Kadirli’ye tayinimi çıkartınca
onayın bir suretini faksla alıp Cuma günü Kadirli’ye telefon ettim. Telefonda
Şef Ali Bey’le görüştüm. Tayinimin Kadirli’ye çıktığını, Müftü Bey’e haber
vermesini söyledim.
Cuma
akşamı Ankara’dan Osmaniye’ye geldim. Hafta sonu Ziya Ağabeyime misafir oldum.
Pazartesi günü kardeşim Hasan’ı da alarak Osmaniye İl Müftülüğü’ne geldik. İl
Müftülüğü’nde Şef’le konuşurken İl Müftüsü geldi. Şef beni yeni Kadirli Memuru olarak tanıttı. Müftü Bey:
-Sureti
yanımda, arabada çantamda dedim.
Müftü
Bey:
-İyi
oldu. Hayırlı olsun. Oranında Mahkeme tantanası bitti. Dedi.
Bir süre
sohbet ettikten sonra İl Müftüsü ayrıldı. Şef Mahkemede bahsedince de ben:
-Müktesep
hakkı varmı? Tayini yapılıp görevine atandı, görevine başladı mı? Diye sorunca
Şef :
-Tayinini biz
yukarı göndermedik, Mahkemenin bitmesini bekledik. Dedi.
Ben de:
-Bu iş
bitmiştir. Eğer müktesep hakkı olsaydı görevine iade edilebilirdi. Diyanet
benim tayinimi bildirince bu dava düşer!. Dedim. Şef pek memnun olmadı.
Bir süre daha
İl Müftülüğü’de oturup eski arkadaşlarla sohbet ettikten sonra Kadirli’ye doğru
yola çıktık. Yolda Hasan’ın bir İmam arkadaşını da alarak Kadirli Müftülüğü’ne
vardık. Önce doğru Müftü Bey’in odasına girdik. Büyük Ağabeyim önde ben en
arkada Müftü beyle tanışıp tokalaşırken ben:
-Ankara-Bala
Müftülük Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni, yeni Kadirli Müftülük Veri
Hazırlama ve Kontrol İşletmeni., diyerek kendimi tanıtınca Müftü Bey dondu
kaldı.
Meğer Şef kendisine
hiçbirşey söylememiş, benim telefonla bildirdiğim tayinimin çıktığını kendisine
bildirmemiş. O da sınavı kazandırıp memur olarak atayacağı İmamı Mutemet olarak
çalıştırıyormuş. Biz de girişte Müftü Bey’i O’na sormuşuz, bizi Müftünün
odasına o yönlendirmişti.
Müftü Bey
şaşkınlığında bizimle pek koşmadı. Biz bir çay içip Şef’in odasına geçince
hemen o İmamı yanına çağırdı. Ben Şef Ali Bey’e:
-Sana haber
vermiştim, niye söylemedin? Diye sordum. Bana:
-Bura bildiğin
gibi değil, sonra konuşuruz! diye konuyu geçiştirdi. Bir süre sohbet ettikten
sonra Kadirli’den ev aramaya başladık. Bir süre aradık, ama bulamadık.
Tanıdıklara haber bırakıp ayrıldık. Yolda Hasan’ın arkadaşının evine misafir
olduk. Ben arkadaşın yeni almış olduğu DSL kablolu internet hattını kurdum.
Tekrar Bala’ya döndüm. Maaşı müteakip
görevimden ayrıldım. Kadirli’den ev bulamadığım için evimin eşyalarını
Osmaniye’de babamın evine ve abimin evinin altına doldurduk. Babamın ev küçük
olduğundan eşyaları açmadan yirmi gün kadar oturduk.
Kadirli’de
göreve başlayınca Müftülüğün arkasında bulunan Merkez Cami Lojmanının boş
olduğunu öğrendim. Lojmanın Vakıflar Genel Müüdürlüğüne ait olduğunu öğrendim.
Memnun oldum. Tam benim istediğim gibi idi. Oğlum özürlü olduğundan müstakil ev
arıyordum. Bağırıp çağırdığında kimse rahatsız olmasın istiyordum. Burası yakınında bir evden başka yerleşim
yeri olmayan Kadirli’nin merkezinde önü cami, yanları işyeri olan bir lojmandı.
Ben ev aramaya geldiğimde bana söylememişlerdi. Aslında tepeden geldiğim için
de pek memnun olmamışlardı. Bu yüzden burayı bana bildirmemişlerdi.
Müftülüğe
dönüp Adana Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne ibraz edilmek üzere bir görev belgesi
düzenledim. Müftü Bey imzalamadı. Bende Vakıflar Bölge Müdürlüğü kısmını
çıkartarak “İlgili Makama” ibareli bir görev belgesi hazırladım. Bu defa
imzaladı. Bana:
-Vakıflar
burayı sana vermez! Diye de ekledi.
Benim
kendisiyle çekişecek zamanım yoktu. Bir gün izin alıp Adana Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’ne gittim. Kiralama işine
bakan Müdür Yardımcısına yönlendirdiler. Müdür Yardımcısı benim eski okul
arkadaşlarından çıkınca işim daha da kolaylaştı. Meğer Müftü Bey bu arkadaşa
daha önce bir hakarette bulunmuş ve tazminata mahkum olmuş. Ben gelmeden Müftü
Bey telefonla Lojmanın bana verilmemesini istemiş. Müftü Bey’in itirazına rağmen lojmanı bana kiraladı. Müftü Bey’e
de bir selam saldı.
Göreve
başladıktan iki hafta sonra evi lojmana taşıdık. Eğer insanlık edip ilk başta
söyleselerdi, bana iki iş olmazdı. Evi Ankara’dan doğru Kadirli’ye getirirdik.

SİZİ ONUN İÇİN
OKUTMADIM
Kadirli’de
göreve başlayıp evi getirince Babam ziyaretime geldi. Birkaç gün kaldı. Yeni
geldiğim için de misafirim pek eksik olmuyordu. Aslında benim Bala’da ayrılışım
çocuklarımı oradan kaçırmaktı. Artık tüm pislikler ortaya çıkmıştı. Kaza’nın üçüncü
günü Kuyumcu Abdulkadir’in rüşvetle
evrakları değiştittirdiği öğrenilmiş, Adli Tıp iki defa dosyayı aleyhimize
onaylamıştı. İlk onay bizden gizlenmiş olsa da Adli Tıp’ın evrakı geçerliydi.
Birinci sınıf Hakim yeğenim bile bunun artık geri çevrilmesinin zor olduğunu
söylüyordu. Emniyet Amir Vekili Ali Mülayim emekli olmuştu. Şerefsiz adam Kadirli’li idi. Bende
Kadirli’ye gelmiştim. İlk işim Ali Mülayim’i ve ailesini araştırmak oldu. İki
kardeşi daha vardı. Biri Nüfus Müdürlüğünmden emekli, diğeri Kadirli
Belediyesinde emekli. Adamlar tam bir rüşvet abidesi çıktılar. Para için
annelerini satan cinsinden. Niyetim Ali Mülayim veya Kuyumcu Abdulkadir’i
halletmekti.
Durumu babama
anlatıp:
-Baba, sizin
42-43’ de (1942’de Dedem bıçaklanınca yaptıklarını kasdederek) yaptıklarınızı
yaparım. Dedim. Babam ağlamaya başladı.
Bana :
-Oğlum! Ben
sizi onun için okutmadım!. Dedi. Ve ekledi:
-Benim babam
ölmüştü, senin oğlun ölmedi...
Dedemin
olayına gelince:
Yörenin
ağasının torunu olan Dedem’in yolda soyulmak için önü kesilmiş, silahlı olduğu
için çatışma olmuş. Dedem tek, onlar yedi-sekiz kişi olunca bir-iki kişi
arkadan dolanıp etkisiz hale getirilmiş. Tanınınca da arkalı adam bizi sağ
komaz diyerek kalbine bıçak atmışlar, bayılınca da öldü diye bırakmışlar. Üzerinde
altın kösteki saati bulunan dedemin üzerindekiler ile birlikte saatini de
almışlar. Saati alan adam gece Bahçe’de yeğenlerinin işlettiği Han’a gelince
saat tanınmış. Dedemin başına bir iş geldiği düşünülerek gece atlı çıkartılmış.
Sabaha karşı Dedem baygın bir vaziyette bulunmuş. Ayakınca da kendisine
saldıranlardan ikisini tarif etmiş. Dört kardeş olan babam ve amcalarım
yanlarına çağdaşları iki amcaoğlunu da alarak Gavurdağında ne kadar savaş
kaçkını eşkıya varsa darmadağın etmişler. O iki adamı bulup diğerlerini de
tesbit etmişler. Diklenenleri de halletmişler.1942-1943 yılları “İkinci Dünya”
savaşı yılları olduğundan asayiş pek sağlanamıyor, Asker kaçakları dağlara
çıkıyormuş. Dedeme saldıranlarda bu asker kaçakları imiş. Devletin yapması
gerekenleri babam ve amcalarım yapmışlar. Bu yüzden Babam:
-“Benim
oğullarım Hoca olacak, bu işlere bulaşmayacak” sözü vermiş. Dedem öldüğü zaman
Köyün ağası, Muhtarı ve Hacası imiş. 1942-1943 yılları aynı zamanda “Kıtlık”
yılları olduğundan yörenin en varlıklı ailesi olduğu için de kimse kendilerine
karşı çıkamamış. Ama hiçbir zaman bunu itiraf etmediler. Bu sadece dışarıda
anlatılanlardı. Babama buları anlatınca susar, bazan da “Yalan” diye
geçiştirdi. Bir defasında da: Dedemin saatini alan adamın peşinde üç gün içinde
Malatya’ya kadar gittiklerini, adamı bulduklarını ama saati bulamadıklarını
anlatmıştı. Bazan da kıtlık zamanında yaptıkları yardımlardan bahsederdi. “Biz
fazla kıtlık görmedik” derdi.
Annem de bu
konuda konuşmadı. Abdurrahman Amcamın Ali Amcam ve Babamla olan sürtüşmelerini
anlatır. Babamın Abdurrahman Amcamın şikayeti nedeniyle hapis yatmasını
anlatırdı. Babamın da Abdurrahman Amcamı tehdit etmesinde bahsederdi.
-Sonra da
birbirlerine düştüler! Demekle yetinirdi.
Babam ve
amcalarım birbirlerine düştüklerinde köyün ileri gelenlerinden Şefre Mustafa:
-Onlara
karışmayın!. Onları barıştırırsanız bu defa bize yönelirler, biz onlarla başa
çıkamayız! Diye bizimkilerin barıştırılmasına karşı çıktığı anlatılır...
Kıtlık
yıllarını da anlatırken de: “Kapımıza oturup ekmek almadan gitmeyenler şimdi
bizi beğenmiyor.” Diye bahsederdi.
Ali Amcama da
bunu sorduğumda :
Kürelerinin
olduğunu (Demirci dükkanı), kazma, kürek, balta, orak, kalıç ve saban aletleri yaptıklarını ama bu işi devamlı ve
para kazanmak amacıyla yapmadıklarını söylerdi :
-Oğlum! Biz
para için çalışmadık. Biz adam için çalıştık. Şimdi ise adam ettiğimiz adamlar
bizi beğenmiyorlar! Diye anlatırdı. Abdurrahman Amcamla olan kavgalarında hiç
bahsettiremedim. Hep Muhtarlık dönemini anlatırdı.
Siz her ne kadar insan olsanız da pislikler
gelip sizi buluyordu. Kaldırımda olan kaza, yapılan pislikler nedeniyle yol
ortasına çekilmişti. Bilirkişi onarak tayin edilen Çanakkale’li Uzman Polis’ten
daha kötü bir rapor hazırlamış ve Mahkemeye vermişti. Ama yanında bulunan
İslahiye’li Uzman’ın babasına, dedemin kim olduğunu söyleyince korkudan
kekelemeye başlamış, oğlu da aradan bir saat geçmeden raporu hazırlayan
uzmanıda alarak Kuyumcunun dükkanına gelmişlerdi. Ben de bu durumu tahmin
ederek bindiğim arabadan inerek Kuyumcunun karşışında, ikinci katta bulunan
saatçi İbrahim Hoca’nın yanına gelerek kuyumcuyu gözlemeye başlamıştım.
Uzmanlar Kuyumcuya gelince de:
-Bu iş bitti..
demiştim.
Bende arkalarında kuyumcunun yakınında bulunan Eczaneye gelince o an eczanede
bulunan Doktor Salih Bey :
-Seninkiler
geldi! Diye takılmış, bende:
-Benim kim
olduğumu öğrendiler! Deyince Salih Bey:
-Senin deden
Ağa mı? Diye takıldı. Bende :
-Gavurdağında
en büyük Ağa’nın torunu. Deyince Bana:
-Yalan
söyleme! Diye takıldı. Bende o an Kuyumcunun kapısı önünde duran İslahiyeli
Uzman Çavuşu göstererek:
-O’nun
babasına dedemin kim olduğunu söyledim. Onlar
onu konuşmaya geldiler dedim.. Bir süre daha sohbet ettikten sonra
Uzmanlar Kuyumcudan ayrıldı, bende eczaneden ayrılıp Ankara’ya gittim.
Ben ayrıldak
bir süre sonra Alay Komutanı Mesut Bey Doktor’un yanına gelir. Artık Eczaneye
mi geldi, yoksa muayenehanesine mi bilmiyorum. Saliy Bey olanları anlatır.
Mesut Bey Alay’a dönünce uzmanları çağırır. Bir güzel konuşturur. Onlar
konuşunca Polislerde konuşur. Tüm pislikler ortaya çıkar. Ama mahkemeye bunu
bir türlü kabul ettiremiyoruz.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder