18 Ocak 2014 Cumartesi

SENİ ONUN İÇİN OKUTMADIM


              Kadirli’ye tayinimi çıkartınca onayın bir suretini faksla alıp Cuma günü Kadirli’ye telefon ettim. Telefonda Şef Ali Bey’le görüştüm. Tayinimin Kadirli’ye çıktığını, Müftü Bey’e haber vermesini söyledim.

            Cuma akşamı Ankara’dan Osmaniye’ye geldim. Hafta sonu Ziya Ağabeyime misafir oldum. Pazartesi günü kardeşim Hasan’ı da alarak Osmaniye İl Müftülüğü’ne geldik. İl Müftülüğü’nde Şef’le konuşurken İl Müftüsü geldi.  Şef beni yeni Kadirli Memuru olarak tanıttı. Müftü Bey:

            -Tayin onayın var mı? Diye sordu. Ben de:

            -Sureti yanımda, arabada çantamda dedim.

            Müftü Bey:

            -İyi oldu. Hayırlı olsun. Oranında Mahkeme tantanası bitti. Dedi.

Bir süre sohbet ettikten sonra İl Müftüsü ayrıldı. Şef Mahkemede bahsedince de ben:

-Müktesep hakkı varmı? Tayini yapılıp görevine atandı, görevine başladı mı? Diye sorunca Şef :

-Tayinini biz yukarı göndermedik, Mahkemenin bitmesini bekledik. Dedi.

Ben de:

-Bu iş bitmiştir. Eğer müktesep hakkı olsaydı görevine iade edilebilirdi. Diyanet benim tayinimi bildirince bu dava düşer!. Dedim. Şef pek memnun olmadı.

Bir süre daha İl Müftülüğü’de oturup eski arkadaşlarla sohbet ettikten sonra Kadirli’ye doğru yola çıktık. Yolda Hasan’ın bir İmam arkadaşını da alarak Kadirli Müftülüğü’ne vardık. Önce doğru Müftü Bey’in odasına girdik. Büyük Ağabeyim önde ben en arkada Müftü beyle tanışıp tokalaşırken ben:

-Ankara-Bala Müftülük Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni, yeni Kadirli Müftülük Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni., diyerek kendimi tanıtınca Müftü Bey dondu kaldı.

Meğer Şef kendisine hiçbirşey söylememiş, benim telefonla bildirdiğim tayinimin çıktığını kendisine bildirmemiş. O da sınavı kazandırıp memur olarak atayacağı İmamı Mutemet olarak çalıştırıyormuş. Biz de girişte Müftü Bey’i O’na sormuşuz, bizi Müftünün odasına o yönlendirmişti.

Müftü Bey şaşkınlığında bizimle pek koşmadı. Biz bir çay içip Şef’in odasına geçince hemen o İmamı yanına çağırdı. Ben Şef Ali Bey’e:

-Sana haber vermiştim, niye söylemedin? Diye sordum. Bana:

-Bura bildiğin gibi değil, sonra konuşuruz! diye konuyu geçiştirdi. Bir süre sohbet ettikten sonra Kadirli’den ev aramaya başladık. Bir süre aradık, ama bulamadık. Tanıdıklara haber bırakıp ayrıldık. Yolda Hasan’ın arkadaşının evine misafir olduk. Ben arkadaşın yeni almış olduğu DSL kablolu internet hattını kurdum.

 Tekrar Bala’ya döndüm. Maaşı müteakip görevimden ayrıldım. Kadirli’den ev bulamadığım için evimin eşyalarını Osmaniye’de babamın evine ve abimin evinin altına doldurduk. Babamın ev küçük olduğundan eşyaları açmadan yirmi gün kadar oturduk.

Kadirli’de göreve başlayınca Müftülüğün arkasında bulunan Merkez Cami Lojmanının boş olduğunu öğrendim. Lojmanın Vakıflar Genel Müüdürlüğüne ait olduğunu öğrendim. Memnun oldum. Tam benim istediğim gibi idi. Oğlum özürlü olduğundan müstakil ev arıyordum. Bağırıp çağırdığında kimse rahatsız olmasın istiyordum.  Burası yakınında bir evden başka yerleşim yeri olmayan Kadirli’nin merkezinde önü cami, yanları işyeri olan bir lojmandı. Ben ev aramaya geldiğimde bana söylememişlerdi. Aslında tepeden geldiğim için de pek memnun olmamışlardı. Bu yüzden burayı bana bildirmemişlerdi.

