Diyanet'in Özerklik Talebi nedeniyle 2011 yılında Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a(şu an Cumhurbaşkanımız) yazdığım Açık Mektubu yeniden yayınlıyorum. Diyanette çalıştığım sürede yaşadığım problemlerde Ahlaksız Müftü ve Allahsız Kaymakamların işbirliği hep etkili olmuştur. Özellikle parasal ve soruşturma işlerinde çalıştığım için bana dürüstlükle zarar veremeyen bu atanmışlar hep arkamda yalan ve İftiralar ile zarar vermeye çalışmışlardır. Fakat benim dik duruşum ve kimseye boyun eğmeyişim bu girişimleri hep boşa çıkarmakla beraber sicilimin iftiralarla dolmasına neden olmuştur. AİHM kararı gereği bu gün bu iftiralar hep mahkemelik olsa da Kamudaki çürümüşlük nedeniyle soruşturma ve kovuşturmalara izin alınamamakta girişim yalan ve iftiralarla sonuçsuz kalmaktadır. Peygamberimiz SAV.: Her Peygamber bir şeyi ortadan kaldırmak için gelmiştir. Bende Yalanı ortadan kaldırmak için geldim. buyurmaktadırlar. Bir diğer Hadisi şeriflerinde ise .Yalan söyleyen benim ümmetim değildir. buyuruyorlar. Ama laik sistemimizde yalan söylemek sıradan bir olay ve bu Müslümanlar arasında çok yaygın. Ayrıca Müslümanlar dışındaki tüm Dini Topluluklar Din Adamlarını kendileri yetiştirerek seçmektedirler. Bizde ise atama yoluyla ve özellikle inançsız Vali ve Kaymakamlarla birlikte çalışmaya zorlanmakta ve Siyasetin bir parçası haline getirmekle birlikte sözde siyasetten ayrı olduğu ifade edilmektedir. İlk memuriyetim sırasında sadece din görevlisi olduğum için beni aşağılamak isteyen Vali'ye bile Kaymakamı kalaylamak zorunda kalmıştı. Onun için Diyanet'e Özerklik verilmesi Diyaneti bu İnançsızların tahakkümünde kurtaracağı gibi Din Adamlarının de kendisini çok iyi yetiştirmelerine ve sıkışınca benim davalarımda olduğu gibi Laik Kanunların arkasına ve memuriyet sultasına saklanmamış olacaklardır. Buda toplumuzda çok iyi bir etki yapacaktır. Diyanete olan güvende yeniden kazanılacaktır. Zira bu ülkede Camiler yıkılırken, satılırken ve ahır yapılırken de bir Diyanet ve aynı zamanda siyasi parti il başkanı olan Diyanet İşleri Başkanı vardı. 20.08.2015 Mustafa Demir Osmaniye
SAYIN BAŞBAKAN’A AÇIK MEKTUPTUR.
Sayın Başbakanım.
Diyanetten emekli bir memurum. Oğlum 06.08.2004
yılında geçirdiği trafik kazasında %75 sakat kaldı ve şu an başkasının bakımına
muhtaç, sağ tarafı felçli, yürüyemiyor
ve akli dengesi yok. Şu an 24 yaşında ve 1,90 boyunda. Size kazayı ve
kazadan sonra yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.
Sayın
Başbakanım.
Kaza Ankara
İli Bala İlçesi Bala Lisesi önünde kaldırımda 15 yaşında bir çocuğun arkadan
çarpmasıyla meydana gelmiştir. İlk anda suçu çarpanın babası üstlenmiş,
gözaltına alınmış ve hakkında rapor tutulup işlem yapılmıştır. Kazadan bir gün
sonra Emniyet Amirliğine Vekalet eden Başkomser bizzat evime gelip benim ve
oğlumun kimliklerini istemiş, alamayınca eşimin kimlik bilgilerini almıştır.
Gerçek rapor o gün kendisine verildiğinden karşı tarafın 8/8 suçlu olduğunu
söyleyip gitmiştir. Biz de Emniyete güvendiğimizden ve oğlumun durumunun çok
ağır olması nedeniyle resmi işlemlerle ilgilenmedik. 50 gün Özel Ankara Güven
Hastanesi Yoğun Bakım Servisinde yattıktan sonra durumu nedeniyle “koopere
kurulamadığı gerekçesiyle” hiçbir resmi Fizik Rehabilitasyon Hastanesi hastayı
kabul etmediğinden Özel İncek Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesine
kaldırıldı ve burada 7 ay sonra komada çıkarak
konuşmaya başladı ve bugünkü durumu ile 01.03.2006 tarihinde taburcu
edildi. Sara ve ağır Nörolojik ilaçlar kullanıyor. Zaman zaman Ambulansla
hastaneye kaldırmak zorunda kalıyoruz. Tedavi ve bakımına evden devam ediliyor.
Mahkeme kararı ile Velayetini üzerime aldım.
Sayın Başbakanım.
Bala’ya dönerek resmi evrakları aldığımda da şok
oldum. Resmi evraklarda oğlum kaldırımda değil, yol ortasında gösteriliyor ve
oğlum 6/8 suçlu gözüküyordu. Resmi işlemleri başlattım. Başkomiser hemen emekli
olu kaçtı ve bir türlü mahkemeye çıkartılamadı. Savcı bey bir uzman Çavuşu “Bilirkişi” olarak atadı ve değiştirilmesine göz yumduğu raporu
onaylatarak resmileştirdi. Ama daha sonra keşfe katılan bir uzman benim ailemin
kim olduğunu öğrenince hemen raporu düzenleyenle birlikte kendilerine rüşvet
veren Kuyumcu’nun dükkanına geldiler ve daha sonra konuşarak tüm rezaleti
ortaya çıkardı. Mahkememiz Ankara Çocuk Mahkemesinde başladığında ilk
mahkememiz öğle tatilinde görüldü. Polisler hakkındaki soruşturmamızda
kapatıldı. İkinci mahkememizde ancak taraf olabildim. İkinci Mahkemenin
akabinde istenen kati rapor üzerine Ankara Adliyesi Adli Tıp Kurumuna gittim ve
doktorun taraflı tutumu nedeniyle bizim hukuk mücadelemiz başladı. Bu sırada
Ankara Çocuk Mahkemesinde davamız Bala Asliye Ceza Mahkemesine döndü. Bala’yada yeni bir Savcı gelerek bizimle
hasım olan Kuyumcuya kiracı oldu.
Mahkememiz başladığında da görevli Savcı olarak mahkememizi tam bir
maskaralığa dönüştürdü. 04.03.2007 tarihli duruşmamızda bizzat Hakim Beyle
tartıştıktan sonra 07.03.2007 tarihinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna ve
Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığına birer dilekçe yazarak şikayette
bulundum. Başbakanlık on beş gün sonra
“Adaletin bağımsızlığını” gerekçe göstererek dilekçemi iade etti. Adalet
Bakanlığına başvurmam gerektiği belirtiliyordu. Bende gelen dilekçemin
başlığını Adalet Bakanlığı olarak düzeltip Adalet Bakanlığına gönderdim.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı dilekçemi işleme koydu
ve soruşturma başlattı. Bende şikayeti bahane ederek tayinimi Ankara Bala’dan
Osmaniye Kadirli’ye aldırarak Ankara’dan ayrıldım. Ben ayrıldıktan sonra
Bala’daki kaza mahkememiz oğlumun 6/8 suçlu bulunması ile sonuçlandı.
Sayın Başbakanım.
Osmaniye-Kadirli’ye geldikten sonra Savcı Beyin
soruşturmasının neticesini aldım. Hiçbir suç unsuru bulamıyor ve raporunu
“Oğlunun durumunu kabullenemiyor” diye verdiğini öğrendim. Bilgi edinme kanunu
gereğince Adalet Bakanlığı’ndan soruşturma dosyasını aldım. Dosyada bazı
evrakların kaybedildiğini veya gizlendiğini, bazı sahte evrakların olduğunu gördüm.
Yasal hakkımı kullanarak Adalet Bakanlığına dava açtım. Dava Kabul edilmesine
rağmen Bakanlığınızca “Soruşturma İzni” verilmediği için aleyhime sonuçlamdı.
Polisler hakkında da şikayet dilekçesi verdim. Şikayet dilekçeme işlem
yapılmadığından Emniyet Genel Müdürlüğü adına da dava açtım. Mahkeme Emniyeti
hasımlıktan çıkararak yerine Ankara Valiliği’ni hasım kabul ederek davayı da
kabul etti. Bu dava şu anda devam ediyor.
Sayın Başbakanım.
Davalar
tam bir komediye dönüştü ve yedi yıldır bitmiyor. Dosyalarda sahte evraklar,
kaybolan raporlar ve tanık ifadeleri, tüm ısrarlarımıza rağmen çağrılmayan
bilirkişi ve tanıklar ne ararsanız mevcut. Öyleki kaza yapan taraf rüşvet
verdiğini inkar edemiyor, karşımızda çekildi. Polisler bir türlü mahkemeye çıkartılamıyor.Trafik
Polisi Rüşveti inkar etmeyip kendisine birşy olmayacağını iddia ediyor. Ona
göre Savcı ve Mahkeme kendisini korurmuş.Karakol Pazar günü yazı yazıyor ve
Savcıya imza ile teslim ediyor, ifadelerinde ise Pazar günü Savcının
gelmediğini idda ediyorlar. Ne hikmetse her iki evrakta mahkemelerde doğru
kabul ediliyor. Mahkemede yalan söylediği ispat edilen tanık’ın yalan ifadesine
göre karar veriliyor.
Sayın Başbakanım.
Kazanın
bir de maddi boyutu vardır. İki yıla yakın özel hastanelerde kaldım ve yasal
olarak tedavi masraflarının yarısı tarafımdan ödendi. Buda yüklu bir masraf
demektir. Bu masrafı karşılayabilmekte zorlandım ve bende çalıştığım yer
Diyanet Vakfı Şubesine yardım için başvurdum.(Bende Muhasip Uye idim.) Dilekçem
Diyanet Vakfı Genel Merkezine gönderildi. Önce yardım etmek istemediler.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün yazısı var dediler. Ama bir daire başkanının kızı
için yüklü bir mitar yardım yapıldığının, bu kişinin masrafı Diyanet Vakfına
ödetip daha sonra masraflarını devletten aldığının ortaya çıkması üzerine
yapılan şikayette kendisine dava açılmasını sebep gösterdiler. Ama bu kişiye
yardım kampanyası başlatıp dava konusu parayıda yardımla ödemeleri üzerine bana
da yardım sözü vermek zorunda kaldılar. Ama yardımı son anda “Emsal teşkil
eder” gerekçesiyle reddettiler. Bende o zamanki Başkan’a bizzat mektup yazarak
“Hastamı ziyaret etmiyorsunuz bari yardımı yapın. Emsal teşkil etsin,
personelinize yardım sizin görevinizdir” mahiyetinde bir mektup yazdım ama
cevap alamadım. Daha sonra Diyanet Vakfı Genel Merkezinde Şubece yardım
yapılmasına dair bir yazı aldım. Ve 2006 yılı Ekim ayında cüzi bir yardım
aldım. 2007 yılı Mayıs ayında İlçeden naklen ayrılırken Haziran 2007 ayı ayında
mahkemememiz biteceği için benden yardım olarak hazırladığı yardım senetlerini
imzalamamı istedi. Ben İlçe merkez Camiini yardım senetleri ile yaptığımdan
yardım kanunlarını çok iyi bildiğim için imzaladım. Çünkü: Borçlar Kanunu’na
göre herhangir şeyin karşılığı olmayan senetlerin hükmü yoktur. Yardımlar da karşılıksızdır.
Vakıflar Kanununa göre de; Vakıflar ve Şubeleri “BORÇ” veremezler ve alamazlar.
Ancak yardım verirler ve alırlar. Yardımlarda zorla tahsil edilemezler. Mahkeme
bitmezse ödemeyeceğimide açıkça da söyledim. Senetlerini imzaladığım İlçe
Müftüsü de bunu inkar etmiyor.
Sayın Başbakanım.
Haziran ayında Mahkememiz reddedildi. Bende ödemeyi
durdurdum. Yargıtay da bu ret kararını bozdu.
Mahkememiz de uzadı, bu gün bile bitmiş değil. Bala’dan ayrıldıktan ve
Mahkememiz reddedildikten sonra çok zor duruma düştüm. Diyanet Yöneticileri
sözlerini tutmayarak teminat yazısı almalarına rağmen söz verdikleri 20.000.-
TL (2004 yılında bu günkü parayla YİRMİBİN TL)
yardımı yapmamaları nedeniyle temerrüte düştüm ve evimi satmama rağmen
borçlarımı ödeyemedim. Aldığım Krediler ve Kredi kartlarım icralık oldu. Bu sıkındı içinde Mahkeme
dosyasını aldığımda tam bir rezaletle karşılaştım ve yukarıda belirttiğim
davaları bu sıkıntılar içerisinde açtım. Diyanet’te yasal yetkisi olmadığı
halde bana soruşturma açtı. Vakıf Şubesinin yaptığı yardımı keyfi ve ahlaksızca “BORÇ” addedip enzor
zamanımda geri istedi ve beni icraya verdi. Bende karşı dava açmama rağmen
yardım yazısı Mahkemece istenmeyerek isteğimi reddetti. Bankalar bile onca
alacaklarına rağmen emekli ikramiyeme dokunmazken Diyenet Emekli ikramiyeme el
koydurdu. Mahkeme kararını usulen temyiz edip ısrarla yardım yazısını isteyince
hastanede yattığım sırada icranın dondurulduğu mesajını aldım ama daha sonra
dondurulma kararına uyulmayarak bu paranın ödendiğini öğrendim. Başbakanlık
BİMER’e e-mail gönderdim ve artık bu konunun kaza davası ile birlikte İnsan
Hakları Mahkemesi’ne iletileceğini belirttim. Oğlumun Diş alacağı da Mahkemeye
intikal etti ve rezaletle sonuçlandı. Şu an dosya nerede bilemiyorum.
Sayın Başbanaknım.
Memuriyet hayatımda çeşitli olaylarla karşılaştım.
Bunları Diyanet Teşkilatındaki keyfilik, ahlaksızlık ve Medeni kanunların
arkasına saklanmak olarak izah edebilirim. 1991 yılında yalan söyleyen ilçe
müftüsüne sadece “Yalan Söylüyorsun” dediğim için Çelik Kasada bulunan 6 kişinin maaşını yemekle suçlandım ve açığa
alındım. Ailemin kasadaki parayı ödemesi üzerine görevime döndüm ve sürgün
edildim. 2000 yılında Mekke de Hac görevinde karşılaştığımda ise Hacıların
Kurban parasını yiyen bir “Din Adamı?” olarak karşıma çıktı. Bu olayda orgize
olduklarını biliyorum ve şu anki Başkan’ında bundan habersiz olduğuna
inanmıyorum.
O zaman sürgün edildiğim Çatalzeytin’de Bala ya döndüm
ve uzun zaman Bala’da kaldım. Bala merkez Camiinin yapılmasında Musasip olarak
görev yaptım. Cami büyük oranda senetlerle yapıldığı halde böyle bir rezalet
yaşanmadı. 2000 yılında atanan Müftü her türlü ahlaksız duruma imza attı. Karşı
çıkınca bana “Sen yetkili değilsin” diyordu. Öyleki Çelik kasadaki bana ait makbuz koçanını bana muhalif olan
Belediye Başkanına verecek kadar alçakça davrandı. Bende öğrenince dayanamadım
ve kendisine “Belediye Başkanı benim amirim değil, git tayinimi çıkart” demek
zorunda kaldım. Susup ahlaksızca sicilimle oynadı. Belediye Başkanına verdiği
makbuzların aslını yerine koyup işime devam ettim. Kendiside kendine yalakalık
yapan memuru torpille Şef yapıp Diyanete Din İşleri Yüksek Kuruluna gitti.
Diyanet adına fetva vermekle meşgul. Kaza zamanında Savcının ve polislerin
rüşvet yemesinde bu Müftü ve torpilli Şef’inin etkisinin büyük olduğunu inkar
edemem. Kendisi Vakıf Şubesini Belediye Başkanına peşkeş çekerken karşı çıktığım için beni suçlaması en hafif
tabirle Ahlaksızlıktır. Kendisinden önce herşey bir düzen içerininde Makbuzsuz
ve kayıtsız hiçbir şey yapılmazken kendisi zamanında “iş başkasına fatura
başkasında” şeklinde yapılmıştır. Buna en iyi örnek te benim M2 si 800.-Tl ye
KDV dahil verdiğim Cami iç sıvası anlaşması iptal edilerek Belediye Başkanının
adamna M2 si 2500 TL +KDV şeklinde
verilmiş, adam da birasını içerek Camiyi sıvamış ve bira şişelerini
Cami’de temizlemek halen görevli olan cami İmami’na düşmüştü.
Sayın Başbakanım.
Adalet Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü kendi
personelini korumak için elinden geleni yaparkan Diyanet İşleri Başkanlığı
yöneticilerinin suç uydurup bana ceza vermeleri nasıl bir insanlıktır.
Diyanet’in keyfi borçlanan kişilere bile vermemesi gerektiği cezayı bana vermiş
olduğunun benim açımdan hiçbir değeri yoktur. Diyanet İşleri Başkanı herşeyden
önce insan olsaydı bana uydurma ceza yerine bir “Geçmiş Olsun” dileğinde
bulunması gerekirdi. Hastamı ziyaret etmesi veya ettirmesi gerekirdi. Bu
insanlık gereğidir. Benim kaldığım hastahane 200 yataklı olduğu için her
kurumdan hasta bulunuyordu. Başta Emniyet, Merkez Bankası ve Botaş hastaları
olmak üzere ağır hastası olupta ziyaretine gelmeyen Kurum Yöneticileri olmadı.
Hem ziyaretine geldiler, hemde hastanın tüm masraflarını kendi Vakıflarınca
ödediler. Benimde Kürsüye çıkıp fetva veren amirlerim ise bırakın yardımı
ziyareti, zorlukla alınan cüzi yardımı üç yıl sonra borç ilan edip icra yoluyla
geri aldılar. Bu nedenle rüşvet yiyen
Savcı Hakim ve Emniyet mensuplarına söyleyecek bir söz bulamıyorum. Çünkü
Diyanet yetkilieri onlardan daha ahlaksız çıktı. Ne Dini ne de Medeni kanuna
saygıları var.
Sayın Başbakanım.
Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde Diyanet İşleri
Başkanlığını “ÖZERK” bir Kurum haline getirmeniz en azından onların Medeni
Kanunlar arkasına saklanmalarını önleyecektir. Batıda Kiliselerin olduğu
gibi İslam’ında kendi kanunları
çerçevesinde görev yapmaları bu Kurumu daha değerli hale getirecektir. Halk
nezdinde de saygınlık kazanmaları sağlanacaktır. Çünkü o zaman Diyanet
yöneticileri “ATANMA” ile değil liyakatlarına göre “SEÇİMLE” iş başına
geleceklerdir.
Kusura bakmayın Başbakanım ama benim bu konuları
“İnsan Hakları Mahkemesine” taşımaktan başka çarem yoktur. Kimsenin beni
paramla rezil etmeye de hakkı yoktur. Evimi satmama, Emekli İkramiyemi
dağıtmama rağmen hala borçtan kurtulabilmiş değilim. Savcı Hakim ve Polisin
rüşvet yemesi ve Diyanet Yöneticilerinin ahlaksız oluşu beni sıkıntıya
koymuştur. Bu nedenle ben Diyaliz Hastası oldum. Eşim Kalp amliyatı geçirdi.
Oğlum mağdur. Üç çocuğümda Üniversite öğrencisi. Buna rağmen Allah’a Şükürler
olsun ayaktayız. Ne gerekiyorsa da yapacağız.
Sayın
Başbabakanım.
Kazadan sonra yaklaşık yedi yıl
geçti. Artık oğlumun tedaviyle yürüyebilse de akli dengesinin düzelebileceğine
inanmıyorum. Özel Hastanelerde geçen iki yılımın ardından maddi ve manevi
olarak tükendim. Şu an emekli devlet memuruyum. Tedavi için evimi sattığımdan
Kirada oturuyorum. Kaza zamanı “RÜŞVETLE” oğlumun evraklarını değiştiren ve
değiştirilmesine göz yuman kamu görevlileri bu gün daha üst görevdeler.
Mahkemelerden de herhangi bir beklentim yok. Dosyaları “İnsan Hakları
Mahkemesi”ne taşıyabilmek için ancak “Hukuk Tamamlama” mücadelesi yapıyorum. Bu
konuda da bir kitap yazmaya çalışıyorum. Mahkeme bitiminden sonra da
yayınlayacağım. Bu açık mektupta kitabımda yer alacaktır. Her şey neticede
insan unsuruna dayanmaktadır. İnsanlarımızın düzelmediği, iyilerin kötülere
karşı üstün olmadığı sürece de bu durumların devam edeceğine inanıyorum.
Saygılarımla
arz ederim.
24.06.2011
Mustafa DEMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder