22 Nisan 2025 Salı

KIZLAÇLI FAKILAR - 2

 KIZLAÇLI FAKILAR- 2

            KIZLAÇ'LI FAKILAR(KEL FAKI) ANNESİ SECERESİ 

            Kızlaçlı Fakılar (Kelfakı) Sülalesinin adını aldığı Fakı Mehmet Demir dedemin babası tarafı olan Kozanoğullarını 2014 yılında yayınlamaya başlamıştım. Zaman zaman da güncellemiş ve yayınlamıştım. Şimdi ise Fakı Mehmet Dedemin annesi tarafında olan ve kayıtlarla belirlenen seceresini yayınlamak istiyorum. 

     Dedem Fakı Mehmet’in babası Abdurrahman Efendi Kozanoğlu Halil Bey'in torunudur. Halil Bey'in oğlu Hacı Bey'in (Tatar Haci-Annesi tatar kızı olduğu için bu adla anılmaktadır) oğludur. Dedesi ve Babasının Fırkai İslahiye Ordusu tarafından önce Sivas’a oradan da Kurt İsmail Paşa tarafından Samsun Limanı üzerinde İstanbul’a sürgün edildiklerini ve kendilerine Sultan tarafından Konak tahsis edildiğini, Halil Bey'in kardeşi Hüseyin Bey'in Maliye Nazırı olması üzerine bu sülalenin Nazırlar olarak anılmaya başlandığını, Hüseyin Bey'in oğlu Mehmet Sabri Bey'in okuyup Mustandik (Savcı) olduğunu, önce Bingöl Genç'e atandığını, oradan da Erzurum’a atandığını, orada Korukçuların kızı Sabire evlendiğini, iki oğlunun olduüunu, oradan Sinop'a Ağır Ceza Hakimi olarak atanması üzerine yolda eşinin öldüğünü, Sinop'ta Ayancık kale Komutanı Halil Bey'in torunu ile yeniden evlendiğini ve soyadı kanunu çıkınca da Erbakan soyadını aldıklarını, Prof Dr.Necmettin Erbakan’ın Sinop’ta bu evlilikte doğduğunu anlatmıştık.

     Dedemin babası Abdurrahman Efendi’de aynı iekilde İstanbul'a Dedesi Kozanoğlu Halil Bey ve Babası Hacı Bey tarafınfan okutularak Mustandik(Savcı) olarak ilk olarak bu gün Nurdağı'na bağlı Kurudere Nahiyesine atanmış, oradanda İslahiye’ye Savcı olarak atanmıştır. İslahiye’ye atandıktan sonra Küçükalioğlu Seydi Bey’in(Seydo Ağanın) büyük kızı Fatma ile evlenmiş ve iki oğlan,iki kız dört çocuğu olmuştur. Karaburçlu Köyü Kötüoba denen yeri yurt edinmiş ve Karaburçlu Köyü yakınlarında genç yaşta attan düşerek ölmüş ve mezari Karaburçlu yakınlarında Kızılbayır yokuşunun alt tarafındadır. Abdurrahman Efendi’nin ölümü üzere Osmanlıca nüfus kaydına göre babası Hacı Bey görevlendirildiği Kerkük'ten gelerek Karaburçlu ve Kızlaç Köylerini yurt edinmesiyle bizler bu yörenin çocukları olarak yetiştik. Bu topraklarda büyüdük. Fakı Mehmet Dedem Abdurrahman Efendi’nin küçük oğludur. Büyük oğlu Efendi İbrahim demircilik yaparken 1924 yılında vefat etmiştir. Ağabeyinin ölümü üzerine demirci dükkanını dedem Fakı Mehmet işletmeye başlamıştır. Soyadı kanunu çıkarılınca da demircilik yaptığı için Demir soyadını almıştır. Tepesinde bulunan büyükçe bir demir para kadar olan açıklıktan dolayı da Kel Fakı lakabını almıştır. Bu nakabı nasıl aldığını daha önce anlatmıştım. Bu secere Dedem Fakı Mehmet’in annesi Fatma Hanım'ın mensubu olduğu Küçükalioğulları ve Fettahoğullarıseceresidir.

           Ahmet Cevdet Paşa Kozanoğulları gibi Fırkai İslahiye tarafından Merkezi Payas’ta ve Karbeyaz Köyünde yaylası olan, Osmanlıya Karşı gelmek ve Eşkiyalıkla suçlanan  Küçükalioğulları'nın  bir tuzakla yakalanarak İstanbul’a gönderilmesini Hatay’daki Kabüli Paşanın[7] bir yalanı ve  oyunu olduğunu kaydetmekten de geri durmamaktadır. Oysa ulaşılan resmi belgeler bunların eşkiya değil, bölgede kurulması istenen ermeni devlerini engellemeye çalışan ve bu hususta Devleti Aliye'den(Osmanlı) yıllık 20.000.-25.000 Altın alan büyük aşiretler olduğu resmi belgelerle sabit olmuştur. Ermenilerin hamisi olan İngiliz, Fransız ve Rusların bölgede kurmak istedikleri Ermeni Devletinin önünde birer engel teşkil ettiklerinden asılsız suçlamalarla üzerlerine gönderilen Fırkai İslahiye Ordusu tarafından bölgede uzaklaştırılmışlardır. Klikya olarak bahsedilen bu bölgede bir Ermeni Devleti kurulması halinde Maraş’ta ikamet eden Hırlakyan Agop(Devlet Bahçeli'nin nenesi(Babasının annesi) bu Hırlakyan'ın yeğenidir.) isimli bir Ermeninin Kral olarak atanacağı da bazı kaynaklarda yer almaktadır.

            Bu nedenle bu topraklarda oyunlar hiç bitmemiş, Küçükalioğulları ve Kozanoğulları bölgede uzaklaştırıldıktan sonra bölgede Ermeniler söz sahibi olmaya başlamışlardır. 1.Dünya savaşı ve ardından İngiliz ve Fransız işgalinde halkın katliamında büyük rol oynamışlarsa da canı yanan halk çeteler kurarak silaha davranmış ve olan Devlet kurmaya kalkan Ermenilere  olmuş ve bölgeden tamamen uzaklaştırılmışlardır. Uzaklaştırılmayanların ise büyük çoğunluğu Türk kimliği alarak bir Türk gibi hala bu ülkenin başına bela olmaya devam etmektedirler. Bunun en iyi örneği de PKK-YPG içerisinde bulunan ermeni asıllı Türk kimlikli ve ermenilere hizmeti görev addeden, Osmanlıyı ermenileri soykırıma uğrattığını iddia eden mahluklardır. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti devleti başlattığı TC Kimlik numarası uygulamasını 1905 Osmanlı Nüfus sayımını esas alarak düzenlemiştir. Bu TC Kimlik uygulaması 2008 yılında kullanıma açılınca bu ermenilerin Türk kimliği aldıkları ortaya çıkmıştır.  Halbuki Osmanlı her milleti kendi kimliğini koruyarak tebası altında tutmuş ve her millete kendi Adaleti ile hükmetmiş, asırlarca birlikte sorunsuz yaşamışlardır. Fakat dış güçlerin müdahalesi ile bağımsız devlet olma hayaliyle Osmanlıyı bölüp parçalamayı başarmışlarsa da kendilerine yardım eden batılı veya rusların birer uydu devleti olarak varlıklarını hala sürdürmektedirler. Bu durum günümüzde daha iyi anlaşılmıştır. Bende elimdeki kaynak teşkil eden ailenin tüm fertlerinin TC Kimlik numaralarını bu dönemde almıştım. Soyları ermenilere dayananların, özellikle bazı yetkililerin kimlik bilgileri basında ve sosyal medyada yer almaya başlayınca bir yıl sonra serbest olan TC kimlik bilgilerine ulaşım kısıtlanmıştır. 

     Bu gün dünya genelinde uydurulan Ermeni Soykırımı koca bir yalandan ibarettir. Cumhuriyetin kurulumu ile birlikte ikiyüzbin Yahudi ve ve Sekizyüzbin civarında Ermeni’ye Türk isim ve kimlikleri verilerek bunlar Cumhuriyette iş başına getirilmişler ve ülke yönetiminde söz sahibi yapılmışlardır. İsmet İnönü zamanımda çıkarılan “Varlık Vergisi kanunu" bu azınlıkların ülkenin en zengin tabakası olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Varlık vergisi ile ülke zenginlerinin %97’sinin bu azınlıklarda olduğunu ortaya resmi olarak koymaktadır. Değiştirilen yazı sistemi bu gerçekleri gizlemeye yetmemiştir. Uydurdukları yalan tarihi de ilkokul çocuklarına anlatarak yalanlarla yenibir nesil yetişirme çabasına girmişlerdir. Yeni Kurulan Türkiye Cumhuriyetinde yapılan Harf Devrimi ile eskiler unutturulmaya çalışılmakta ise de bu yabancı planı tutmamıştır. Zira Kurtuluş Savaşında Din-Namus Vatan söylemi etrafında birleşen halk, Dinsiz ve Namussuz olmaya zorlanmışsa da bundan başarılı olunamamıştır. Milli Şair Mehmet Akif Ersoy’un şiirindeki: “Gelenin  hatırı için geçmişe asla sövemem..” dizelerinde söylediği gibi bize geçmişe sövmek öğretilmek istense de bundan başarılı olunamamıştır. Milli Şair M.Akif Ersoy hakkında yapılan iftiralar ve Mısır'a gidişi "İRTİCA, KOD 906" adlı kitapta Resmi belgelerle anlatılmaktadır.

    Fakat tarihte şu da bir gerçektir ki; hiçbir Türk Devleti dışarıdan yıkılamamıştır. Mutlaka içten birileri yıkılma işlemlerine bilerek veya bilmeyerek yardım etmiştir. Küçükalioğullarını ve Kozanoğullarını bölgeden süren Ahmet Cevdet Paşa bile bu sürgünlerin ve şikayetlerin haksızlık olduğunu Tezakir adlı eserinde itiraf etmekte, halkı yerleşik düzene geçirmek istediklerini anlatmaktadır. Fakat daha sonra güçlü Aşiretlerin dağıtılmasının bölgedeki Ermeni azınlığın işine yarayacağını, bunun bir İngiliz, Fransız ve Rusların ortak oyunu olduğunu hesap edememiştir. 

     Küçükalioğulları ile Fettahoğullarıyla olan bağımıza gelince; TC Kimlik uygulamamız 1852 doğumlu olarak Nüfusta kayıtlı bulunan Seydi Bey'in büyük kızı Fatma hanımla başlamaktadır. Seydi Bey yörede Seydo Ağa olarak tanınmaktadır. Babası Küçükalioğlu Mustafa (Mıstık) Paşa, Annesi Fetthoğlu Hasan Bey(bugünkü Hasanbeyli’ye adını veren kişi, Hasanbeylinin eski adı karafenk'tir.)İn kızkardeşidir. Seydo Ağa'nın Nurdaği'ndan Tahtaköprü'ye kadar olan tümGavurdağının ve İslahiye Ovasının sahibi olduğu hem resmi belgelerle ve hemde yöre halkı anlatımıyla bilinmektedir. 1854 yılında babası Mustafa Paşa hileyle yakalanınca kendisi diğer iki kardeşiyle dağa çekilerek yakalanmamış, daha sonra Fırkai İslahiye ordusuyla anlaşarak İstanbul'a babasının yanına, oradanda Niş'e gönderilmişse ve Turabkugarb’a sürgün edilmesine dair ferman çıkartılmasına rağmen,  daha sonra gelerek bugünkü İntilli (Kozdere) köyüne yerleşmiştir. Bundan Fettahoğlu Hasan Bey’in yeğeni olmasının payının büyük olduğu anlatılmaktadır. Annem üç yaşlarında iken Seydo Ağa'nın büyük kızı olan Basasının Annesin Annesi Fatma Hanımı hatırladığını, tütün içen bir kadın olduğunu, tütün kokusu nedeniyle kucağında oturmak istemediğini, dedesi Mustafa Paşa'dan kalan bir inci kolyeyi taşla ezdiği için kendisini dövdüğünü hatırladığını anlatırdı. 

    Bu bilgiler ışığında dedemin Annesi Fatma Hanımla olan Seceremizi; Aydın Efe’nin doktora tezi olan ANTAKYA VE ÇEVRESİ TÜRKMENLERİ: KÜÇÜK ALİOĞULLARI VE REYHANLI AŞİRETİ (XIX. YÜZYIL) adlı çalışmayı, Ahmet Cevdet Paşa’nın  Tezakirini, Fatih Sansar’ın Fırkai ialahiye ve Osmaniye eserini ve Osmanlıca ve Türkçe Nüfus Kütüklerini esas alarak yayınladım. benimle ve bu yazımla yayımladığımm isimlerle akrabalığı bulunan kişiler kendi secerelerini kolayca oluşturabilirler. ben çalışmalarıma devam ederek Allah nasip ederse bir kitap yayınlamayı, geçmişimizi geleceğe taşımayı amaçlıyorum.

    Şu ana kadar ulaşabildiğim belgelerle tespit edebildiğim kadarıyla Kızlaçlı Fakılar (Kel Fakı) Fakı Mehmet Dedemin Annesinin Sülalesi Seceresi:

 1-KÜÇÜKALİOĞLU ALİ BEY  

    Küçükaloğullarının Asılları Özer veya Özer-İli Türkmenlerine dayanan Küçük Alioğulları bir “aşiret” değil, “hanedan aile”dir ve başta Payas olmak üzere Erzin, İskenderun, Belen ve Antakya hattının başlıca gücüdür. Kaynaklara göre Küçük Alioğulları, hanedan bir aile ise de asıllarının dayandığı Özer Türkmenlerinin vaktiyle bir aşiret (=il) olduğu anlaşılıyor. Ayrıca “Özer-İli” tamlamasındaki “il” kelimesinin Türk devlet ve sosyalite kültüründeki anlamlarından biri de “aşiret”tir ve hatta Farslar, bu sözcüğü “ilât” şeklinde çoğul yaparlar. Yörenin ilk Osmanlı tahrirlerindeki adı da “il” tamlamasıyla yazılarak “Özer-ili” şeklinde gösterilmiştir. Faruk Sümer, “Oğuzlar” adlı ünlü eserinde, Payas ve civarına hâkim olan Küçük Alioğullarının, Özer Türkmenlerinden gelme ihtimalini şüpheli bulmaktadır. Merhum F. Sümer, bu notu, Türkmen sözlü geleneğinin meşhur ozanı Avşar Boyuna mensup Dadaloğlu’nun, Küçük Alioğullarının “Özer” Türkmen hanedanı soyundan geldiğini ifade etmesi dolayısıyla düşmektedir. Dadaloğlu, Küçük Alioğulları hakkındaki bir dörtlüğünde; “Bozok Handan sürer gelir ötesi/Özer oğlu Seyfi Handır atası/Baz şahanla sarı kaplan yuvası/Varılmaz yurduna Küçük Alioğlu” diyerek, onları hem Bozoklara hem de Özer Bey’e bağlamıştır. Diğer bir ünlü Osmanlı tarihçisi Hammer ise, Payas Türkmenlerini “Şam Bayatı” olarak gösterir. Yusuf Halaçoğlu’na göre ise Küçük Alioğulları, Ali Bekiroğulları hanedanından olup Gâvur Dağına yerleşmiş bulunan Ulaşlı aşiretindendir. Ulaşlıların  Tozlu, Antakya Tarihi, s. 63. Bölgenin Osmanlılar tarafından ilk yazımlarına bk. Gül, Üzeyr Sancağının Sosyo-İktisadi Yapısı (1521-1573), (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1996; Kerim İlker Bulunur, 110 Numaralı Tapu Tahrir Defterine Göre Özer (Üzeyr) Sancağı, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya 2004. Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri, Boy Teşkilatı, Destanları, (Genişletilmiş 3. Baskı), İstanbul 1980, s. 195. 52 Taha Toros, Dadaloğlu, XIX. Asır Çukurova Saz Şairi, Yeni Adana Basımevi, Adana 1940, s. 12; Tahir Kutsi, Dadaloğlu, Toker Yayınları, İstanbul 1974, s. 97. Ayrıca bk. Andrew Gordon Gould, “Lords or Bandits? The Dereseys of Cilicia”, International of Middle East Studies, 7/4 (Oct. 1976), s. 486. Joseph de Hammer, Histoire de L’Empire Ottoman IX, 1623-1640, (Çev. J. Hellert), Paris 1837, s. 408’den aktaran Tozlu, Antakya Tarihi, s. 63. Ulaşlılar hakkında geniş bilgi için bk. Ali Sinan Bilgili, “Osmanlı’ya Karşı Bir Türkmen Boyu Tarsus Varsakları” Osmanlı 4, (edt. Güler Eren), Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 170-179. 16 beş oymağından biri olan Ali Bekiroğulları Payas’ta oturmaktadırlar. Fakat Fırka-i Islahiye’de görev yapan ve akabinde Halep Valiliğinde bulunan Ahmed Cevdet Paşa, Küçük Alioğullarını Ulaşlı oymaklarından biri olarak saymaz

    Payas ve civarına hâkim olan Küçük Alioğulları, bölgenin en iyi bilinen hanedan ve bir zaman da derebeyi ailelerinden biri olmasına rağmen, “Küçük Alioğulları” adına 1760 yılına kadar Osmanlı belgelerinde rastlanmaz. Çünkü hanedana bu adın verilmesi Küçük Ali’den sonradır; dolayısıyla bu adı Küçük (Güççük) Ali Bey’den almıştır. Hatta “Küçük Alioğlu” adı bu ailede ilk defa Halil Bey için kullanılmıştır.

    Küçük Alioğulları, XIX. yüzyılın başında Bâb-ı Âlî tarafından kendilerine karşı gönderilen Yozgatlı Çapanoğullarını püskürtmüş ve 1817’ye kadar Adana valisinin birlikleriyle çarpışmışlardı. 1817 yılında dağıtılan Küçük Alioğulları, on sene sonra Payas’ta iktidarı yeniden ele geçirmektedir.

    Küçük Ali’nin İmam, Halil ve Beyoğlu adlarında üç oğlu olduğu belirtilmektedir. Küçük Alioğulları, Payas ve çevresinde uzun yıllar Osmanlı Devletini uğraştıran önemli hanedanlardan birisi olup Küçük Alioğullarının en meşhuru, sonradan “Paşa” olan Halil Bey’dir. Hem Fırka-i Islahiye’de çalışan hem de Halep Valiliği yapan Ahmed Cevdet Paşa’nın ifadelerine göre; Küçük Alioğulları ile “Tiyek, Ekbez ve Hacılar” ileri gelenlerine “bey” denilmekte iken; etrafta bulunan diğer önemli aşiret ileri gelenlerine “ağa” denilmekteydi. Diye anlatılmaktadır. isteyenler bu kaynakları kontrol ederek doğruluğunu sorgulayabilirler ve daha geniş malümatlar edinebilirler.

 2-KÜÇÜKALİOĞLU HALİL BEY 

    Babasının yanında yetişen Halil Bey, Özer-İli’nin idaresini uzun süre elinde bulundurmuştu. Devlet tarafından bölgeye idareci tayin edildiği halde, Halil Bey de babası gibi kervan ve Surre Alaylarını yağmadan geri kalmıyor ve birçok ganimet elde ediyordu. Kara yolunu kesmesinden başka elde ettiği ve yaptırdığı gemilerle deniz yolunu da kesen Halil Bey, ailesi içinde icraatı ve etrafta yarattığı korku ve endişe ile dikkati en fazla üzerine çeken kimsedir. Bâb-ı Âlî’ye kudretini kabul ettirmeye muvaffak olan Halil Bey, “Kapıcıbaşılık” ve “Mirlivalık” rütbeleriyle Payas Beyliğine (mutasarrıflığına) kadar yükselmişti. Birkaç defa rütbe verilip ardından azledilen ve idamı dahi istenen Halil Bey hakkında çeşitli kaynak ve belgelerde etraflı malumata rastlanmaktadır.

    Bütün yapıp ettiklerine rağmen Küçük Alioğlu Halil Paşa, Osmanlı Tarihçisi Âsım Efendi tarafından; “âlimleri seven, dini bütün bir adam olup, ilim tahsil eden talebelere yardımcı olan, onların hayır dualarını isteyen, bütün emirlere ve şer’i hükümlere riayet eden bir kişi” olarak anlatılmaktadır. Halil Paşa’nın ölümü üzerine padişah III. Selim, kendi el yazısıyla şunları yazmıştır: “Manzûrum olmuşdur, Hakk Teâlâ cümle ‘usât ve muhâlifini böyle kahr ü helâk eyleyüb, âsâyiş-i bilâd ve istirâhat-ı fukarâ kerem eylesün.”

    Halil Paşa, Payas’ın doğusunda denize yakın bir yerde bulunan mezarına defnedilmiştir. Bu bölgede İskenderun Demir Çelik Fabrikasının kurulması üzerine mezar yeri daha yukarıda bulunan Kürtül Köyüne, kendi yaptırdığı caminin önüne kaldırılmıştır. 

 3-KÜÇÜKALİOĞLU MEHMET DEDE BEY

    Küçük Alioğlu Halil Paşa’nın büyük oğludur. Babasının ölümü üzerine, oğlu Mehmet Dede Bey’in babasının yerini aldığı belgelerden ve bazı eserlerden anlaşılmaktadır. Küçük Alioğlu Mehmet Dede Bey, 10 Nisan 1804 (29 Z 1218) tarihinde Sadaret’e yazmış olduğu arîzada, “babasının ölümünden sonra mîr-i mîrânlık rütbesiyle taltifini beklerken, babasından kalan malların teslimini içeren emri aldığını fakat babasından kalan hiçbir varidatı olmadığını” belirtmektedir.

    Halep Valisi Ahmet Paşa, “şaki Dede Bey’in maiyeti olan Fettahoğlu Akca (Ağca) Bey ve kardeşi Ahmet Bey’in Maraş kazalarından Bulanık kazasının (Bugünkü, Osmaniye iline bağlı, Bahçe kazasıdır) ayanı olduğunu” vurgulamaktadır. “Bunların ve etraflarında bulunan aşiret boy beylerinin ve kaza ayanlarının Maraş Valisi Kalender Paşa’nın yakın akrabaları olduğunu, bundan dolayı bunların idam ve izaleleriyle Maraş, Üzeyir ve Hass-ı Zulkadriye taraflarının eşkıyadan temizlenme işinin Maraş Valisi Kalender Paşa’ya ihale buyrulmasının” uygun olacağını Halep Valisi Ahmet Paşa, 6 Kasım 1816 (15 Z 1231) tarihinde Sadaret’e sunmuş olduğu şukkasında beyan etmekteydi.

     20 Kasım 1816 (29 Z 1231) tarihli bir belgeden anlaşıldığına göre; Fettahoğlu Ağca ve kardeşi Ahmet ile Küçük Alioğlu Dede Bey üzerine Adana Valisi Mustafa Paşa’nın kardeşi İsmail Bey yürümüş, yapılan muharebede Dede Bey firar etmişse de sonrasında yakalanmış ve idam edilmiştir. Kesik başı, Adana Valisi Mustafa Paşa tarafından İstanbul’a yollanmış idi. İsmail Bey, ayrıca Savranlı Kalesini zapt ederek, Bulanık kazası ayanı olan Fettahoğlu Ağca ve kardeşi Ahmet’i yakalamış ve yirmi beş nefer adamlarıyla beraber idam etmiştir. Kesilen başlar selam ağası ile birlikte Dersaadet’e yollanmıştır. Bu hadiseyi Bâb-ı Âlî’ye, Kalender Paşa bildirmiştir.

     Kalender Paşa; Küçük Alioğlu Mustafa ve Dede Bey’in oğulları, Fettahoğulları Fettah ve Ali ile bunların çocuklarının henüz küçük ve zararsız olduklarını beyan 216 BA, HAT. 501/24605. 217 BA, HAT. 501/24605; Şânî-zâde, Şânî-zâde Târîhi, s. 795-796. 218 BA, HAT, 1543/4. 219 BA, HAT, 1543/4. 56 eyleyerek idam olunmamalarını Bâb-ı Âlî’ye arzetmişti. Kendisine 3 Kasım 1818 (4 M 1234) tarihinde verilen cevapta cümlesinin affolunduğu ilan edilmiştir. Diğer taraftan Maraş Valisi Kalender Paşa, Rodos’a sürgüne gönderilecek olanları Maraş’ta ikame ve iskân eylediğini, Küçük Alioğlu Dede Bey’in üç nefer erkek oğlu bulunduğunu, bunlardan en büyüğünün Mustafa olup on yedi yaşında, diğerlerinin sekiz dokuz yaşlarında ve zararsız olduğunu, Fettahoğlu Ali’nin vefat ettiğini, Fettah’ın ise gözlerinin görmediğini, Kara Bey-zade Mustafa’nın Maraş kasabalarından Tiyek kasabasının ileri gelenlerinden ve mutemet adamlarından biri olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca bunların şekavet erbabı olmadığını söyleyerek münasip bir mahalde iskân olunmalarını istemiştir. Bu istek kabul görmüş ve Rodos’a sürülme işi de affedilmiştir. Mehmet Dede Bey’in üç oğlu olduğunu belgelerden öğrenmemize rağmen isimleri kayıtlı değildir. Sadece birisinin adının “Ahmet” olduğu tespit edilebilmiştir.

 4-KÜÇÜKALİOĞLU MUSTAFA PAŞA

    Küçük Alioğlu Halil Paşa’nın oğludur. Ağabeyi Mehmed Dede Bey, Adana Valisi Mustafa Paşa tarafından sıkıştırıldığı zaman Mustafa Bey de onun yanındaydı. Dede Bey yakalanıp idam olunduğu vakit Halil Paşa’nın küçük oğlu Mısdık Bey, on beş yaşlarında olup, kadınların arasında saklanarak o arbededen kurtulmuştur. Mustafa Bey; bazı belgelerde Mıstık, bazısında Mısdık şeklinde geçmektedir. Belgelerde geçen “Küçük Alioğlu Mıstık, Mısdık ve Mustafa Bey”, Küçük Alioğlu Mustafa Bey’dir.

     IV. Ordu-yı Hümayun Müşiri Derviş Paşa’nın kumandasında bulunan Fırka-i Islahiye beş adet vapura bindirilmiş ve İstanbul’dan hareket etmiştir. Yolculuk esnasında Derviş Paşa ve Cevdet Paşa umumi af için bir beyanname hazırlamış ve 26 Mayıs 1865 (1 M 1282) tarihiyle tarihlenmiştir. 28 Mayıs 1865 (3 M 1282) tarihinde İskenderun iskelesine çıkılmış ve İskenderun kasabasına yarım saat mesafede ve Belen cihetinde ordugâh kurulmuştur. Bu sırada Derviş Paşa ile Cevdet Paşa, Payas’a gidip gelmişlerdir. Payas’a Mirliva Hasan Paşa kumandasında bir tabur bırakılmıştır. Bursalı Hüseyin Hüsni Bey Kozan cihetine yollanmıştır. Bu ekibin içinde Ahmed Muhtar Bey ve Kurd İsmail Hakkı Paşa gibi önemli subaylar da vardı. Küçük Alioğlu Mustafa Paşa’nın Payas’tan çıkarılması ile ilgilenen Bâb-ı Âlî, 1860 yılındaki Lübnan Islahatı sırasında İskenderun ile Beyrut arasındaki yolun teftişini istemiştir. Payas civarını teftişle görevli olan Kabulî Paşa, Halep’e gidip gelirken almış olduğu noksan bilgiye göre, “Payas civarındaki fenalıklar hep Mısdık Paşa’nın altındadır. O eğer Payas’tan kaldırılır ise Payas caddesinde emniyet sağlanır ve Payas Sancağı ele geçmiş olur” diye ifade etmiş ise de; Fuat Paşa bu sırada bir Payas meselesi çıkarmaktan çekiniyordu. Kabulî Paşa ise bu ifadelerini tekrar etmekte olduğundan, kasten “Adana’dan Beylan’a gidiyor” süsü verilerek Mustafa Paşa’nın üzerine yollandığı gizlenen tabur Payas’a varınca, Mısdık Paşa askerlere ikram kaydına düşüp, asker zabitlerini dahi kendi konağına misafir etmişti. Kumandan ise elindeki gizli talimattan dolayı hemen Mısdık Paşa’yı, evlat ve torunlarını yakalayıp Dersaadet’e göndermiştir. Mısdık Paşa’nın büyük oğlu Dede Bey ise Gâvur Dağına firar ederek Ali Bekiroğluna katılmıştır. Mustafa Paşa’nın yakalanışı ile ilgili olarak elimizde yer alan başka bir belgede ise şunlar kayıtlıdır: “1863-1864 tarihinde 5. Ordu dairesinde görev yapan Hüsnü Paşa’nın icraatından biri de Üzeyr Sancağında kaymakamlık yapan Küçük Alioğlu Mustafa Paşa ve akrabalarını yakalayarak İstanbul’a göndermek olmuştur. Hüsnü Paşa, Fırka-i Islahiye’de görev yapan Derviş Paşa (ki Kimyager Derviş Paşa olarak bilinir) 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında Batum kumandanı, Ahmed Muhtar Bey (Gazi olduğu bu savaşta) IV. Ordu kumandanı, Kurd İsmail Hakkı Paşa (Karslı Hatunoğulları hanedanından) Erzurum Valisi idiler. Hatta bu ıslahatta bulunan Eleşkirtli Tatlı-oğlu Mehmed Paşa, Muhtar Paşa’nın en sevdiği ve güvendiği subaylardandı ve o da 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinde şehit düşmüştü. Hem bunlar hem de ekipteki diğer görevlileri, bu ıslahata kendisi de katılan Ahmed Cevdet Paşa tek tek anlatır (Tezâkir 21-39, s. 136-140). Şakiroğlu, “Küçük Ali Oğulları”, s. 136. Ahmed Cevdet Paşa, Ma’rûzât, s. 130; Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir 21-39, s. 132; Şakiroğlu, “Küçük Ali Oğulları”, s. 136; Dumont, “Güneydoğu Anadolu’nun Islahı”, s. 382; Vahit Çabuk, “Fırka-i Islahiye-İskenderun ve Payas”, TKD (Türk Kültürü Dergisi), XIV/161, 1976, s. 295; Gould, Pashas and Brigands: Ottoman Provincial Reform and Its Impact on the Nomadic Tribes of Southern Anatolia, 1840-1885, Los Angeles 1973, s. 57. 86 yanına askerlik kurası işleri memuru Yaver Bey ve askerlerini alarak “kura” işini halletmek bahanesiyle Mustafa Paşa’nın ikamet ettiği Kürtül köyüne gelir. 28 Kasım 1863 (16 C 1280) tarihinde Mustafa Paşa ile amcazadesi Yusuf Bey, kethüdası Dede Ağa, oğullarından Hamdi ve Ahmet Beyler yakalanarak İskenderun iskelesine sevkedilmişlerdir. Mustafa Paşa’nın oğullarından yirmi yaşlarındaki Dede Bey, on üç on dört yaşlarındaki Seydi Bey, İskender Bey ve Kadri Beyler ise Gâvur Dağına firar ettiklerinden yakalanamamışlardır.” Küçük Alioğlu Mısdık Paşa’nın büyük oğlu Dede Bey ise babasının yakalandığı esnada kaçarak Gâvur Dağına firar etmiş ve Ali Bekiroğluna katılmıştır. Dede Bey burada isyan ve şekavete başlamış, birtakım eşkıya ile birleştikten sonra aşağıya doğru inerek etrafa sarkıntılığa yeltenmiştir. Ulaşlı eşkıyası da bu fırsatı değerlendirerek sahile ve Çukurova’ya inerek haydutluğa başlamıştır. Mahalli hanedandan İmam Bey’e Payas caddesinin muhafazası ihale olunarak bölgenin asayişini sağlaması istenmiştir. İmam Bey’in başında bulunduğu dağlılar ise haydut takımından olup hem haraç alır hem de hırsızlık yapmaktan geri durmazlardı. Bu nedenle Payas caddesinin emniyeti sağlanamıyordu. Gâvur Dağı eşkıyası İskenderun’dan Belen’e giden yola dahi saldırmaya başlayınca yolcular on-on beş nefer olmadıkça İskenderun’a gidemez olmuşlardır. Oysa Mısdık Paşa, Gâvur Dağı eşkıyasının önünde bir perde olup Kabulî Paşa’nın tahkikatının yanlış olduğu Bâb-ı Âlî tarafından anlaşılmış ise de iş bu noktaya geldikten sonra artık o havalinin ıslahının lazım geldiği fark edilmiştir.

    Bu eşkiyalık hikayesinin dönemin geçerli suçlamakarından olduğu, yöneticilerin hep bu şekilde eşkiy, hırsız, soygucu vs. gibi şikayetlerle şikayet edildiği, bu suçlamalarla üzerlerine saldırıldığı, hatta yakalatıldığı, sürgünler yapıldığı fakat bunların doğru şeyler olmadığı, dönemin yönetiminde yaşanan olaylar olduğu farklı kaynaklarda farklı şekillerde anlatıldığı, birinin doğru dediğine diğerinin yanlış dediği resmi belgelerde bir tutatlılık ve devamlılık olmadığı açıkça görülmektedir. Giğer bir deyişle güçlü olanın hakim olduğu bir sistem kurulmaya çalışıldığı, bu nedenle de rakiplerin karalandığı ve asılsız suçlandığı nihayetinde de yaşanan olumsuzluklarda devletin zarar gördüğü açıkça anlaşılmaktadır.

 5-KÜÇÜKALİOĞLU SEYDİ BEY ve KIZI FATMA

    Seydi Bey (Seydo Ağa) Küçükalioğlu Mustafa Paşa’nın oğludur. Annesi Fettahoğlu Hasan Bey’in kız kardeşidir. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin babası Salih Bey Fettahoğlu Hasan Bey'in torunu, yani oğlu Turan Bey’in oğludur. Seydi Bey’in Küçükalioğlu Mustafa Paşa’nın oğlu olduğu ve Fettahoğlu Hasan Bey’in de yeğeni olduğu resmi belgekerle teyit edilmektedir. Küçükalioğullarının ve fettahoğullarının iç içe ve akraba oldukları resmi belgelerle sabitlenmiştir. Annemin sülalesinin lakabı olan “Tatlılar” lakabı Fettahoğlu Hasan Beyîn Kardeşi Abdurrahman’ın oğlu Mustafa’nın Kızlaç Köyü okuluna Muallim olarak atanması ve Tatlı Hoca lakabıyla anılmasında ileri gelmektedir. ((Annemin dedesi tatlı Mustafa 1909 Cumafakılı (bugünkü Bahça-Aslanlı Mah.) Köyünü ermeni çetelerinin basıp resmi belgelere göre 376 Kadın-Çocuk ve İhtiyarı katlefmesi, daha ileri giderek Kızlaç Köyü okulunu yakması üzerine Bahçe halkının ve Kızlaç halkının üzerlerine yürümesiyle ancak durdurulabilinmiş, ayaklanma bastırılarak katılan Remeni çetelerinin öldürülmesiyle dış güçler devreye girmiştir. Bu olayla önce 12 Türk idam edilmişse de daha sonra dış baskıyla halkı kışkırtmak suçlamasıyla Bahçe Müftüsü Yusuf Efendi, Bahçe Belediye Başkanı Abdurrahman Bey ve annemin dededi Kızlaç Muallmi Tatlı Mustafa 1910 yılında Erzin kalesinde idam edilmişlerdir.Bu idam eDilen üç kişi de Fettahoğlu sülalesine mensup ve akrabadır. Tatlı Mustafa'nın hanımı Abdurrahman Efendinin kızı Ummahanı(Ümbülü Karı’dır. Ümbülü Karının^da annesi Seydo Ağa’nın büyük kızı Fatma Hanımdır. Diğer bir deyişle Ümbülü karı babam İbrahim'in öz halasıdır. On oğlu olmuştur. İki oğlu Çanakkale'de Şehit olmuş. Annemin babası Halil'de Kafkas cephesinde Şehit olmuştur. Annem iki yaşında iken babası askere gittiğinden annem babasını hiç hatırlamamaktadır.))  Seydi Bey, Babası Mustafa Paşa hileyle yakalanıp İstanbul’a sürülünce üç kardeş, Dede Bey, Seydi Bey ve Kadri Bey Gavurdağına kaçmışlar ve yakalanamamışlardır. Seydi Bey’in 13-14 yaşlarında olduğu söylense de Fakı Mehmet Dedemin annesi olan Kızı Fatma Hanım 1864 tarih itibariyle nüfusta 12 yaşında kayıtlıdır. Bu mesele ya yanlış yazılmış, yada Osmanlıcadan Türkçeye çevrilirken hata yapılmıştır. Ayrıca Seydi ve Kadri Beylerin İstanbul’da Babaları Mustafa Paşanın yanında bırakıldığı kaydı vardır. Kardeşi Kadri Beyle kendisine Memuriyet verildiğine dair de kayıt vardır ki 14  yaşındaki birine memuriyet verilmez. Rahmetli Annem nüfusta 1926 doğumlu olmasına rağmen kendisi üç yaşlarında iken, 1919 da ölen Koca Ninesi (Dedesinin Annesi) Seydo Ağanın Kızı Fatma Ninemizin Tütün içen bir kadın olduğunu, Dedesi Mustafa Paşa’dan kalan bir İnci Kolyesinin incilerini taşla ezdiği için kendisini dövdüğünü anlatırdı. Bu da annemin nüfusta 10 yaş küçük yazıldığını, o zamanın kayıtlarının pek de sağlam olmadığını göstermektedir. Babam dahi annemin 6  yaş kendisinden büyük olduğunu söylerdi. Ayrıca, Mustafa Paşanın oğlu Dede Bey’in 1877-1878 Osmanlı Rus savaşından sonra Hatay’a geri döndüğünün kaydı olmakla birlikte Seydi ve Kadri Beylere ait bir kayıt yoktur. Muhtemelen de onlar da o tarihte geri dönmüşler, Kadri Bey Hassa taraflarına, Seydi Bey (Seydo Ağa) da İntilli (Kozdere) Köyüne yerleşmiş olmalı. Zira halka dağıtılmadan önce İslahiye Ovası arazisinin Seydo Ağa’ya ve Hassa Arazisinin de Kadri Beye ait olduğu söylenmektedir. Arazilerin 1935 yılında çıkarılan Toprak Reformu Kanununun 10. maddesine istinaden Ağa arazisi olarak 1954-1957 tarihleri arasında halka dağıtıldığı, Kızlaç Köyü Muhtarı olduğu için de  Kayınpederim olan Ali Amcama Dedesinin arazisi verilmediği hem szlü anlatımlarla, hemde resmi belgelerle mevcuttur.  Bu konuyu sorduğumda ise babam olsun, amcam olsun o tarihlerde ovanın bir kıymetinin olmadığını, ovanın ortasında bulunan göller ve bataklık kutuldan ve halen mevcut olan koca kanal açıldıktan ve Tarım Makinaları çıktıktan sonra değerlendiğini anlatmışlardır. Hatta halen mevcut olan Toplamalar Köyünü dedesi Abdurrahman Efendinin kardeşi olan Arap Hasan lakaplı dedemin amcası tarafından kurulduğu ve arazisinin kullanıldığı, binlerce dönüm arazi Arap Hasan ve mirasçıları Bahçe Nüfusuna kayıtlı olup, İslahiye Nüfusuna kayıtlı olmadığı için kendilerine verilmemiş, orada mevcut olan marabalarına dağıtılmıştır. Aynı şekilde bugünkü Tahtaköprü barajının olduğu yerde bizim aileye ait Pirinç çeltik tarlalarının olduğu anlatılan hikaye ve olaylarla bilenmektedir. Bugün ise olaralarda bizlere ait hiçbir yer kalmamıştır. 

 6-ABDURRAHMAN EFENDİ 

    Abdurrahman Efendi Hacı Bey’in oğludur. Efendi Lakabıyla bilinmektedir. Mustandik (Savcı) olduğu, halkın kendisine “Sorgu Kadısı” dediği, İslahiye Karaburçlu Köyü yakınlarında bulunan Kötüoba denilen yede ikamet ettiği, görev yaptığı İslahiye’ye atla gidip geldiği, Karaburçlu köyü yakınlarına  attan düşerek öldüğü bilinmekte fakat hangi tarihte öldüğü tam olarak bilinmemektedir. Mezarının Karaburçlu Köyü yakınlarında Kızılbayır yokuşunun alt tarafında olduğu öğrenilmiştir. Eşi Bahçe Nüfus Kütüğünde olmasına rağmen kendisinin türkçe hazırlanan nüfus kütüğünde kaydı yoktur. Bu da 1900 lü yıllardan önce öldüğünü göstermektedir.

    Kozanoğulları sürgün edildikten sonra İstanbul’da isteyenler devlet imkanları ile okutulmuşlardır. Abdurrahman Efendi’de bunlardan birisidir. Okuduğu için Efendi lakabını almıştır. Okuldan sonra bugün Nurdağı’na bağlı bir köy olan ve o tarihte Nahiye olan Kurudere’ye Mustantik olarak atanmış, bir süre sonra da İslahiye’ye atanmıştır. İslahiye’de Savcı iken İntilli (Kozdere) Köyünden Seydi Bey (Seydo Ağa)nın büyük kızı Fatma[18] ile evlenmiş, bu evlilikten iki oğlu iki kızı, dört çocuğu olmuştur. Karaburçlu yakınlarından Kötüoba denilen yerde (şu an Ali Amca’mın tarlası) ikamet etmiş, atla İslahiye’ye gidip gelmiştir. Attan düşüp ölünce yerine Kaynı (Hanımının kardeşi) Miktat Ağa Mustandik (Savcı) olmuş, o da İntilli’den atla İslahiye’ye gidip gelmiştir. Babamın ve annemin anlatımıyla Seydo Ağa'nın üç kızı varken ve bizim Ninemiz Fatma Hanım evli iken eşi Gülistan Hanım Seydi Bey'i Karaburçlu'ya verdiği diğer kızının düğünü nedeniyle yaşanan bir hadise üzerine kocasına Kızlaç'tan bir kız getirerek yeniden evlendirmiş ve bu kızdan üç oğlan, üç kız altı çocuğu daha olmuştur. İlk oğlu olan  Miktad Ağayı Gülistan Hanım annesinden alarak Savcı olan bizim dedemiz Abdurrahman Efendi ve eşi himayesiyle okutulup daha sonra Mustandik (savcı) olduğu,  1925 yılında İstiklal Mahkemelerinde Erzin'de yargılandığı ve ender rastlanan berat edenlerden olduğu bilinmektedir. Babam 1947'te daha Miktad Ağanın sağ olduğununu anlatırdı.

    Aynı şekilde bizim dedemiz Abdurrahman Efendi gibi Kozanoğlu Hüseyin Bey’in oğlu (eski Başbakanlardan Prof.Dr. Necmettin Erbakan’ın babası olan M.Sabri Bey'de okumuş, (muhtemelen beraber okumuşlardır) o ilk önce Bingöl Genç'e oradan Erzurum’ a Mustantik (Savcı) olarak atanmıştır. Oradan korukçuların kızı Sabire Hanımla evlenmiş ve iki çocuğu olmuştur. Sinop’a Ağır Ceza Vekili olarak atanınca yolda eşi hastalanıp vefat etmiştir. Sinop’ta Ayancıklı Kale Komutanı Halil Bey’in torunu ile yeniden evlenmiş ve Prof. Dr. Necmettin Erbakan bu ikinci eşinden olmuştur.

    Abdurrahman Efendinin çocukları: İbrahim 1.7.1882-1.3.2924 Büyük oğludur. Babamın amcası, Anneminde Dedesi(Annesinin Babası)’dir. Efendi lakabıyla anılmaktadır. Havva Tatlı (Ninem), Mehmet Demir (Şevket Amca), Mehmet Ali Demir ve Zöhre diye dört çocuğu olduğu bilinmektedir.

7- FAKI MEHMET DEMİR (01.07.1885-26.08.1942)

    Kızlaç Köyünde "KEL FAKI" namıyla meşhurdur. Sülalemiz Kel Fakı Lakabını bu Dedemizden almaktadır. Daha önce Kozanoğulları döneminde FAKILAR denilirken Mehmet Dedemizden itiberen KEL FAKILAR olarak anılmaktayız. Dedemin Kelfakı olarak lakap alması da hayli ilginçtir. Köyün Fransızlarla işgali sırasında Köy Muhtarı olduğu, köye gelen bir Fransız komutan eşliğinde altı fransiz askerini köyümüzde bakkallık yapan Ali Akyol'un eki evi ve bakkalının üst tarafında karşılayıp, onlarla konuşması sonrası başı olduğu çetelerin yanına geldiğinde çete üyelerinden Dağlıoğlu Mustafa'nın kendisinde hala Ali Akyol Amcanın üst tarafını siper edinen askerlere ateş etmek için iki mermi ve izin istediği, iki mermi ile yedi kişiyi öldüremediği takdirde kendisini vurmasını istediği, dedem izin vermeyince de dedemin tepesinde bulunan bozuk para büyüklüğündeki kelliği kastederek "Kelini.." şeklinde küfür etmesiyle başladığı anlatılmaktadır. Oğullarında ise sadece Ali Amcamın tepesinde öyle bir kellik vardı. Babam ve diğer amcalarımda herhangi bir kellik yoktu.

    Fakı Mehmet Dedem, Köyün Demirci Ustası, Silah Ustası ve Hocasıdır. Köyde ilk iki katlı evi yapan kişi olarak bilinmektedir. Köyde Demirçilik yaptığı bir Küre Dükkanı vardı. Silah Ustası olduğu, Teyzesinin torunu olan, Osmaniye- Kanlıgeçit’te Tüfekçi Mustafa’yı kendisinin küçük yaşta yanına alarak yetiştirmiştir. Kaman Köyündeki Tüfekçi Mehmet Ali’ninde Fakı Mehmet’in yetiştirmesi olduğu söylenmektedir. Dedemin yapması Tüfeği 1990 yılında bizzat patlatınca Tüfekçi Mustafa’nın Dedemin yetiştirmesi olduğunu bizzat öğrendim ve patlattığım Tüfek ücretsiz olarak Tüfekçi Mustafa tarafından yeniden yapıldı.  Köyün Muhtarı ve İmamı iken 1942 yılında Eşkiyalar tarafından soyulmak istenmiş, tanınınca da bıçaklanarak öldü diye bırakılmıştır. Baygın bulunmuş ve bu olaydan sonra da 40 gün sonra vefat etmiştir. Bu olayın olduğu yer tam olarak öğrenilememiştir. Amcalarım ve Babam tarafından bu olaya karışanların hepsi elden geçirilmiş, 2. Dünya Savaşı yılları olduğundan Gavurdağında ne kadar Asker kaçkını eşkıya varsa Dağdan indirilmiştir. Benim bu secereyi hazırlamamda da 1987 yılında İntilli Köyünde bir İhtiyarın anlattıkları etkili olmuştur. Zira o tarihe kadar biz, geçmişle ilgili hiç bir şey bilmiyorduk. Büyüklerimizde fazla bir şey anlatmıyor, anlattıkları da Hikaye kabilinden olduğundan biz Hikaye sanıyorduk.

    Dedem Fakı Mehmet Kurtuluş Savaşı sırasında Çete Reisliği’de yapmışsa da anlatılanlar kayıtlı olmadığından, hikaye mahiyetinde kalmaktadır. Anlatıldığına göre dedem Seydo Ağa'nın torunu sıfatıyla İntilli, Karaburçlu, Dünek, Olucak, Kaman ve Kızlaç Köyü halkından oluşan çetesiyle İngiliz ve Fransızların İslahiye Maraş yolunu kullanmalarına müsaade etmediği, bu yolları kullanan ilgal askerlerinin  Maraş'a ulaşmasının engellendiği, bu konuda İslahiye üzerinde Maraş'a gitmeye çalışan büyükçe bir birliği İntilli yakınlarında durduramayınca Şekeroba yakınlarındaki tren yarmasında, Şekeroba ve Eloğlu (Beyoğlu) çeteleriyle birleşerek hepsini imha ederek durdurdukları, bunun üzerine işgal kuvvetleri İslahiye yolunu kullanmayı bırakıp Kilis-Antep-Maraş yoluyla geldikleri anlatılmaktadır. Osmaniye -Bahçe yolu üzerinde Maraş'a girmeye çalışan Fransız Generalede Çete baskınlarıyla ve gerilla harbiyle büyük zaiatlar verdirildiği Abdurrahman Tatlı'nın anlatımıyla bilinmektedir. Maraş'ın Kurtuluş savaşında ise son günü çetesiyle Antep Maraş yolunu Narlı yakınlarında kesen çetelerden oldukları, 12 Şubat gecesi meydana gelen ve Maraş'ta kaçan tüm ermeni ve Fransız askerlerinin ölümüyle sonuçlanan ve yörede "Gavurgıran soğuğu" olarak anlatılan gecede geceyi çetesiyle beraber Narlı tren istasyonunun garında geçirdikleri çete elemanlarından köyümüzde Tatlı Kocanın oğlu Abdurrahman Tatlı'nın ben çocukken anlatımıyla bilinmektedir. Abdurrahman Tatlı çete elemanlığı sırasında işgalcilerden destek alarak bugün adı Beyoğlu olan Eloğlu ve Şekeroba baskınında öldürülen kadın ve çocukları anlatırken yaşanan vahşeti ağlayarak anlatırdı. Köyde İhtiyar, kadın, çocuk demeden herkesin katledildiğini, Hamile kadının karnının deşildiğini ve doğmamış bebeğinin çıkarıldığını, bir diğer olayda ise kadının memesinin kesilerek parçalanarak öldürülmüş oğlunun ağzına sokulduğunu anlatırdı. Bu gün bu vahşetlerin tamamı unutuldu. Mazlum olan hep Türkler olduğu halde batılı hainlerin uşakları tarafından Türkler Ermeni soykırımı yapmakla suçlanmakta, Ermenilerin bu halka yaşattığı vahşet gizlenmektedir. Soykırıma uğradığı iddia edilen ermenilerin sayısı osmanlıda yaşayan ermenilerden katbekat fazla olduğu resmi belgelerle ortaya konduğu halde Ermeniler bu yalanlarını ısrarla sürdürmekte ve  Türk Kimliği alan ermenilerde onlara desek olmaktadır. Halbuki TC Kimlik Numarası uygulamasıyla bunları ortaya çıkarmak ve tespit edip ifşa etmek hiç de zor değildir. Ben K.maraş İmam-Hatip Lisesinde okuduğum 1978 yılındaki Maraş olayları sırasında K.Maraş valisi olan ve olayda sorumluluğu bilinmesine rağmen kurulan komisyonun başına getirilen ve olayda mağdur sıfatıyla Alevi vatadaşlara büyük miktarlarda ödeme yapılmasını sağlayan Valinin aslında Osmaniye -Hasanbeyli Kişnez(Sarayova) Köyünden gitme ermenilerden olduğu o tarihte orada imamlık yapan Halil Ağabeyim tarafından doğrulanmıştı. 

    Dedemin eşi Yaylalık’tan (Bilalik) Tosuk Hüseyin’in kızıdır. Ninemin annesi Orçanlı olduğundan Bilalikliler Nineme "Orçanlı Kızı" demekteler, bizim köyde ise Bilalikli olduğundan, ayrıca Çomruk Mehmet’in annesine Orçan Kızı dendiğinden Nineme "Kabakçının Kızı" denmiştir.

    Çocukları:

    1-Abdurrahman Demir.14.04.1911 doğumlu olup dedemin büyük oğludur. Kekeç Apık Namıyla meşhur olup 10 Çocuğu vardır. Eşinin dı Meyrem(Meriş)tir.Mezarı Kamanağzındadır.

    2-Zöhre (Demir) Ergündüz. 01.03.1919 doğumlu olup Dedemin Büyük Kızıdır. İslahiye Yeniceli Köyünde evlidir. 4 Çocuğu vardır. Mezarı Kamanağzındadır.

    3-Ali DEMİR. 02.03.1919-17.05.2003 Koca Ali Lakabıyla bilinmektedir. Uzun yıllar Muhtarlık yapmıştır. Üç defa evlenmiştir. 17 si hayatta 20 çocuğu olmuştur. Benimde Kayınpederimdir. Mezarı kamanağzındadır.

    4-Hasan Demir.01.03.1921 doğumludur. Kavlak Hasan Lakabıyla meşhurdur. 5’i hayatta  7 Çocuğu olmuştur. Eşi Büyük Ummahanı’dır.

    5-Hüsne Demir. 01.03.1921-01.09.1932 Fakımehmet dedemin kızı olup çocuk yaşta vefat etmiştir. Hakkında fazla bir malumat yoktur.

    7-Fatma (Demir) Ergündüz. 01.09.1926-16.02.1987 Dedeminen küçük kızıdır. İslahiye-Yeniceli Köyünde evlidir. Dokuz çocuğu olmuştur. Mezarı Yeniceli Köyündedir. 

8-İBRAHİM DEMİR-10.08.1925- 29.01.2015 

    Fakı Mehmet Dedemin 6. Çocuğu Köse İbrahim Lakabıyla bilinmektedir. Benimde Babam. Bağkur’dan emekli. 6’sı hayatta 10 çocuğu var. Mezarı Kamanağzı Mezarlığındadır.

Annem Ummahanı (Küçük Ummahanı, Hasan Amcamın eşine büyük Ummahanı dendiğinden) 01.02.1926-30.05.2006 Babamın Amcasının kızı Havva’nın kızıdır. Babası Halilcioğlu lakaplı Halil Tatlı’dır.Kafkas cephesinde  şehit olmuştur. Kardeşleri Zeynep ve Mustafa vefat etmiştir. 1 sağ, 1’i de ölü iki de Üvey kardeşi vardır. 

9- MUSTAFA DEMİR- 10.02.1964- Hayatta.

    İbrahim Demir’in 8. çocuğu, Nurdağı İlçesi Karaburçlu Köyü’ne bağlı Borca yaylasında doğan son oğlu. Osmaniye Bahçe İlçesi Kızlaç Köyü nüfusuna kayıtlı. Osmaniye’de ikamet ediyor. Evli 4 Çocuklu. Anadolu Üniversitesi  İşletme Fakültesi Önlisans Mezunu. Çocukluğunda geçirmiş olduğu Polio (Çocuk felci) hastalığı nedeniyle topal yürüdüğünden Topal Mustafa olarak bilinmektedir. Gavurdağında doğduğu içinde arkadaşları Gavurdağlı demekteler, kendisi de bilgisayarda Musdem80 koduyla bloglarını hazırlamakta ve yayınlamaktadır. İlkokulu Kızlaç Köyü’nde, Orta’ya Osmaniye İmam-Hatip Lisesinde başlayıp bir yıl sonra Kahramanmaraş İmam-Hatip Lisesinde Parasız Yatılı olarak okumaya devam etti. 1981 yılında mezun oldu. Aynı yıl İmam-Hatiplik yapmamak için Bolu Eğitim Merkezinde kursa katıldı ve oradan Memurluğa geçerek 1982 yılından Emekli olduğu 2010 yılına kadar çeşitli yerlerde Müftülük Memuru, bazan da Müftü Vekili olarak çalıştı.

    2004 yılında oğlunun kazası nedeniyle yaşanan hukuksuzluklarla mücadeleye başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı Memurluğu döneminde Siciline doldurulan İftira evraklarını emekli olduktan iki yıl sonra aldı. Büyük Dedelerininde kendisi gibi iftiralara maruz kaldığını görünce Kendisi hakkında Mahkemelerde Hukuki işlem başlattı. Dedeleri hakkında da çalışmalar yaparak, haklarında bir kitap yazmaya karar verdi. Onun neticesinde bu Secere oluştu. Halen Hukuki İşlemler ve Mahkemeler devam ettiğinden tamamlanması halinde Kitap olarak yayınlamayı Planlamaktadır. Kendisinin bu görevi tamamlayamaması halinde de çocuklarına tamamlamaları için Vasiyette bulunmaktadır.  

                                                              Mustafa DEMİR                                                                                                                                                 OSMANİYE

6 Nisan 2025 Pazar

GÖLBAŞI 1. ASLİYE HUKUK CEVABA CAVAP

   GÖLBAŞI 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NE

                                                                                                         Dosya No: 2025/35                                                 


DAVALI                                :  1-Mustafa DEMİR -

                                                 2-Halil DEMİR ADINA

                                                     Vasisi Mustafa DEMİR

                                                    3-Fatma DEMİRADINA 

                                                        Eşi Mustafa DEMİR 

DAVACI                                :  1-Bersu Tümer(                                                      

                                                    2-Taha Erkan DURMUŞ                                                      

                                                    3-Ceylin Nida DURMUŞ 

VEKİLİ                                  : Av.Kadir Alper ÖZKUK

                                                   Cinnah.Cad.51/12 Çankaya/ANKARA                               

DAVANIN KONUSU           :    Muris Ahmet Çalış  varisleri adına MİRASIN HÜKMEN REDDİ için açılan davada 12.03.2025 tarihli  cevap dilekçesine verilen                                                     Cevaptan ve bu davanın kaçırılan malları gizlemek amacıyla KÖTÜ NİYETLE AÇILDIĞINDAN REDDEDİLMEDSİ gerektiği  talebimizden İbarettir.

TEBLİĞ TARİHİ                 :  25.03.2025

DAVA DOSYA NO               :  2025/35 E. 

CEVABIMIZ                         :  1-Davalı avukatı benim eşim ve vesayet altındaki oğlum adına verdiğim cevabın hukuksuz olduğunu, eşimin ve oğlumun cevap hakkını kullanmadıklarının kabulünü talep etmiştir. Halbuki adına dava açtığı muris Ahmet Çalış’a açılan Bala Asliye Hukuk Mahkemesinde devam eden davaların “Aile Reisi" olması nedeniyle tüm hane halkı adına açıldığını unutmuş gibi davranarak kötü niyetle eşimin ve vesayet altındaki oğlumun adına “Aile Reisi" sıfatımla verdiğim cevabı görmezden gelerek cevap vermediklerinin kabul edilmesini talep etmiştir. Bu talebin hukuken bir karşılığı yoktur ve dikkate alınmaması gerekir.

2-Davalı avukatı “işbu davanın esasına ilişkin cevap vermek yerine hukuktan uzak bir şekilde hakaret ve iftira dolu söylemlerde bulunarak adeta kin ve nefret kusmuştur. Bu hususta şikayet ve ihbar etme hakkımız saklı kalmak kaydıyla davalı Mustafa Demir’in beyan ve itirazlarını kabul etmediğimiz belirtir reddini talep ederiz.” Diyerek benim kin ve nefret kustuğumu iddia etmiştir. Şikayet ve ihbar hakkımız saklıdır demektedir. İstediği şikayet ve ihbarda bulunmakta serbesttir. Biz sadece kaza davamızı özetleyerek ve kendilerinin tutmadıkarı sözlerini, yaptıktıkları ahlaksızlıkları göstermeye çalıştık. Ben şahsen hukuk değil İşletme mezunu, bilgisayar  proğramcılığı ve donanımı konusunda uzman olduğum gibi Kaymakamlık ve Kurumum adına binlerce inceleme ve soruşturma yapmış ve hiçbirine haklı itiraz yapılamamış bir devet memuru olarak yaşananlar karşısında bizzat kendi avukatıma “Benim yalan ve dolanlarla işim yoktur. Para da umurumda değildir. Kimse bana arkamda yapılan bu hukuksuzluğu, ahlaksızlığı kabul ettiremez. Ben ne gerekiyorsa yaparım." diyerek devam eden resmi kaza ve tazminat davası dışında İdari dava olarak tüm hukuksuzluğa karşı avukatsız yasal idari işlem başlattım. Şu an itibariyle mahkemelerde yaşanan hukuksuzluklar ve hukuksuz kararlar hem Anayasa Mahkemesinde Bireysel Başvuuru olarak devam ediyor. Hemde yaşanan hukuksuzluğun devlet büyüklerinin önüne konarak AİHM’den önceki son hukuki işlemler tamamlanmaya çalışılmaktadır. Muris Ahmet Çalış adına Savcı ve Hakimleri etkileyen Kuyumcu  akrabalarının yanına da evimi taşıyarak onun kullanmak istediği siyasal gücünü de etkizileştirdim. Fakat anayasanın 138. maddesi gereğince hukukun gereğine saygı gösterdim ve haklı davam 8/8 yerine 2/8 le sonuçlandı. Bu şekilde de devam ediyor. Anayasın 138. maddesini ihlal ederek bizi mağdur edenler hakkında da gereğini yapmakta geri durmadım. İdari davamı da tereddütsüz açtım. Halende takip etmekteyim.

Müvekkil soyut iddia ve söylemlerde bulunduğumu iddia etmektedir. Muris Ahmet Çalış’ın oğlunun ve kızının dosyadaki mevcut ifadeleri soyut değil somut delillerdir. Babalarına ait telefon dükkanını kaçırarak malını gizlemişlerdir. Aynı şekilde Keçiörendeki evi içinde Keçiören Tapu Müdürlüğünde mevcut tapu kütüğü soyut değil somut delildir. Tüm evrak ve belgeleri yok etselerde tapu kütüğünü yok edemezler. Bu delillerde bu davanın kötü niyetle açıldığını belgeleyecektir. Tüm bunlar muris Ahmet Çalış’ın borca değil Rüşvete battığının delilleridir. Kötü niyet de bu davanın reddini gerektir. Bizde bu davanın reddini talep ederiz.,

3-Müvekkil  mecburi dava arkadaşlağı bulunduğunu iddia etse de mecburi dava arkadaşlığı: "“Mecburi dava arkadaşlığı MADDE 59- (1) Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır”  denildiğinden Ankara Gölbaşında açılan alacak davasının bizim tazminat davasıyla .hiçbir ilgi ve alakası olmadığından ve ayrı konu ve dosya numarasıyla açıldığında bizim tazminat davasıyla aynı kişiye açılması dışında bir ilişkisi yoktur. 

Ayrıca “Mecburi dava arkadaşlarının davadaki durumuMADDE 60- (1) Mecburi dava arkadaşları, ancak birlikte dava açabilir veya aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. Bu tür dava arkadaşlığında, dava arkadaşları birlikte hareket etmek zorundadır. Ancak, duruşmaya gelmiş olan dava arkadaşlarının yapmış oldukları usul işlemleri, usulüne uygun olarak davet edildiği hâlde duruşmaya gelmemiş olan dava arkadaşları bakımından da hüküm ifade eder.” Buna göre bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde taraflar arasında bulunan dava arkadaşlığına “mecburi dava arkadaşlığı” denir. Denilmekte olup Ankara Gölbaşı’nda sattığı aracın parasını alamadığı için dava açan Nuh Doğan’ın bizim davamızla hiçbir ilgisi yoktur. Ayrı dosya numaralı alacak dosyası ile bizim birlikte hareket etme zorunluluğumuz söz konusu bile değildir. Bu da davanın zorunlu dava arkadaşlığının olmadığına delildir. Ankara Gölbaşı’nda açılan bu davanın usulden reddesilmesini ve bizim ikametimizin bulunduğu Osmaniye Asliye Hukuk Mahkemesinde açılması gerektiğini göstermektedir.

Ankara Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan bu davanın reddedilmesini, Mahkeme masraflarının dava açan üzerinde bırakılmasını ve bu davanın Osmaniye Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmasının sağlanmasını arz ve talep ederiz.

4-Müvekkil dava dilekçesinde bakiye borç miktarında bahsederek davanın devam ettiğini bu miktarın daha da artmasından endişe ettiklerini belirtmektedir. Dosyanın yeniden hesaplanmak üzere  bilirkişiye gönderilmeden önceki miktar 2.086.000.+Tl dir. Bununda yeniden hesaplanmayla güncellenceği ve artacağı öngörülmektedir. Bunu bilen ve davada Reddi Miras hakkını kullanmayan mirascıları bizzat avukatıma anlaşma teklif ederek bu miktarı ödemek istediklerini bildirmişlerdir. Bizde yeni hesabı görmek istediğimizi belirterk bu isteği kabul etmediğimizi bildirdik.

Ankara Gölbaşındaki Nuh Doğan’a ait 2014/242 sayılı alacak dosyası ise sadece 15.000.-Tl civarındadır. Bize 2.086.000.-Tl. yi ödemeyi teklif edenlerin 15.000.-Tl alacağı ödeyememesi kötü niyetli olarak hareket ettiklerinin en açık delilidir. Mirasın Hukmen Reddi davasının ise tek red sedebi KÖTÜ NİYETLİ OLUNMASI’dır. O da bu davada hiç eksik değildir. Bu da davanın kötü niyetle açıldığını, reddedilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Biz bu davanın kötü niyetle açıldığından reddini talep ediyoruz.

NETİCE VE TALEP     :  Yukarıda açıkça izah edildiği gibi;1- Bu Mirasın Hükmen Reddi davasının Alacaklının adesinde bulunan Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmamasının hukuka aykırı olduğundan redini ve bu davanın Osmaniye Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmasının sağlanmasını;

2- Mecburi dava arkadaşlığının ayrı alacak konusu ve ayrı dosya numarası olması ve birlikte hareket etmenin mümkün olmaması nedeniyle  yasa gereği reddedilmesini;

3- Dava miktarı yönünden kötü niyetle hareket edildiğinin açık olması, büyük miktar alacakta anlaşma teklif edilirken, küçük miktardaki ayrı dosyanın ödenenemesi kötü niyetli hareket edildiğinden davanın reddini;

4- Borca batık olduğu iddia edilen Ahmet Çalış’ın Rüşvete batıklığı açık olduğundan Mal varlığının ölüm tarihinden değil 06.08.2004 tarihinde gerçekleşen kaza davasından itibaren araştırmaya başlanılmanılmasına ve bir şekilde yok edilen Ankara Keçiören Kalaba Semti Güçsüzleryurdu yakınlarındaki 3. kat evinin akibetinin doğru şekilde araştırılmasını;

5- Kaza zamanında Bala Kırşehir Caddesi adresinde bulunan Kızı Gülden tarafından Bala’da kaçırılarak BAŞKA YERDE VE BAŞKA KİMLİKLE YENİDEN AÇILAN TELEFON DÜKKANI'nın akibetinin tam ve doğru şekilde araştırılarak kaçırılan bu malvarlığının ortaya çıkartılmasına ve kızı Gülen ve Kardeşinin Reddi Miras davasının iptali  ve kaçırılan mal varlığına el konulması için yasal işlem başlatılmasına karar verilmesinı;

6- Ahmet Çalış’ın borca batık olmadığına, müvekkil davacıların mirasın hükmen reddi taleplerinin reddine;

Hukuksuzca açılan bu Hükmen Mirasın Reddi davasının REDDİNE, Dava masraflarının davacılara yüklenmesine,  karar verilmesini arz ve talep ederim. 2.4.2025 

                                                                                                                             DAVALI

                                                                                                                         Mustafa DEMİR