Müftülüğe dönüp Adana Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne ibraz edilmek üzere bir görev belgesi düzenledim. Müftü Bey imzalamadı. Bende Vakıflar Bölge Müdürlüğü kısmını çıkartarak “İlgili Makama” ibareli bir görev belgesi hazırladım. Bu defa imzaladı. Bana:

-Vakıflar burayı sana vermez! Diye de ekledi.

Benim kendisiyle çekişecek zamanım yoktu. Bir gün izin alıp Adana Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne gittim.  Kiralama işine bakan Müdür Yardımcısına yönlendirdiler. Müdür Yardımcısı benim eski okul arkadaşlarından çıkınca işim daha da kolaylaştı. Meğer Müftü Bey bu arkadaşa daha önce bir hakarette bulunmuş ve tazminata mahkum olmuş. Ben gelmeden Müftü Bey telefonla Lojmanın bana verilmemesini istemiş.  Müftü Bey’in itirazına rağmen lojmanı bana kiraladı. Müftü Bey’e de bir selam saldı.

Göreve başladıktan iki hafta sonra evi lojmana taşıdık. Eğer insanlık edip ilk başta söyleselerdi, bana iki iş olmazdı. Evi Ankara’dan doğru Kadirli’ye getirirdik.

 

SİZİ ONUN İÇİN OKUTMADIM

 

Kadirli’de göreve başlayıp evi getirince Babam ziyaretime geldi. Birkaç gün kaldı. Yeni geldiğim için de misafirim pek eksik olmuyordu. Aslında benim Bala’da ayrılışım çocuklarımı oradan kaçırmaktı. Artık tüm pislikler ortaya çıkmıştı. Kaza’nın üçüncü günü Kuyumcu Abdulkadir’in  rüşvetle evrakları değiştittirdiği öğrenilmiş, Adli Tıp iki defa dosyayı aleyhimize onaylamıştı. İlk onay bizden gizlenmiş olsa da Adli Tıp’ın evrakı geçerliydi. Birinci sınıf Hakim yeğenim bile bunun artık geri çevrilmesinin zor olduğunu söylüyordu. Emniyet Amir Vekili Ali Mülayim emekli olmuştu.  Şerefsiz adam Kadirli’li idi. Bende Kadirli’ye gelmiştim. İlk işim Ali Mülayim’i ve ailesini araştırmak oldu. İki kardeşi daha vardı. Biri Nüfus Müdürlüğünmden emekli, diğeri Kadirli Belediyesinde emekli. Adamlar tam bir rüşvet abidesi çıktılar. Para için annelerini satan cinsinden. Niyetim Ali Mülayim veya Kuyumcu Abdulkadir’i halletmekti.

Durumu babama anlatıp:

-Baba, sizin 42-43’ de (1942’de Dedem bıçaklanınca yaptıklarını kasdederek) yaptıklarınızı yaparım.  Dedim. Babam ağlamaya başladı. Bana :

-Oğlum! Ben sizi onun için okutmadım!. Dedi. Ve ekledi:

-Benim babam ölmüştü, senin oğlun ölmedi...

Dedemin olayına gelince:

Yörenin ağasının torunu olan Dedem’in yolda soyulmak için önü kesilmiş, silahlı olduğu için çatışma olmuş. Dedem tek, onlar yedi-sekiz kişi olunca bir-iki kişi arkadan dolanıp etkisiz hale getirilmiş. Tanınınca da arkalı adam bizi sağ komaz diyerek kalbine bıçak atmışlar, bayılınca da öldü diye bırakmışlar. Üzerinde altın kösteki saati bulunan dedemin üzerindekiler ile birlikte saatini de almışlar. Saati alan adam gece Bahçe’de yeğenlerinin işlettiği Han’a gelince saat tanınmış. Dedemin başına bir iş geldiği düşünülerek gece atlı çıkartılmış. Sabaha karşı Dedem baygın bir vaziyette bulunmuş. Ayakınca da kendisine saldıranlardan ikisini tarif etmiş. Dört kardeş olan babam ve amcalarım yanlarına çağdaşları iki amcaoğlunu da alarak Gavurdağında ne kadar savaş kaçkını eşkıya varsa darmadağın etmişler. O iki adamı bulup diğerlerini de tesbit etmişler. Diklenenleri de halletmişler.1942-1943 yılları “İkinci Dünya” savaşı yılları olduğundan asayiş pek sağlanamıyor, Asker kaçakları dağlara çıkıyormuş. Dedeme saldıranlarda bu asker kaçakları imiş. Devletin yapması gerekenleri babam ve amcalarım yapmışlar. Bu yüzden Babam:

-“Benim oğullarım Hoca olacak, bu işlere bulaşmayacak” sözü vermiş. Dedem öldüğü zaman Köyün ağası, Muhtarı ve Hacası imiş. 1942-1943 yılları aynı zamanda “Kıtlık” yılları olduğundan yörenin en varlıklı ailesi olduğu için de kimse kendilerine karşı çıkamamış. Ama hiçbir zaman bunu itiraf etmediler. Bu sadece dışarıda anlatılanlardı. Babama buları anlatınca susar, bazan da “Yalan” diye geçiştirdi. Bir defasında da: Dedemin saatini alan adamın peşinde üç gün içinde Malatya’ya kadar gittiklerini, adamı bulduklarını ama saati bulamadıklarını anlatmıştı. Bazan da kıtlık zamanında yaptıkları yardımlardan bahsederdi. “Biz fazla kıtlık görmedik” derdi.

Annem de bu konuda konuşmadı. Abdurrahman Amcamın Ali Amcam ve Babamla olan sürtüşmelerini anlatır. Babamın Abdurrahman Amcamın şikayeti nedeniyle hapis yatmasını anlatırdı. Babamın da Abdurrahman Amcamı tehdit etmesinde bahsederdi.

-Sonra da birbirlerine düştüler! Demekle yetinirdi.

Babam ve amcalarım birbirlerine düştüklerinde köyün ileri gelenlerinden Şefre Mustafa:

-Onlara karışmayın!. Onları barıştırırsanız bu defa bize yönelirler, biz onlarla başa çıkamayız! Diye bizimkilerin barıştırılmasına karşı çıktığı anlatılır...

Kıtlık yıllarını da anlatırken de: “Kapımıza oturup ekmek almadan gitmeyenler şimdi bizi beğenmiyor.” Diye bahsederdi.

Ali Amcama da bunu sorduğumda :

Kürelerinin olduğunu (Demirci dükkanı), kazma, kürek, balta,  orak, kalıç ve saban aletleri yaptıklarını ama bu işi devamlı ve para kazanmak amacıyla yapmadıklarını söylerdi :

-Oğlum! Biz para için çalışmadık. Biz adam için çalıştık. Şimdi ise adam ettiğimiz adamlar bizi beğenmiyorlar! Diye anlatırdı. Abdurrahman Amcamla olan kavgalarında hiç bahsettiremedim. Hep Muhtarlık dönemini anlatırdı.

 Siz her ne kadar insan olsanız da pislikler gelip sizi buluyordu. Kaldırımda olan kaza, yapılan pislikler nedeniyle yol ortasına çekilmişti. Bilirkişi onarak tayin edilen Çanakkale’li Uzman Polis’ten daha kötü bir rapor hazırlamış ve Mahkemeye vermişti. Ama yanında bulunan İslahiye’li Uzman’ın babasına, dedemin kim olduğunu söyleyince korkudan kekelemeye başlamış, oğlu da aradan bir saat geçmeden raporu hazırlayan uzmanıda alarak Kuyumcunun dükkanına gelmişlerdi. Ben de bu durumu tahmin ederek bindiğim arabadan inerek Kuyumcunun karşışında, ikinci katta bulunan saatçi İbrahim Hoca’nın yanına gelerek kuyumcuyu gözlemeye başlamıştım. Uzmanlar Kuyumcuya gelince de:

-Bu iş bitti..

demiştim. Bende arkalarında kuyumcunun yakınında bulunan Eczaneye gelince o an eczanede bulunan Doktor Salih Bey :

-Seninkiler geldi! Diye takılmış, bende:

-Benim kim olduğumu öğrendiler! Deyince Salih Bey:

-Senin deden Ağa mı? Diye takıldı. Bende :

-Gavurdağında en büyük Ağa’nın  torunu. Deyince Bana:

-Yalan söyleme! Diye takıldı. Bende o an Kuyumcunun kapısı önünde duran İslahiyeli Uzman Çavuşu göstererek:

-O’nun babasına dedemin kim olduğunu söyledim. Onlar  onu konuşmaya geldiler dedim.. Bir süre daha sohbet ettikten sonra Uzmanlar Kuyumcudan ayrıldı, bende eczaneden ayrılıp Ankara’ya gittim.

Ben ayrıldak bir süre sonra Alay Komutanı Mesut Bey Doktor’un yanına gelir. Artık Eczaneye mi geldi, yoksa muayenehanesine mi bilmiyorum. Saliy Bey olanları anlatır. Mesut Bey Alay’a dönünce uzmanları çağırır. Bir güzel konuşturur. Onlar konuşunca Polislerde konuşur. Tüm pislikler ortaya çıkar. Ama mahkemeye bunu bir türlü kabul ettiremiyoruz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder