrada yapılan
herhangi bir işlem olmadığını, banka avukatınında kendisini başka bir avukatla
temsil ettirdiğini ileri sürerek beni reddetti. Reddetmekle kalmadı birde bana
Avukatlık ücreti yükledi. bende Anayasa Mahkemesine bireysel başvura yaparak "bu
kararı geri zekalı, aptallar bile kabul etmez" diyerek tazminat, bankalara
ödenen tüm faiz ve masralarla emeklilik
farkı talebinde bulundum. Bu arada hiçbir işlem yapmayan İcra benim varlığını
dahi unuttuğum mobiletime haciz koyunca bende Hakimler ve Savcılar Kuruluna bir
dilekçe ile müracatta bulununca, dilekçe görevli birinin "biyerine"
takılı kaldı. Anayasa Mahkemesi benim "gerizekalı ve aptalın kabul
etmeyeceği" dediğim kararına "bu ülkenin en geri zekalı ve aptalı
biziz" dercesine bu kararı doğru kabul etti. Beni de kesinleşme şerhine
rağmen zamanında müracaat etmediğim gerekçesiyle reddetti. Bende bu kararı
İdare Mahkemesine taşıyınca Ankara 11. İdare Mahkemesi her konuda ayrı ayrı
dava açmamı isteyerek ve gerekçe olarakta birden fazla konularda bir dilekçe
verilebileceği maddesini gösterdi. Ben de bu karara itiraz ederek bunu kabul
etmeyeceğimi, reddi halinde anayasa ve AİHM'me taşımakla kalmayacak birde kitap
haline getireceğimi söyleyince ayrı dosya numarası ile yeni dava olarak kabul
etti. Bakalım ne sonuç çıkacak.
2010
yılında emekli oldum. Bu arada bana yardım sözünü tutmayan Diyanet Vakfı
ahlaksız ve Allahsız şekilde icraya verdi. Mahkemeye taşıdımsa da yardım
dosyası Başkanın "münasip yerinde" olduğu için ulaşamadım ve davayı
kaybettim. Bu arada bu kadar sıkıntıya dayanamayan böbreklerim artık iflas
ettiğinden Hemodiyaliz hastası oldum. Artık düzenli olarak haftada üç gün
hemodiyalize giriyordum. Kamu kurumlarıyla uğraştığımdan böbreklerimi
kaybettiğim için Sağlık Bakanlığına İran Modeline veya benzer bir modelle
Devlet kontrolünde ücretle nakil yapılmasına karar verilmesine dair Ankara 5.
İdare Mahkemesinde dava açtım. Halen devam ediyor. Şu anda temyiz aşamasında.
Ankara
Bala'da 2007 yılında açtığımız Tazminat davasına ek olarak açılan Ahmet Çalış'ın
Bala'daki evini bacanağı Necmi Sarı'ya
düşük bir bedelle devretmesi üzerine açılan iki dava Tazminat davası
sonuçlanmadığı için düşürüldükten sonra açılan 2014/106 nolu davada Ahmet
Çalış'ın Avukat Sabite Gürman'ın yalancı tanık dinleteceğini davaları takip
ettiğim bilgisayarımda öğrenince kazayı özetleyen ve bunların "yalancı
tanık" olacağından şek ve şüphem olmadığına dair dilekçemi Mahkeme Hakimi
"Suç şüphesi" olduğu gerekçesiyle Bala Cumhuriyet Savcılığına
yönlendirmiş. Hakimin benim dilekçemi suç şüphesi olarak yorumlaması en çok
benim işime yarardı. Tabi onuda soruşturma açmadan sümenaltı etmezlerse.
Avukatı, Ahmet Çalış'ın eski komşularını toplamış, adamlara düpedüz yalan
söyletiyor. Yalancı tanıklardan hiçbiri benim bu dilekçem üzerine Ahmet Çalış'ın
bana yardım etmek için evini sattığını söyleyememiş. İşin gerçeği ise Ahmet
Çalış Bala TMO Ofisinde emekli olduğu için akrabası olan Kuyumcu Abdulkadir
Kılıç'ın daha önce yem dükkanı olan Kuyumcu dükkanının yanına Cep telefonu
dükkanı açmıştı. Oğluma çarpan arabayı da o tarihte almış, tüm uyarılara rağmen
lakabına uygun hareket ederek kimseyi dinlememişti. En sonunda kaldırımda
oğluma çarparak benim başımı yakmıştı. Bir taraftan bizi oyalarken bir
taraftanda mallarını elden çıkarmıştı. Düşük bedelle bacanağına satmıştı. Kaza
olduğunda kendi ifadesiyle daha emeklilik tazminatını almadığı için paraya
ihtiyacı yoktu. Dükkan açtığı halde Ankara'ya taşınacağı için evini satacağını
uydurmuş, düşük bilirkişi raporuna rağmen yalancı tanıklarına evin o zamanki
bedelinin bu olduğu yalanı söyletmişti. Öyleyse neden Ankara'da dükkan
açmamıştı. Oysa gerçek öyle değildi. Ben kendilerinin yalanına inanmayıp kaza
davasının üzerine gidince rüşvet verdiği adamlar daha çok rüşvet istemiş ve almışlardı. Bu arada mal kaçırmak
amacıyla da dükkanını Kırşehir'in Kaman ilçesine kaçırmış ve başkasının üzerine
açmıştı. Eğer Ankara'ya taşınacaksa dükkanını niye Kaman'a taşımıştı. Nasılsa
benim avukatım ve davaya bakan hakim bunu bilmiyordu. Rüşvet olayı ortaya
çıkınca karşımızda sadece satın aldıkları Bala Mahkemeleri kalmıştı. Hala biz
Bala Hakim ve savcılarına karşı dava yürütmekteyiz. On yıl önceyide yalancı
tanıklarla kapattımı, Hakimi de eskisi gibi kafaya aldımı diğer davalar gibi bu
dava da lehine sonuçlanırdı. Ama benim dilekçem herkesin kafasını bulandırdı.
Gerçekler hiçbir zaman yok olmaz. Geciken Adalet de Adalet olamaz. Bu davalarda
Adalet olmaktan çıkmış tam bir Rezalete dönmüştür.
Biz
işin sonuna kadar gideceğiz. Ben emekli olmadan oğlumun diş tedavisi için Adana
İdare Mahkemesinde "Usulen" dava açmış, fakat Adalet olmadığından üç
mahkeme gezdikten sonra dosya kaybolmuştur. Dosyayı kaybeden hakim bana bizzat
"git şikayet et" demişti. Bunun üzerine HSYK'da şikayet başlatılmış
reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine mağduriyetin giderilmesi için Bireysel
Başvuru yapılmış ve "Hakime Dava açamayacağım" kararı verilmiştir. Bu
karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşınmıştır. AİHM'in Türkiye'ye karşı
benim davamda olduğu gibi Dosya Kaybetmelerin olağan olduğu nedeniyle ceza
verildiğinden Türkiye'nin aynı tutumunu sürdürmesi nedeniyle davam kabul
edildi. Halen de devam etmektedir.
Bu arada Ak parti Genel Merkezine
Sayı Başbakana hitaben 15.09.2015 tarihinde bir mektup göndererek Dava karar ve
dilekçelerini gönderdim ve artık dayanamadığımı, bu hukuksuzluğun sona
erdirilmesini ve mağduriyetimin giderilmesini istedim. İki ay sonra hiçbir
gönderinin olmadığını öğrenince aynı dilekçe ve evrakları tekrar gönderdim. 2011
yılında da O zaman Başbakan olan Sayın
Cumhurbaşkanımıza bir mektup göndermiş, cevap alamayınca yine mektubun olmadığı
söylenmiş, tekrar gönderince de o zamanki Devlet Bakanı olan Bekir Bozdağ
başbakan adına kısa bir cevap vermiş, verdiği cevapta yalan çıkmıştı. O yalancı
Bekir şimdi bu ülkenin Adalet Bakanı oldu. Muhtemelen de benim Sayın Başbakana
gönderdiğim dilekçe evraklar yine yalancı Bekir'e gönderilecek. Bakalım ne cevap
verilecek. Bende verilen cevabı hiç üşenmeden kitabıma aynen koyacağım.
Artık
açılan ve devam eden davaların sayısını ben unuttum. Tüm bu soruşturma, dava ve
kararlar toplanarak "KİTAP" haline getirilecektir. Benim yaşadığım bu
sıkıntıları başkasının yaşamaması için ne gerekiyorsa yapılacaktır.
Bende
tüm bu yaşananlar üzerine kaza geçiren oğlum adına kısa adı HALDEM DERNEĞİ olan Bahçeli Halil Demir Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneği'ni kurdum ve kendimi Denetleme Kurulu Başkanlığına,
Dayısını'da Dernek Başkanlığına getirdim. 2015 yılında dernek resmileşti.
Sigortadan alınan az miktarda bir para ile Haldem'in dedesinin ölüm
yıldönümünde dedesi için Kur'an Tilaveti ve dernek açılış yemeği verdik.
Davalar tamamlandıktan sonrada kazanılan tazminatlardan belirli bir miktar
Dernek Marifetiyle yardım olarak verilmeye devam edilecektir.
Çalışmalar
bizden, başarı Allah'tandır. 01.12.2015
Mustafa DEMİR
OSMANİYE