24 Temmuz 2014 Perşembe

ANAYASA DİYANET DAVASI3

A- Kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti:
   Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı  Taşra teşkilatında Memur ve Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni olarak çalıştım. Genelde Mutemet, Muhasip, Soruşturma gibi sorumluluğu olan ve paralı işlerde çalıştığım için hep gözü aç ahlaksız insanların ve yetkililerin hedefinde oldum. Bu konuda kimseye boyun eğmediğim gibi kimsenin de benden menfaat edinmesine izin vermedim. Hiç kimse de beni görevimi yapamamakla suçlayamadı. Görev yaptığım yerlerde amirlerimce çeşitli İftira ve muamelelere maruz kaldım. İftira ve yalanlarla sürgün edildim, sicilim bozuldu. Tayin, Nakil ve isteklerim bu iftiralar nedeniyle yerine getirilmedi. Oğlumun kazası nedeniyle Diyanet İşleri Başkanlığı Yardım sözünü tutmadığı gibi Borç Verme sözünü de "Emsal teşkil eder" diye tutmadı. Benim Türkiye Diyanet Vakfı Müfettişlerini sıkıştırarak aldığım Resmi Yazıyla küçük bir yardım aldıysam da Diyanet İşleri Başkanlığı Müfettişlerince bu yazı ve yardım dosyası yok edilerek ahlaksız ve Allahsız bir şekilde İcraya verildim. Bu İcra işlemi ile iç hukuk tamamlandı ve dosya AİHM'e gönderildi. AİHM de dosyanın alındısı tarafıma geldi.
         2009 yılında Diyanet'le olan bu icra davam nedeniyle 2012 yılında Kadirli Müftüsü'nün "senin sicilinde bir şeyler var sen eskiden de para yiyen memurmuşsun" deyince Osmaniye İl Müftülüğüne Bilgi Edinme Kanunu gereğince başvururarak Osmaniye Müftülüğü'nün 29.11.2012 tarih ve 2426 sayılı yazılarıyla  sicilimdeki İftira evraklarını aldım. Gaziantep İslahiye'de Kasadaki maaşı yediğimden Kastamonu Çatalzeytin'e sürgün edildiğimi, Ankara Bala'da Müftü vekili ve Diyanet Vakfı Muhasibi olarak İnşaasını yaptığım Bala Merkez Camiinde toplanan paraların yarısını Cami İmamıyla kırışıp, bu parayla da Ankara'da ev falan aldığımı öğrendim.
         Bu iftiraları derhal Diyanet  İşleri Başkanına gönderdimse de Başkan "İftira İşleri Başkanı" olduğu için iftiracı memurlarını korumayı tercih ettiğinden hakkında şikayetçi oldum.  Kendisi memurlarını koruduğu gibi Başbakanlık' ta kendisini koruduğundan, Ülkemizde de Adalet olmadığından ve olan adalete de güven duyulmadığından  dava ve soruşturmalar hiç bir şey yapılmadan reddedildiler. Sicilimdeki iftira evrakları Diyanet'in Din değil, dinsizlik işleriyle uğraştığının, sıkışınca da dini Allah'ı bırakıp medeni kanunun arkasına saklandıklarının açık delilidir.  İftira evrakları 1012/1249 Dosya numaralı Anayasa Mahkemesine de gönderildi. Anayasa Mahkemesinin 26.12.2012 tarih ve 2012/1249 sayılı yazısı ile de İdari İşlem başlatıldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 17.09.2013 tarihli 59601/09 sayılı Uğur Eşim Emsal Kararı ile de yasal İşlem başlatıldı. Yargıtay'ında aynı yönden kararına rağmen Adil Yargılama ve Soruşturma yapılmadığından, Yargıtay'ın ve 59601/09 sayılı AİHM'in kararına uyulmadığından Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/302 D.İş sayılı kararı 22.07.2014 tarihinde bana tebliğ edildi. Anayasanın 40. maddesi gereğince Mağduriyetimin Tazmini için bu dava oluştu.
B- Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenlerle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar:
Dosyamda bulunan ve Osmaniye İl Müftülüğü'nün 29.11.2012 tarih ve 2426 sayılı yazısı ile alınan Diyanet Yetkililerinin yazdığı evrakların 02.09.1999 tarih ve 4455 sayılı kanun ile 04.07.2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Memur Sicil Affı kanunlarına aykırı olması  nedeniyle;
 Anayasanın  5., 10.,11.,12.,17.,38.,39.,40.,125., 129. ve 136. maddelerinin açıkça İhlali;         
Ayrıca; Bu, Sahte Belgelerle Sürgün Edilme, Dosyaya uydurma Suç Evrakı konması  ve Mahkeme Kararı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin;
Madde  3-İşkence Yasağı. Hiç kimseye işkence yapılamaz, insanlık dışı yada küçültücü ceza veya muamele uygulanamaz, hükmüne;
Madde  6-Adil Yargılanma Hakkı'na;  İlaveten: Kendisine bir suç yüklenen herkes, suçsuzluğu kanuna göre kanıtlanıncaya kadar suçsuzdur, ilkesine ve bu maddenin diğer hükümlerine;
Madde 7-Kanunsuz Ceza olmaz İlkesi'ne; Sicile İftira evrakı doldurup onlarla cezalandırılmam, para yiyien, ahlaksız bir memur gibi gösterilmem.
Madde 17- Hakları Kötüye Kullanma Yasağı'na; İftira ve sahte evrakların Diyanet İşleri Başkanına gönderilmesine rağmen, İftiracıların korunması, Kamu yetkisi kullanılarak hakkımda yapılan suçlamalar, dosyamdaki evraklar, mahkeme dosyalarımın adil olmayan yargılanmalarla sonuçlanması Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin tüm Temel İlke'lerine aykırılığı açıktır. Bununda hak ihlalleri olduğu açıktır. Yaşadığım bu mağduriyet, sürgün, İftira ve haksızlığın Tazminini istemek te benim en doğal hakkımdır.
Diyanet Yetkilierinin hakkımda yazmış olduğu iftira yazıları uzun bir aradan sonra Diyanetle olan bir icra davamdan sonra Memur affına rağmen dosyamdan silinmemesi üzerine elime geçmiş, geçer geçmez de Diyanet İşleri Başkanına gönderilmesine rağmen bu Müfteriler korunmuştur. Bu da Kamu gücünü açıkça kötüye kullanmaktır.
Hiç şüphesiz Diyanet İşleri Başkanı bu ülkede İslam Dininin yegane temsilcisidir. İl ve İlçe Müftüleri de Başkanın alt temsilcileridir. Temsil ettikleri dinin emirlerine göre hareket etmekle yükümlüdürler. İslam Dini'n de de zaman aşımı söz konusu değildir. Herkes işlediği zerre kadar suçta ve hayırda sorumludur. Yönettiği Kurumdan ve memurlarından da dinin kendisine çizdiği çerçeveye göre sorumludur. Memuruna iftira atan Müftüsünü korumakta aynı şekilde kendisini suça ortak ve sorumlu yapar. Mahkemelerin bu kişileri koruması iftirayı ortadan kaldırmaz. Diyanet İşleri Başkanını ve Müftülerini Dini Sorumluluktan kurtarmaz. Bilakis Başkanı Müfteri ve Müfterilerin suç ortağı yapar.
İftira ve Yalan İslam'a göre en büyük suçlardır. Bunun kişinin öğrenemeyeceği şekilde ve gıyabına yapılması da MÜNAFIKLIK'tır. İslam Dini Münafıklığı Kafirlikten daha aşağılık olarak görmüş ve nitelemiştir. Ben bir şekilde hakkımda yapılan iftiraları öğrendim ve aldım. Bu kişiler ve bunları koruyanlar hakkında Yasal İşlem başlattım. Fakat hemen Dinin Kanunlarını bırakarak Medeni Kanun denilen Avrupa'dan ithal kanunlara sarıldılar. Dinin Kanunu inkar da insanı Mürted yapar ki Diyanet İşleri Başkanı bunun ne anlama geldiğini en iyi bilen kişidir.   Ne yazık ki Medeni Kanun da İftira ve Yalanı büyük suç saymaktadır. Açık kanunlara rağmen bu kişilerin korunması HUKUKSUZLUKTUR. Mahkemelerimize olan Güveni sarsmaktadır. Toplumun bekası için bu kişiler hakkında gereğinin yapılması Adalettir, Hukuktur. Türkiye Cumhuriyeti bir Hukuk Devleti olduğunu iddia ediyorsa Hukukun gereğini yerine getirmelidir. Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları kararlarını yok sayarak ve hiçbir kanuni gerekçe göstermeden isteğimi reddetmek hukuku yok saymaktır.
Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının açıklanması:
Ben Gaziantep İslahiye'de Müftünün İftirasına maruz kaldım, kasada bulunan maaşı yemekle suçlandım ve açığa alındım. Ağabeyimin Müftünün yalanına ve yönlendirmesine inanarak Kaymakam M.Ali ULUTAŞ'ın hakaretiyle makamında kovdurdu ve beni açığa aldırdı, suç bulamaması üzerine de kasada duran maaşı yemekle suçladı. Nurdağı Müftüsü Ramazan Tekin'in bu İFİRA VE YALANA bilerek kasten sarıldı ve hakkımda Adana Müftüsü olan babası Süleyman Tekin'in de yardımıyla  İFTİRA İLE TAYİNİMİ DURDURDU VE BENİ SÜRGÜN ETTİRDİ. Suça bilerek ve isteyerek ortak oldu.
Bu Sürgün benim Tüm Hayatımı etkilemiş, kurulu düzenimi bozmuştur. Babam ve Kardeşlerimle aramı açmış, Ev eşyalarım sürgün yerine götürülememiş, hepsi telef olmuştur. Beni, Eşimi ve çocuklarımı mağdur etmiştir. Ankara Bala'da Şef Muharrem Küçükşahin'in Camide toplanan paraların yarısının yendiğini iddiası , bunun Diyanet yetkililerince ulaşılamaz sanılarak sicil dosyasına konulması, Başkana gönderildiği halde hiç bir şey yapmaması ve İftiracıların koruması dinsizlik ve Allahsızlık'tır
     İftira ile sürgün edilmesem oğlum Ankara'da kaza geçirip %98 Beyin Özürlü mağdur kalmayacak, ben de Böbreklerimi Kaybetmeyecek, Hemodiyaliz ve Kalp Hastası olmayacak, %93 Engelli olmayacak, Cami parası yemek iftirasına da uğramayacaktım.
Bu İftiralar dolayısıyla hayatım boyunca suçlandım. Memur affına rağmen hakkımdaki her işlemde bu iftiralara bakıldı ve ona göre işlem yapıldı. Ne görevden yükselme taleplerim nede Kurum değişikliği taleplerim yerine getirildi.
 Verilen mağduriyetin bedelini de İftiracılar ve Diyanet İşleri Başkanını koruyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasa'nın 40. maddesi gereğince ödemelidir.
Başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamalar:
1-Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 4.12.2013 tarih ve 2013/122008 Soruşturma, 2013/71814 sayılı Kovuşturmaya Yer Olmadığına dair Kararı.
2-Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 24.03.2014 tarihli 2014/302 sayılı Kararıyla  Kesin olarak Red edilmiş ve bu karar bana 22.07.2014 tarihinde posta yolu ile tebliğ edilmiştir.
SONUÇ TALEPLERİ:
1-Yalan ve İftira ile Sürgün edildiğim, aşağılama ve Manevi İşkenceye tabi tutulduğumun,   Kamu gücü kullanılarak Adil Yargılama ve Soruşturma yapılmadığından, uğradığım mağduriyetlerin, zayi ettiğim eşyalarımın, haksız suçlanmalarımın, yediğim iddia edilen ve ispatı yapılmadan sicil dosyama konulan paraların ve bu paralarla aldığım evin bedelinin veya varsa kendisinin, Oğlumun, Benim ve Eşimin Hastalığının bedeli olarak; Müşterek suçlular İslahiye Müftüsü Ali Yazıcı, Bala Müftülük Şefi Muharrem Küçükşahin ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in İftiraları nedeniyle; (Ramazan Tekin'e Anayasa Mahkemesinde 2014/11336 Dosya numarası ile Tazminat davası açıldığından, yeniden dava edilemeyeceğinden)300.000.-TL (Üçyüzbin Lira) Maddi,600.000.-TL( Altıyüzbin Lira) Manevi olmak üzere; Toplam: 900.000.-(Dokuz Yüz Bin Lira) Maddi ve Manevi Tazminat ödenmesini;  
2-Emekli olmama rağmen Memuriyet dosyamdaki bu haksız ve  hukuksuzluk iftira ve yalan belgelerinin kaldırılarak tüm memnu haklarımın iade edilmesini ve bana iftira atan Diyanet görevlilerinin İftiracı olarak tecziyesini;
Arz ve Talep ederim.
                                                                                                     24.07.2014
                                                                                                    Mustafa DEMİR
                                                                                                       Başvurucu

21 Temmuz 2014 Pazartesi

ARKADIŞIN GÖZÜYLE HALİL'İN KAZASI

10 YILIN SONUNDA ADALET YERİNİ BULDU!

Bugün akşam eski resim öğretmenim Hamdi Eser'den çok harika bir haber aldım. Son günlerde ters giden her şeyi bir anda sildi attı bu haber. Canım arkadaşım, kardeşim Halil Demir'in bundan tam 10 yıl evvel 15 yaşında bir çocuğun kullandığı arabanın çarpması sonucu hafızasını yitirmesi, felçli kalması kısaca hayatının elinden alınmasına rağmen hiç bir ceza almayan sanıklar sonunda geç de olsa yüklü bir tazminat cezasına mahkum oldular. Halil'in ailesine 550.000,00 TL. ödeyecekler. Bu paranın miktarı ne kadar olursa olsun Halil'i geri getirmez ama "ilahi adalet" dedirtti bizlere. Hak yerini geç de olsa buldu. Halil'in babası Mustafa amcanın 10 yıldır sabırla verdiği mücadele sonuçlandı. Polis'e, şahitlere rüşvetler vererek işin içinden sıyrılan suçlular daha fazla kaçamadı. Bu onlara az bile ama içimiz biraz olsun rahatladı.
"Benim bir dostum, kardeşim Halil vardı... Koca kafalının tekiydi... Saçları da kıvırcık..."

Tarih 06.08.2004. 

Ben memleketim Ankara Bâla'da ikamet ediyordum o tarihlerde. Eczacı Barbaros Ayata'ya ait olan Bâla eczanesinde kalfa olarak çalışıyordum. 3 yıl boyunca aynı eczanede çalıştım. İlk okul 4. sınıfa kadar Tuna ilk öğretim okulunda okudum. O zamanlar bir arkadaşım vardı ismi Halil Demir. İlk okul 4. sınıfa kadar ayn sınıfta okuduk. Onun evi okula biraz uzaktaydı. Benim evim Halil'in evine okuldan daha uzaktı. Halil her gün o uzaktaki evinden çıkıp önce benim evime gelir beni alır benimle birlikte giderdi okula. Okulla olan mesafesini ikiye üçe katlardı. Ben hiç gitmedim Halil'i almaya. Ama o hep gelirdi. Hatta kızardım bazen neden yolunu uzatıyorsun diye. Neyse ben 4. sınıfta yeni gelen kadın öğretmenimizin vahşice tüm sınıfa sıra dayağı atmasından ve kulağımın günlerce ağrımasından sonra okulu değiştirdim. Tınaztepe İlköğretim okulunda devam ettim eğitim hayatıma. Halil orada kaldı. İkimizde çok üzüldük ayrı düştüğümüze ama artık gitmek istemiyordum o okula. Halil'le zaman zaman görüşmeye devam ettik ama ikimizde yeni arkadaşlar edindik zamanla da daha az görüşmeye başladık. Halil uzun boylu yapılı güçlü bir çocuktu. Kafası biraz büyüktü dalga geçerdim koca kafa diye  Gözlük takardı. Saçları kıvırcıktı. Hatta bir gün Sinan öğretmen ona saçlarından dolayı merinos dedi. O günden sonra merinos dedim kendisine sık sık. Bazen anlaşma yapardık birbirimize lakap takmamak adına söz verirdik. Sonra tekrar bozardık bunu. Ben orta okuldayken Halil'le bir gün karşılaştık. Bir süre beraber gezdik. Bir ara şakalaşırken ters bir hareket yaptı ve ben kolumun üzerine düştüm. Kolum çatladı. Ona kızdım önce ama sonra iyileştikten sonra yine şakalaşmalara devam ettik. Çok çalışkan ve çok zekiydi. Lisede yollarımız kesişti. Bâla Lisesi'nde okuyorduk ikimizde. O benden daha çalışkan olduğu için süper lisede okuyordu. Ben düz lisedeydim. Orada yeniden görüşmeye devam ettik çok sık olmamakla birlikte. O bir dönem okulu bıraktı. Sonra bir yıl geçmeden geri döndü. Okulun futbol takımında oynuyordu. Çok neşeli esprili biriydi. Zekice espriler yapardı. 

Gün geldi o okulda da yollarımız ayrıldı. Ben liseden ayrıldım. Önce Merkez eczanesinde bir ay çalıştıktan sonra Bala eczanesinde işe başladım 2003 yılında ve 2006 yılına kadar orada çalıştım. Eczanenin sahibi Barbaros abi ile baba-oğul gibiydik. Çok iyi bir insandı. Halil'in hem hemşehrisi hem de kapı komşusuydu. Aynı binada oturuyorlardı. İkisi de Adana'lıydı. Halil'in babası Mustafa amca da Müftülükte çalışıyordu. Muhafazakar bir aileydi. Ama Halil biraz aykırı yaşamayı seven, özgürlüğüne düşkün biriydi. Hem Barbaros abiden hem de benden dolayı sık sık bizim eczaneye gelirdi. İlaçlarını bizden alırlardı. Halil'in o sıralar en büyük derdi sivilceleriydi. Aynı dert bende de vardı ama eczanede çalışmanın verdiği avantajla bu dertten kurtuldum doğru ilaçları ve sabunları kullanarak. Halil'e kullandığı ilaçları önermiyordum ama sivilcelerine takmış durumdaydı. Israrla "Roocutan" adlı ilacı kullanmaya devam etti. Neyse 2004 yazı babası Halil'i yatılı bir Kuran kursuna göndermişti ahçı olarak çalışması için. Halil oraya gitti ve bir süre orada çalıştı. Sonra bir gün, 06.08.2004 tarihinde eczaneye geldi Halil. Hoş geldin nasılsın falan muhabbet ettik. Çay ikram ettim. 2 saate yakın oturdu eczanede. Konuştuk sohbet ettik. O çalıştığı yerde mutsuz olduğu anlaşılıyordu konuşmalarından. Bir de reçete verdi elime ilaçlarını hazırlamamı rica etti. Ben de ilaçlardan birinin olmadığını söyledim sipariş veririm gelir dedim. Tamam dedi. Sonra yine o ilaç üzerine olumsuz fikirlerimi belirttim kendisine. O da yine kulak asmadı. "Amannn ne olacak sanki, şu sivilcelerden bi kurtulayım da gerisi önemli değil" dedi. Sen bilirsin dedim. İki saatin sonunda "ilaçlar ne zaman gelir" dedi. Telefon ettim ecza deposuna diğer siparişlere yetişeceğini söylediler. İlaçlar Ankara'dan geldiği için aynı gün gelemeyebiliyordu. Bir kaç saate gelir dedim. Tamam o zaman ben bir de bizim okula doğru (Bala Lisesi) gideyim, Cihanları falan göreyim dedi. Cihan da ilk okulda yakın arkadaşlarımızdan biriydi. Benden sonra da hiç kopmadılar. Neyse Halil ayağa kalktı esprili tavrıyla "ben gidiyom lan" dedi. Yürü git oğlum tutan mı var dedim. Güldü. İlaçları alırım bir kaç saate dönüşte dedi. Henüz eve de uğramamıştı. Direk benim yanıma gelmişti. Ailesini uzun süredir görmüyordu. Akşama ailesini görecekti. Eczaneden çıkmadan döndü bana doğru, baktı biraz. Sonra "dur lan sana bi sarılayım" dedi. Hayırdır oğlum ne ayaksın dedim. "Özledim lan seni" dedi. Ben de özledim seni ama iki saat sonra gelecen olum dedim. "Olsun lan içimden geldi" dedi. İyi hadi gel sarılalım dedim. Öyle bir sarıldı ki sanki bir daha görüşemeyecekmişiz gibi. Anlam veremedim. İlk defa yapmıştı bunu. Ben de ona sarıldım. Bir yandan da söyleniyorum "lan şimdi biri gelecek eczaneye napıyo bu manyaklar diyecek" dedim. "Başlatma milletine şimdi" dedi. Sonra kapıya doğru yöneldi. Sigarasını da yaktı. Döndü baktı bana doğru gülümseyerek. "Ne bakıyon olum hadi yürü git nereye gidiyosan" dedim. Yine gülümseyerek gitti. Ben anlam veremedim bu yaptıklarına Halil'in. Çok dostça, sevgiyle, kardeşçe yapıyordu bunları ama daha önce yaptığı bir şey değildi bu. 

Eczaneden çıktı gitti. Ben bir süre düşündüm neden sarıldığını ama bir şeye yoramadım. Sonra müşterilerle ilgilenmeye, ilaç vermeye devam ettim. Bir iki saat sonra ilaçlar geldi. Halil'in ilacını ayırdım kenara kestim hazırladım poşetledim. Saate baktım yanılmıyorsam 5-6 sıralarıydı. Bir saat sonra kapatacaktım eczaneyi. Halil hala gelmemişti. Yarın gelecek herhalde dedim. Sonra bir ambulans sesi duyuldu ciyak ciyak. Eczane cadde üzerinde olduğu için hemen hemen her gün duyuyordum bu sesi. Olağan bir durumdu. Bir köye falan gittiğini düşündüm. Sonra herkes bir tarafa doğru koşmaya başladı. Esnaf komşularımızdan bazıları dükkanı kapatıp ambulansın gittiği yöne doğru gittiler. Yakınlarda bir olay olduğunu anladım. O tarafa doğru gidenlerin birine sordum "hayırdır ne olmuş" dedim. Lisenin önünde birine araba çarpmış dedi. "Kimmiş, nasıl olmuş" dedim. "Bilmiyorum" dedi. Sonra eczaneye girdim tekrar. Bir süre sonra arkadaşlardan biri olayın olduğu yöne doğru telaşlı telaşlı giderken eczanenin kapısının önünde durdu kapıdan bağırdı bana " bizim Halil'e araba çarpmış" dedi. "Ne diyosun sen nasıl olur" dedim. Bastı gitti sonra. Ben kalakaldım orada öylece. İnanmak istemedim. Başka biridir belki dedim kendi kendime. Başka Halil'dir. Sonra eczaneyi kapattım koştum oraya doğru. Giderken ambulans geçti yanımdan. Yine de gittim baktım. Bir Kartal taksi, ön camı patlamış, ön kaput çökmüş, her yer kanlar içinde. Oradakilere sordum " ne oldu burada, kime çarptı araba" dedim. Halil'i tanıyanlar söylediler "Halil'di" dediler. Yıkıldım. Tutamadım kendimi. "Nereye götürdüler, hangi hastahane" dedim. Bilmiyoruz dediler. Önce Bâla sağlık ocağına oradan da Ankara Güven hastanesine nakledilmiş akşam öğrendim. Eve gittim, ağlamaktan gözlerim şişti. Ailem de hatırladı Halil'i. O her gün beni evden almaya gelen Halil dedim. Bildiler. Onlar da ağladılar. Bir gün sonra arkadaşlarla toplanıp hemen Ankara'ya geldik. Hastaneye gittik ama göremedik Halil'i. Ailesini gördük. Perişandılar. Doktor ümitsiz konuşmuş. Hortumu çekelim yaşamaz demiş. Ama Mustafa amca izin vermemiş buna. Benim oğlum yaşayacak demiş. Haftalarca komada yattı Halil. Ailesi başında dualar etti. Biz evlerimizde dualar ettik. Halil gözlerini açtı. Ama artık hiç kimseyi, hiç bir şeyi hatırlamıyordu. Ailesini hatırlamıyordu. Yemek yiyemiyordu. Hortumla besleniyordu. Gırtlağından açılan bir delikten nefes alıyordu. Kolları bacağı tutmuyordu artık. Ayakta duramıyordu. Yaşıyordu, nefes alıyordu ama konuşamıyor, düşünemiyor, beslenemiyor, ayakta duramıyor, kolları elleri tutmuyordu. Daha sonra hastanede tedavisi sona erdi. Ankara İncek'te bir rehabilitasyon hastanesine yatırıldı. Orada da ziyaret ettim. Yine hatırlamadı beni. Ama annesinin söylediğine göre beni gördüğünde farklı tepkiler veriyordu. Ben anlamıyordum bunu çünkü sürekli gözlemleme şansım yoktu ama annesi öyle söylüyordu. Orada bir süre tedavi gördükten sonra tekrar Bâla'ya evine getirildi. Bazı akşamlar eczaneyi kapattıktan sonra ziyarete giderdim. Yeni tanıdığı biriydim onun için belki de. Bakışları ve konuşma çabaları sanki bir şeyler söylemek ister gibiydi. Belki de hakikaten aklında bana dair bir kaç hatıra kırıntısı vardı. Bunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz. Bunca yaşananlardan, ailece yaşadıkları dramdan, acıdan sonra yeni bir mücadele başladı o aile için. Hukuk mücadelesi. 

Halil'e araba çarptığında Halil okulun önündeki kaldırımda yürüyormuş. Görgü şahitlerinin verdiği bilgi bu yönde. Hızla giden araç arkadan çarpmış Halil'e ve Halil sırt üstü arabanın ön kaputuna, oradan da aracın ön camına çarpmış hızla ve aracın camını patlatmış kafasıyla. Halil'in vücudunun aldığı ağır darbeleri şimdiki halinden de anlamak mümkün. Kaldırımda yürüyen bir insana arkadan hızla gelip çarpan kişi %100 kusurludur. Hadi bunları da bir kenara bırakalım. Aracı kullanan kişi kavanoz dibi kadar kalın bir gözlük kullanıyor. Gözleri ileri derecede zayıf gören biri. Bunu da geçelim aracı kullanan kişi tam 15 yaşında. Evet aracı kullanan kişi 15 yaşında ehliyetsiz bir çocuk. Bizim de tanıdığımız bir çocuk. Kırtasiyeleri vardı bizim eczanenin 100 metre ilerisinde. Babasının yeni aldığı arabayı alıp tur atıyordu caddede. En sonunda Halil'in başını yaktı. Tabi şikayetçi olundu kendisinden. Polis görgü tanıklarının ifadesini aldı. İlk ifadelere göre Halil kaldırımda yürürken arkadan hızla gelen siyah Kartal marka araç Halil'e arkadan çarpıyordu. Sonra birden ifadeler değişti. Polisin olay anında tuttuğu raporda yapılan tespitler aracı kullanan şahsın suçlu olduğunu gösteriyordu. Polis raporu da değişti. Bir şeyler tersine işliyordu. Eczanenin sahibi Barbaros abinin Halil'in hemşehrisi ve komşusu olduğunu söylemiştim. Olayı öğrendiğinde o da yıkılmıştı ve o günden sonra hep onların yanında oldu. Kol kanat gerdi onlara. Sahip çıktı. Aracıyla onları hastanelere taşıdı, gerektiğinde maddi destek sağladı, hukuki olarak onların yanında oldu. En iyi doktorlarla görüştü Halil için. Elinden ne geliyorsa yaptı yani. Ama hukuksuzluğa karşı koyamadılar. Bir gün aracı kullanan çocuğun babası ve Bala'da tanınan zengin bir yakını eczaneye geldiler. Barbaros abi, Mustafa amca, komşu esnaflardan biri, Halil'e çarpan çocuğun babası ve o zengin, meşhur akrabası eczanede bir süre konuştular. Karşı tarafın derdi çocuk mahkemesinde yargılanan çocuklarını kurtarmaktı. "Olan oldu, sizin çocuğunuz yandı bari bizimki yanmasın, şikayetinizi alın" gibi ifadeler kullandılar. Hastane masraflarını A'dan Z'ye karşılayacaklarını söylediler. Söz verdiler. Sonra hiç bir şekilde hiç bir zaman bu sözü tutmadılar. Zaten Mustafa amca onların bu isteklerine karşı çıkmıştı. Barbaros abi de uzlaşmaktan yana değildi. O da karşı çıktı. Ama hastane masraflarını yine de ödeyeceklerini belirtmişti karşı taraf. Ödemediler. Güçlerini kullandılar. Ne görgü şahidi kaldı ne de polis tutanağı. Bir kaç yıl mücadele ettikten sonra en sonunda Mustafa amca ailesini aldı ve memleketi Adana'ya taşındı. Ama mücadelesi bugün hala devam ediyor. Bu arada Halil'e çarpan aracı kullanan çocuk tutuklandıktan çok kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. Babası da hiç bir ceza almadı. Yani Halil kaldırımda yürürken aracın arkadan gelip çarpmasına, çarpan çocuğun görme zorluğu yaşamasına, ehliyeti olmamasına, yaşının sadece 15 olmasına rağmen Halil kusurlu bulundu. Halil mi, o bugün hala aynı durumda. Bir çocuk gibi. Geçenlerde babasını aradım, Halil'e verdi telefonu. Telefonda çırpındım kendimi anlattım ama hatırlamadı. Konuşması azıcık ilerlemiş. Zor anlaşılacak şekilde "kim bu yaa" dedi annesine. Bıraktı telefonu. Annesi aldı sonra. Onunla konuştuk bir süre. Annesi sevindi yıllar sonra bir şekilde telefonlarını bulup aramama. "Gerçek arkadaşlık bu işte, kaç yıl oldu hala unutmamışsın, Allah razı olsun" dedi.

Unutmadım. Hiç bir zaman da unutmayacağım. Hem Halil'i, hem yaşadıklarını, hem yaşayamadıklarını, hem de bunlara sebep olanları. 

Birileri onun hayatını çaldı, geleceğini, gençliğini çaldı. Artık hiç kimse geri veremez ona ondan aldıklarını. 

Bu arada kazadan aylar sonra eczanede otururken birden aklıma geldi kazadan önce Halil'le aramızda geçenler. Kazadan sonra o anı bile unutmuşum yaşanan acılar ve tramva yüzünden. Hatırladım ve o zaman anladım. Hissetmişti sanki bu hayattan ruhen kopacağını. Artık caddede yürürken tesadüfen karşılaşamayacağımızı, eczaneye ilaç almaya gelemeyeceğini, birlikte kol kola lisenin önüne gidemeyeceğimizi, "nabıyon la" diyemeyeceğini, "iyiyim sen nabıyon la koca kafa" diyemeyeceğimi. O yüzden sarılmıştı bana son defa sımsıkı. Giderken o yüzden bakmıştı uzun uzun tebessümle, gitmek istemezcesine. Keşke ben de hissetseydim, kolundan tutup oturtsaydım koltuğa, bırakmasaydım. 

Keşke ben de hissetseydim. 

Canım arkadaşım, kardeşim Halil Demir Osmaniye'nin Kadirli ilçesinde ailesinin yanında hayatına devam ediyor. Halil hayattan, dünyadan, çok sevdiği futboldan, Galatasaray'dan, Drogba'dan, aşktan, sevgiden, Iphone'den, Facebook'dan, bütün zevklerden bi haber yaşamaya devam ediyor. Yaşamak denirse buna tabi. 

Ailesi 9 yıldır hukuk mücadelesine hiç yılmadan devam ediyor. Babası Müftülükten emekli. Annesi ev hanımı. Kardeşi İbrahim öğretmenlik yapıyor. Diğer kardeşlerine dair bir bilgim yok. Babası diyalize bağlanıyormuş düzenli olarak. 

Kapkara bir dünyası var artık Halil'in. Ama aklında, hafızasında özleyeceği hiç bir şey kalmadı. O kaza aldı götürdü hepsini. 

Hayat böyle işte. Bir kaç saat önce sapasağlamken yolun kenarında yürürken bir araba gelip sana çarpıyor. Kötülüm kalıyorsun, hafızanı kaybediyorsun. Karşı tarafın suçlu olduğu aşikar ama mağdur da suçlu da sen oluyorsun. Birileri senden hayatını çalıyor ama sen hakkını arayamıyorsun. 

Hayatınızın değerini bilin, arkadaşlarınızın değerini bilin. Hukuğun, yargının, adaletin ne kadar gerekli ve önemli olduğunu unutmayın. İşlenen suç karşısında yapılan hukuksuzluk, aynı suçun ve aynı mağduriyetlerin tekrarına yol açar. Adalet bugün bana yarın sana lazım olur. 

Dostluk bugünde, yarında, sağlıkta, zorlukta, hastalıkta daimi olandır.

Dostlarınızı ne olursa olsun unutmayın.

Murat İrfan YALÇIN | 11.01.2014

"Babası Mustafa Demir'in 9 yıldır verdiği hukuk mücadelesine ve yaşananlara dair bilgilere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz."

https://www.facebook.com/pages/Musdem/337134686325544?fref=ts
Fotoğraf: "Benim bir dostum, kardeşim Halil vardı... Koca kafalının tekiydi... Saçları da kıvırcık..."

Tarih 06.08.2004. 

Ben memleketim Ankara Bâla'da ikamet ediyordum o tarihlerde. Eczacı Barbaros Ayata'ya ait olan Bâla eczanesinde kalfa olarak çalışıyordum. 3 yıl boyunca aynı eczanede çalıştım. İlk okul 4. sınıfa kadar Tuna ilk öğretim okulunda okudum. O zamanlar bir arkadaşım vardı ismi Halil Demir. İlk okul 4. sınıfa kadar ayn sınıfta okuduk. Onun evi okula biraz uzaktaydı. Benim evim Halil'in evine okuldan daha uzaktı. Halil her gün o uzaktaki evinden çıkıp önce benim evime gelir beni alır benimle birlikte giderdi okula. Okulla olan mesafesini ikiye üçe katlardı. Ben hiç gitmedim Halil'i almaya. Ama o hep gelirdi. Hatta kızardım bazen neden yolunu uzatıyorsun diye. Neyse ben 4. sınıfta yeni gelen kadın öğretmenimizin vahşice tüm sınıfa sıra dayağı atmasından ve kulağımın günlerce ağrımasından sonra okulu değiştirdim. Tınaztepe İlköğretim okulunda devam ettim eğitim hayatıma. Halil orada kaldı. İkimizde çok üzüldük ayrı düştüğümüze ama artık gitmek istemiyordum o okula. Halil'le zaman zaman görüşmeye devam ettik ama ikimizde yeni arkadaşlar edindik zamanla da daha az görüşmeye başladık. Halil uzun boylu yapılı güçlü bir çocuktu. Kafası biraz büyüktü dalga geçerdim koca kafa diye :) Gözlük takardı. Saçları kıvırcıktı. Hatta bir gün Sinan öğretmen ona saçlarından dolayı merinos dedi. O günden sonra merinos dedim kendisine sık sık. Bazen anlaşma yapardık birbirimize lakap takmamak adına söz verirdik. Sonra tekrar bozardık bunu. Ben orta okuldayken Halil'le bir gün karşılaştık. Bir süre beraber gezdik. Bir ara şakalaşırken ters bir hareket yaptı ve ben kolumun üzerine düştüm. Kolum çatladı. Ona kızdım önce ama sonra iyileştikten sonra yine şakalaşmalara devam ettik. Çok çalışkan ve çok zekiydi. Lisede yollarımız kesişti. Bâla Lisesi'nde okuyorduk ikimizde. O benden daha çalışkan olduğu için süper lisede okuyordu. Ben düz lisedeydim. Orada yeniden görüşmeye devam ettik çok sık olmamakla birlikte. O bir dönem okulu bıraktı. Sonra bir yıl geçmeden geri döndü. Okulun futbol takımında oynuyordu. Çok neşeli esprili biriydi. Zekice espriler yapardı. 

Gün geldi o okulda da yollarımız ayrıldı. Ben liseden ayrıldım. Önce Merkez eczanesinde bir ay çalıştıktan sonra Bala eczanesinde işe başladım 2003 yılında ve 2006 yılına kadar orada çalıştım. Eczanenin sahibi Barbaros abi ile baba-oğul gibiydik. Çok iyi bir insandı. Halil'in hem hemşehrisi hem de kapı komşusuydu. Aynı binada oturuyorlardı. İkisi de Adana'lıydı. Halil'in babası Mustafa amca da Müftülükte çalışıyordu. Muhafazakar bir aileydi. Ama Halil biraz aykırı yaşamayı seven, özgürlüğüne düşkün biriydi. Hem Barbaros abiden hem de benden dolayı sık sık bizim eczaneye gelirdi. İlaçlarını bizden alırlardı. Halil'in o sıralar en büyük derdi sivilceleriydi. Aynı dert bende de vardı ama eczanede çalışmanın verdiği avantajla bu dertten kurtuldum doğru ilaçları ve sabunları kullanarak. Halil'e kullandığı ilaçları önermiyordum ama sivilcelerine takmış durumdaydı. Israrla "Roocutan" adlı ilacı kullanmaya devam etti. Neyse 2004 yazı babası Halil'i yatılı bir Kuran kursuna göndermişti ahçı olarak çalışması için. Halil oraya gitti ve bir süre orada çalıştı. Sonra bir gün, 06.08.2004 tarihinde eczaneye geldi Halil. Hoş geldin nasılsın falan muhabbet ettik. Çay ikram ettim. 2 saate yakın oturdu eczanede. Konuştuk sohbet ettik. O çalıştığı yerde mutsuz olduğu anlaşılıyordu konuşmalarından. Bir de reçete verdi elime ilaçlarını hazırlamamı rica etti. Ben de ilaçlardan birinin olmadığını söyledim sipariş veririm gelir dedim. Tamam dedi. Sonra yine o ilaç üzerine olumsuz fikirlerimi belirttim kendisine. O da yine kulak asmadı. "Amannn ne olacak sanki, şu sivilcelerden bi kurtulayım da gerisi önemli değil" dedi. Sen bilirsin dedim. İki saatin sonunda "ilaçlar ne zaman gelir" dedi. Telefon ettim ecza deposuna diğer siparişlere yetişeceğini söylediler. İlaçlar Ankara'dan geldiği için aynı gün gelemeyebiliyordu. Bir kaç saate gelir dedim. Tamam o zaman ben bir de bizim okula doğru (Bala Lisesi) gideyim, Cihanları falan göreyim dedi. Cihan da ilk okulda yakın arkadaşlarımızdan biriydi. Benden sonra da hiç kopmadılar. Neyse Halil ayağa kalktı esprili tavrıyla "ben gidiyom lan" dedi. Yürü git oğlum tutan mı var dedim. Güldü. İlaçları alırım bir kaç saate dönüşte dedi. Henüz eve de uğramamıştı. Direk benim yanıma gelmişti. Ailesini uzun süredir görmüyordu. Akşama ailesini görecekti. Eczaneden çıkmadan döndü bana doğru, baktı biraz. Sonra "dur lan sana bi sarılayım" dedi. Hayırdır oğlum ne ayaksın dedim. "Özledim lan seni" dedi. Ben de özledim seni ama iki saat sonra gelecen olum dedim. "Olsun lan içimden geldi" dedi. İyi hadi gel sarılalım dedim. Öyle bir sarıldı ki sanki bir daha görüşemeyecekmişiz gibi. Anlam veremedim. İlk defa yapmıştı bunu. Ben de ona sarıldım. Bir yandan da söyleniyorum "lan şimdi biri gelecek eczaneye napıyo bu manyaklar diyecek" dedim. "Başlatma milletine şimdi" dedi. Sonra kapıya doğru yöneldi. Sigarasını da yaktı. Döndü baktı bana doğru gülümseyerek. "Ne bakıyon olum hadi yürü git nereye gidiyosan" dedim. Yine gülümseyerek gitti. Ben anlam veremedim bu yaptıklarına Halil'in. Çok dostça, sevgiyle, kardeşçe yapıyordu bunları ama daha önce yaptığı bir şey değildi bu. 

Eczaneden çıktı gitti. Ben bir süre düşündüm neden sarıldığını ama bir şeye yoramadım. Sonra müşterilerle ilgilenmeye, ilaç vermeye devam ettim. Bir iki saat sonra ilaçlar geldi. Halil'in ilacını ayırdım kenara kestim hazırladım poşetledim. Saate baktım yanılmıyorsam 5-6 sıralarıydı. Bir saat sonra kapatacaktım eczaneyi. Halil hala gelmemişti. Yarın gelecek herhalde dedim. Sonra bir ambulans sesi duyuldu ciyak ciyak. Eczane cadde üzerinde olduğu için hemen hemen her gün duyuyordum bu sesi. Olağan bir durumdu. Bir köye falan gittiğini düşündüm. Sonra herkes bir tarafa doğru koşmaya başladı. Esnaf komşularımızdan bazıları dükkanı kapatıp ambulansın gittiği yöne doğru gittiler. Yakınlarda bir olay olduğunu anladım. O tarafa doğru gidenlerin birine sordum "hayırdır ne olmuş" dedim. Lisenin önünde birine araba çarpmış dedi. "Kimmiş, nasıl olmuş" dedim. "Bilmiyorum" dedi. Sonra eczaneye girdim tekrar. Bir süre sonra arkadaşlardan biri olayın olduğu yöne doğru telaşlı telaşlı giderken eczanenin kapısının önünde durdu kapıdan bağırdı bana " bizim Halil'e araba çarpmış" dedi. "Ne diyosun sen nasıl olur" dedim. Bastı gitti sonra. Ben kalakaldım orada öylece. İnanmak istemedim. Başka biridir belki dedim kendi kendime. Başka Halil'dir. Sonra eczaneyi kapattım koştum oraya doğru. Giderken ambulans geçti yanımdan. Yine de gittim baktım. Bir Kartal taksi, ön camı patlamış, ön kaput çökmüş, her yer kanlar içinde. Oradakilere sordum " ne oldu burada, kime çarptı araba" dedim. Halil'i tanıyanlar söylediler "Halil'di" dediler. Yıkıldım. Tutamadım kendimi. "Nereye götürdüler, hangi hastahane" dedim. Bilmiyoruz dediler. Önce Bâla sağlık ocağına oradan da Ankara Güven hastanesine nakledilmiş akşam öğrendim. Eve gittim, ağlamaktan gözlerim şişti. Ailem de hatırladı Halil'i. O her gün beni evden almaya gelen Halil dedim. Bildiler. Onlar da ağladılar. Bir gün sonra arkadaşlarla toplanıp hemen Ankara'ya geldik. Hastaneye gittik ama göremedik Halil'i. Ailesini gördük. Perişandılar. Doktor ümitsiz konuşmuş. Hortumu çekelim yaşamaz demiş. Ama Mustafa amca izin vermemiş buna. Benim oğlum yaşayacak demiş. Haftalarca komada yattı Halil. Ailesi başında dualar etti. Biz evlerimizde dualar ettik. Halil gözlerini açtı. Ama artık hiç kimseyi, hiç bir şeyi hatırlamıyordu. Ailesini hatırlamıyordu. Yemek yiyemiyordu. Hortumla besleniyordu. Gırtlağından açılan bir delikten nefes alıyordu. Kolları bacağı tutmuyordu artık. Ayakta duramıyordu. Yaşıyordu, nefes alıyordu ama konuşamıyor, düşünemiyor, beslenemiyor, ayakta duramıyor, kolları elleri tutmuyordu. Daha sonra hastanede tedavisi sona erdi. Ankara İncek'te bir rehabilitasyon hastanesine yatırıldı. Orada da ziyaret ettim. Yine hatırlamadı beni. Ama annesinin söylediğine göre beni gördüğünde farklı tepkiler veriyordu. Ben anlamıyordum bunu çünkü sürekli gözlemleme şansım yoktu ama annesi öyle söylüyordu. Orada bir süre tedavi gördükten sonra tekrar Bâla'ya evine getirildi. Bazı akşamlar eczaneyi kapattıktan sonra ziyarete giderdim. Yeni tanıdığı biriydim onun için belki de. Bakışları ve konuşma çabaları sanki bir şeyler söylemek ister gibiydi. Belki de hakikaten aklında bana dair bir kaç hatıra kırıntısı vardı. Bunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz. Bunca yaşananlardan, ailece yaşadıkları dramdan, acıdan sonra yeni bir mücadele başladı o aile için. Hukuk mücadelesi. 

Halil'e araba çarptığında Halil okulun önündeki kaldırımda yürüyormuş. Görgü şahitlerinin verdiği bilgi bu yönde. Hızla giden araç arkadan çarpmış Halil'e ve Halil sırt üstü arabanın ön kaputuna, oradan da aracın ön camına çarpmış hızla ve aracın camını patlatmış kafasıyla. Halil'in vücudunun aldığı ağır darbeleri şimdiki halinden de anlamak mümkün. Kaldırımda yürüyen bir insana arkadan hızla gelip çarpan kişi %100 kusurludur. Hadi bunları da bir kenara bırakalım. Aracı kullanan kişi kavanoz dibi kadar kalın bir gözlük kullanıyor. Gözleri ileri derecede zayıf gören biri. Bunu da geçelim aracı kullanan kişi tam 15 yaşında. Evet aracı kullanan kişi 15 yaşında ehliyetsiz bir çocuk. Bizim de tanıdığımız bir çocuk. Kırtasiyeleri vardı bizim eczanenin 100 metre ilerisinde. Babasının yeni aldığı arabayı alıp tur atıyordu caddede. En sonunda Halil'in başını yaktı. Tabi şikayetçi olundu kendisinden. Polis görgü tanıklarının ifadesini aldı. İlk ifadelere göre Halil kaldırımda yürürken arkadan hızla gelen siyah Kartal marka araç Halil'e arkadan çarpıyordu. Sonra birden ifadeler değişti. Polisin olay anında tuttuğu raporda yapılan tespitler aracı kullanan şahsın suçlu olduğunu gösteriyordu. Polis raporu da değişti. Bir şeyler tersine işliyordu. Eczanenin sahibi Barbaros abinin Halil'in hemşehrisi ve komşusu olduğunu söylemiştim. Olayı öğrendiğinde o da yıkılmıştı ve o günden sonra hep onların yanında oldu. Kol kanat gerdi onlara. Sahip çıktı. Aracıyla onları hastanelere taşıdı, gerektiğinde maddi destek sağladı, hukuki olarak onların yanında oldu. En iyi doktorlarla görüştü Halil için. Elinden ne geliyorsa yaptı yani. Ama hukuksuzluğa karşı koyamadılar. Bir gün aracı kullanan çocuğun babası ve Bala'da tanınan zengin bir yakını eczaneye geldiler. Barbaros abi, Mustafa amca, komşu esnaflardan biri, Halil'e çarpan çocuğun babası ve o zengin, meşhur akrabası eczanede bir süre konuştular. Karşı tarafın derdi çocuk mahkemesinde yargılanan çocuklarını kurtarmaktı. "Olan oldu, sizin çocuğunuz yandı bari bizimki yanmasın, şikayetinizi alın" gibi ifadeler kullandılar. Hastane masraflarını A'dan Z'ye karşılayacaklarını söylediler. Söz verdiler. Sonra hiç bir şekilde hiç bir zaman bu sözü tutmadılar. Zaten Mustafa amca onların bu isteklerine karşı çıkmıştı. Barbaros abi de uzlaşmaktan yana değildi. O da karşı çıktı. Ama hastane masraflarını yine de ödeyeceklerini belirtmişti karşı taraf. Ödemediler. Güçlerini kullandılar. Ne görgü şahidi kaldı ne de polis tutanağı. Bir kaç yıl mücadele ettikten sonra en sonunda Mustafa amca ailesini aldı ve memleketi Adana'ya taşındı. Ama mücadelesi bugün hala devam ediyor. Bu arada Halil'e çarpan aracı kullanan çocuk tutuklandıktan çok kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. Babası da hiç bir ceza almadı. Yani Halil kaldırımda yürürken aracın arkadan gelip çarpmasına, çarpan çocuğun görme zorluğu yaşamasına, ehliyeti olmamasına, yaşının sadece 15 olmasına rağmen Halil kusurlu bulundu. Halil mi, o bugün hala aynı durumda. Bir çocuk gibi. Geçenlerde babasını aradım, Halil'e verdi telefonu. Telefonda çırpındım kendimi anlattım ama hatırlamadı. Konuşması azıcık ilerlemiş. Zor anlaşılacak şekilde "kim bu yaa" dedi annesine. Bıraktı telefonu. Annesi aldı sonra. Onunla konuştuk bir süre. Annesi sevindi yıllar sonra bir şekilde telefonlarını bulup aramama. "Gerçek arkadaşlık bu işte, kaç yıl oldu hala unutmamışsın, Allah razı olsun" dedi.

Unutmadım. Hiç bir zaman da unutmayacağım. Hem Halil'i, hem yaşadıklarını, hem yaşayamadıklarını, hem de bunlara sebep olanları. 

Birileri onun hayatını çaldı, geleceğini, gençliğini çaldı. Artık hiç kimse geri veremez ona ondan aldıklarını. 

Bu arada kazadan aylar sonra eczanede otururken birden aklıma geldi kazadan önce Halil'le aramızda geçenler. Kazadan sonra o anı bile unutmuşum yaşanan acılar ve tramva yüzünden. Hatırladım ve o zaman anladım. Hissetmişti sanki bu hayattan ruhen kopacağını. Artık caddede yürürken tesadüfen karşılaşamayacağımızı, eczaneye ilaç almaya gelemeyeceğini, birlikte kol kola lisenin önüne gidemeyeceğimizi, "nabıyon la" diyemeyeceğini, "iyiyim sen nabıyon la koca kafa" diyemeyeceğimi. O yüzden sarılmıştı bana son defa sımsıkı. Giderken o yüzden bakmıştı uzun uzun tebessümle, gitmek istemezcesine. Keşke ben de hissetseydim, kolundan tutup oturtsaydım koltuğa, bırakmasaydım. 

Keşke ben de hissetseydim. 

Canım arkadaşım, kardeşim Halil Demir Osmaniye'nin Kadirli ilçesinde ailesinin yanında hayatına devam ediyor. Halil hayattan, dünyadan, çok sevdiği futboldan, Galatasaray'dan, Drogba'dan, aşktan, sevgiden, Iphone'den, Facebook'dan, bütün zevklerden bi haber yaşamaya devam ediyor. Yaşamak denirse buna tabi. 

Ailesi 9 yıldır hukuk mücadelesine hiç yılmadan devam ediyor. Babası Müftülükten emekli. Annesi ev hanımı. Kardeşi İbrahim öğretmenlik yapıyor. Diğer kardeşlerine dair bir bilgim yok. Babası diyalize bağlanıyormuş düzenli olarak. 

Kapkara bir dünyası var artık Halil'in. Ama aklında, hafızasında özleyeceği hiç bir şey kalmadı. O kaza aldı götürdü hepsini. 

Hayat böyle işte. Bir kaç saat önce sapasağlamken yolun kenarında yürürken bir araba gelip sana çarpıyor. Kötülüm kalıyorsun, hafızanı kaybediyorsun. Karşı tarafın suçlu olduğu aşikar ama mağdur da suçlu da sen oluyorsun. Birileri senden hayatını çalıyor ama sen hakkını arayamıyorsun. 

Hayatınızın değerini bilin, arkadaşlarınızın değerini bilin. Hukuğun, yargının, adaletin ne kadar gerekli ve önemli olduğunu unutmayın. İşlenen suç karşısında yapılan hukuksuzluk, aynı suçun ve aynı mağduriyetlerin tekrarına yol açar. Adalet bugün bana yarın sana lazım olur. 

Dostluk bugünde, yarında, sağlıkta, zorlukta, hastalıkta daimi olandır.

Dostlarınızı ne olursa olsun unutmayın.

Murat İrfan YALÇIN | 11.01.2014

"Babası Mustafa Demir'in 9 yıldır verdiği hukuk mücadelesine ve yaşananlara dair bilgilere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz."

https://www.facebook.com/pages/Musdem/337134686325544?fref=ts

7 Temmuz 2014 Pazartesi

ANAYASA R.TEKİN DAVASI

ANAYASA MAHKEMESİ RAMAZAN TEKİN İFTİRA DAVASI
 
A- Kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti:
 Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Gaziantep İli İslahiye Müftülüğüde Memur olarak  çalışmakta iken 1991 yılında yeni İlçe olan Gaziantep ili Nurdağı İlçe Müftülüğü'ne atanmıştım. 3 8.1991 Cuma günü İslahiye Müftülüğü'nde personel maaşını dağıttıktan sonra kalan maaşları da almayanlara dağıtması için diğer Memur Ahmet Çin'e tam ve eksiksiz teslim ettim. Bazı işleri  yapmak üzere Nurdağı İlçe Müftülüğüne geldim. Cumadan sonra İslahiye Müftüsü Ali Yazıcı'da Nurdağı Müftülüğüne gelmiş ve benimle ilgili Ramazan Tekin'e bazı yalanlar anlatmış. Ramazan Tekin'de beni çağırıp anlattıklarını yanında bana anlatınca yalanı ortaya çıktı. Tartıştık, Tartışmadan sonra Ramazan Tekin özür dilememi istediyse de ben dilemedim.
      Pazartesi günü İslahiye'de ayrılma işlemimi yaparken Ağabeyim geldi. Müftü Ağabeyimi kasıtlı Kaymakama  yönlendirip, hakaretle kovdurdu. Bana da suç uydurarak, maaşını  almayan personelin kasadaki maaşını zimmete geçirmekle suçladı ve açığa alındım. Paranın kasada olduğunu Müftü Ali Yazıcı çok iyi biliyordu. Dinsiz ve Allahsız davranarak, kendisine Devletçe verilen yetkiyi, Dinini ve görevini kötüye kullandı. Her platformda beni zimmetine para geçiren biri olarak anlatmaya devam etti.
      Para kasada olduğu için ve ayrıca kasadaki parayı ailem de tekrar ödediği için görevime iade edildim ve kasadaki para da soruşturma bittikten sonra bana geri ödendi.
      Müftü ve Kaymakamın verdikleri sözü tutmamışlar, nasıl olsa ulaşamaz diye sicilime İftira evrakları ile doldurmuşlar. O zaman Nurdağı Müftüsü olan Ramazan Tekin benlik bir şey yok demekteydi. Paranın kasada olduğunu, Müftü Ali Yazıcı'nın yalan söylediğini bilerek kasten kendisi de 5.9.1991 tarih ve 2 sayılı yazısı ile bana iftira atmıştır.  İftirasına İslahiye Müftülüğü yetmiyormuş gibi Düziçi Müftülüğünü de katmış ve bu iftiralar ile çıkan tayinimi durdurmuştur. Bu iftira yazıları memuriyetim boyunca önümde engel olarak kalmış ve hayatımı kötü yönde etkilemiştir. Bu yazılar İftira olduğu bilinerek yazılmıştır ve ulaşamayacağım tahmin edilmiştir.
     2009 yılında Diyanet'le olan bir icra davam nedeniyle 2012 yılında Kadirli Müftüsü'nün senin sicilinde bir şeyler var sen eskiden de para yiyen memurmuşsun deyince Osmaniye İl Müftülüğüne Bilgi Edinme Kanunu gereğince başvururarak Osmaniye Müftülüğü'nün 29.11.2012 tarih ve 2426 sayılı yazılarıyla  sicilimdeki İftira evraklarını aldım. Derhal Diyanet Diyanet İşleri Başkanına gönderdimse de Başkan iftiracı memurlarını korumayı tercih ettiğinden hakkında işlem başlatıldı ve Sincan Ağır Ceza Mahkemesinde devam ediyor. Kendisi memurlarını koruduğu gibi Başbakanlık' ta kendisini koruduğundan o dava da mahkemenize gelecektir. Sicilimdeki iftira evrakları Diyanet'in din değil dinsizlik işleriyle uğraştığının, sıkışınca da dini Allah'ı bırakıp medeni kanunun arkasına saklandıklarının açık delilidir.  İftira evrakları 1012/1249 Dosya numaralı Anayasa Mahkemesine gönderildi. Anayasa Mahkemesinin 26.12.2012 tarih ve 2012/1249 sayılı yazısı ile de İdari İşlem başlatıldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 17.09.2013 tarihli 59601/09 sayılı Uğur Eşim Emsal Kararı ile de yasal İşlem başlatıldı. Yargıtay'ında aynı yönden kararına rağmen Adil Yargılama ve Soruşturma yapılmadığından, Yargıtay'ın ve 59601/09 sayılı AİHM'in kararına uyulmadığından Rize Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/960 D.İş sayılı kararı 30.06.2014 tarihinde bana tebliğ edildi. Anayasanın 40. maddesi gereğince Mağduriyetimin Tazmini için bu dava oluştu.
B- Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenlerle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar:
Dosyamda bulunan ve Osmaniye İl Müftülüğü'nün 29.11.2012 tarih ve 2426 sayılı yazısı ile alınan Ramazan Tekin'in yazdığı ve üst yazıları olan  evrakların 02.09.1999 tarih ve 4455 sayılı kanun ile 04.07.2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Memur Sicil Affı kanunlarına aykırı olması  nedeniyle;
 Anayasanın  5., 10.,11.,12.,17.,38.,39.,40.,125., 129. ve 136. maddelerinin açıkça İhlal Edildiğini;        
Ayrıca; Bu, Sahte Belgelerle Sürgün Edilme, Dosyaya uydurma Suç Evrakı konması  ve Mahkeme Kararı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin;
Madde  3-İşkence Yasağı. Hiçkimseye işkence yapılamaz, insanlık dışı yada küçültücü ceza veya muamele yugulanamaz, hükmüne;
Madde  6-Adil Yargılanma Hakkı'na;
            İlaveten: Kendisine bir suç yüklenen herkes, suçsuzluğu kanuna göre kanıtlanıncaya kadar suçsuzdur, ilkesine ve bu maddenin diğer hükümlerine;
Madde 7-Kanunsuz Ceza olmaz İlkesi'ne; (Zimmete maaş geçirme  vs.)
Madde 17- Hakları Kötüye Kullanma Yasağı'na; (Kınama Cezası verilmesi,Sicil Dosyama sahte evrakların konması Kamu yetkisi kullanılarak hakkımda yapılan suçlamalar, dosyamdaki evraklar, mahkeme dosyalarımın adil olmayan yargılanmalarla sonuçlanması Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin tüm Temel İlke'lerine aykırılığı açıktır. Bununda hak ihlalleri olduğu açıktır. Yaşadığım bu mağduriyet, sürgün  ve haksızlığın Tazminini istemek te benim en doğal hakkımdır.
Nurdağı Müftüsü Ramazan Tekin'in hakkımda yazmış olduğu iftira yazıları uzun bir aradan sonra Diyanetle olan bir icra davamdan sonra Memur affına rağmen dosyamdan silinmemesi üzerine elime geçmiş, geçer geçmez de Diyanet İşleri Başkanına gönderilmesine rağmen bu Müfteriler korunmuştur.
Hiç şüphesiz Diyanet İşleri Başkanı bu ülkede İslam Dininin yegane temsilcisidir. İl ve İlçe Müftüleri de Başkanın alt temsilcileridir. Temsil ettikleri dinin emirlerine göre hareket etmekle yükümlüdürler. İslam Dini'nde de zaman aşımı söz konusu değildir. Herkes işlediği zerre kadar suçta ve hayırda sorumludur. Yönettiği Kurumdan ve memurlarından da dinin kendisine çizdiği çerçeveye göre sorumludur. Memuruna iftira atan Müftüsünü korumakta aynı şekilde kendisini suça ortak ve sorumlu yapar. Mahkemelerin bu kişileri koruması iftirayı ortadan kaldırmaz. Diyanet İşleri Başkanını ve Müftülerini Dini Sorumluluktan kurtarmaz.
İftira ve Yalan İslam'a göre en büyük suçlardır. Bunun kişinin öğrenemeyeceği şekilde ve gıyabına yapılması da MÜNAFIKLIK'tır. İslam Dini Münafıklığı Kafirlikten daha aşağılık olarak görmüş ve nitelemiştir. Ben bir şekilde hakkımda yapılan iftiraları öğrendim ve aldım. Bu kişiler ve bunları koruyanlar hakkında Yasal İşlem başlattım. Fakat hemen Dinin Kanunlarını bırakarak Medeni Kanun denilen Avrupa'dan ithal kanunlara sarıldılar. Dini Kanunu inkar da insanı Mürted yapar ki Diyanet İşleri Başkanı bunun ne anlama geldiğini en iyi bilen kişidir.   Ne yazıkki Medeni Kanun da İftira ve Yalanı büyük suç saymaktadır. Açık kanunlara rağmen bu kişilerin korunması HUKUKSUZLUKTUR. Mahkemelerimize olan Güveni sarsmaktadır. Toplumun bekası için bu kişiler hakkında gereğinin yapılması Adalettir, Hukuktur. Türkiye Cumhuriyeti bir Hukuk Devleti olduğunu iddia ediyorsa Hukukun gereğini yerine getirmelidir. Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları kararlarını yok sayarak ve hiçbir kanuni gerekçe göstermeden isteğimi reddetmek hukuku yok saymaktır.
C- Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının açıklanması:
Ben Gaziantep İslahiye'de Müftünün İftirasına maruz kaldım, kasada bulunan maaşı yemekle suçlandım ve açığa alındım. Ağabeyimin Müftünün yalanına ve yönlendirmesine inanarak Kaymakam M.Ali ULUTAŞ'ın hakaretiyle makamında kovdurdu ve beni açığa aldırdı, suç bulamaması üzerine de kasada duran maaşı yemekle suçladı, Nurdağı Müftüsü Ramazan Tekin'in bu İFİRA VE YALANA bilerek kasten sarıldı ve hakkımda Adana Müftüsü olan babası Süleyman Tekin'in de yardımıyla  İFTİRA İLE TAYİNİMİ DURDURDU VE BENİ SÜRGÜN ETTİRDİ. Suça bilerek ve isteyerek ortak oldu.
Bu Sürgün benim Tüm Hayatımı etkilemiş, kurulu düzenimi bozmuştur. Babam ve Kardeşlerimle aramı açmış, Ev eşyalarım sürgün yerine götürülememiş, hepsi telef olmuştur. Beni, Eşimi ve çocuklarımı mağdur etmiştir.
Hatta; İftira ile sürgün edilmesem oğlum Ankara'da kaza geçirip %98 Beyin Özürlü mağdur kalmayacak, ben de Böbreklerimi Kaybetmeyecek, Hemodiyaliz ve Kalp Hastası olmayacak, %93 Engelli olmayacaktım.
Bu İftira ve sürgün dolayısıyla hayatım boyunca suçlandım. Memur affına rağmen hakkımdaki her işlemde bu iftiralara bakıldı ve ona göre işlem yapıldı. Ne görevden yükselme taleplerim nede Kurum değişikliği taleplerim yerine getirildi.
Bana ve tarafı olduğum İslam Dinine yakışmayan davranışlardan bulunan bu kişi kendisine verilen yetkiyi kötüye kullanarak beni ve ailemi mağdur etmiştir. Verdiği mağduriyetin bedelini de kendisini koruyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasa'nın 40. maddesi gereğince ödemelidir. Kendisine dönüp dönmeme de devletin sorumluluğundadır.
 
1-Akçaabat C.Başsavcılığının 2014/687 Soruşturma,2014/490 sayılı Kovuşturma Yapılmasına Yer Olmadığına dair 21.03.2014 tarihli Kararı
2-Rize Ağır Ceza Mahkemesi'nin 06.06..2014 tarihli 2014/960 saylılı Kararıyla  Kesin olarak Red edilmiş ve bu karar bana 30.06.2014 tarihinde posta yolu ile tebliğ edilmiştir.
V- SONUÇ TALEPLERİ
1-Yalan ve İftira ile Sürgün edildiğim, aşağılama ve Manevi İşkenceye tabi tutulduğum,   Kamu gücü kullanılarak Adil Yargılama ve Soruşturma yapılmadığından, uğradığım mağduriyetlerin, zayi ettiğim eşyalarımın, haksız suçlanmalarımın, Oğlumun, Benim ve Eşimin Hastalığının bedeli olarak; Müşterek suçlular İslahiye Müftüsü Ali Yazıcı ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez hakkında da Davalar devam ettiğinden ve onlara da ayrıca Tazminat talep edileceğinden;
100.000.-TL (Yüzbin Lira) Maddi,200.000.-TL(İkiyüzbin Lira) Manevi olmak üzere;Toplam: 300.000.-(Üç Yüzbin Lira) Maddi ve Manevi Tazminat ödenmesini;      
2-Emekli olmama rağmen Memuriyet dosyamdaki bu haksız ve  hukuksuzluk iftira ve yalan belgelerinin kaldırılarak tüm memnu haklarımın iade edilmesini ve bana iftira atan Ramazan Tekin'in İftiracı olarak tecziyesini;
Arz ve Talep ederim.
 
                                                                                                              07.07.2014
                                                                                                            Mustafa DEMİR
                                                                                                                Başvurucu