Bu kitabı yazmaya karar vermemde
en büyük etken Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı taşra teşkilatında küçük bir
memur olarak çalışırken 1991 yılında gördüğüm bir rüya üzerine yaşadıklarım
etkili olmuştur. İslahiye’de Memur olarak çalışırken gördüğüm rüyadan sonra
yaşadıklarımın 20 yıllık acı bir deneyimimdir. Bu yazdıklarım bire bir
yaşadıklarımdır. Bu nedenle Kitabımın adını “Dib’te İşler Böyleydi.” koymayı
uygun gördüm.
Gördüğüm rüya
ile benim hayatım değişecekti. Nitekim değişti de. En sonunda Diyanet İşleri
Başkanı’na “Güveni Kötüye Kullanma” ve “Nitelikli Dolandırıcılık” Davası açtım.
Bu Kitabımda da memuriyetim süresince bizzat yaşadıklarımı anlatmaktayım.
Gördüğüm
rüyadan sonra rahatsızlanarak gittiğim Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi
Tıp Fakültesi Üroloji Doktoru beni muayene ettikten sonra “Bu hastalık ancak
kaza geçirenlerde oluşur.”Diye anlatmıştı. Tedaviye cevap vermeyince de
operasyon yapılmış, uzun süren bir tedaviden ve operasyonlardan sonra da
Diyaliz hastası olarak yaşamaya devam etmekteyim. Ben bunun manevi bir kaza
olduğunu Diyanet’in beni İcra(?)’ya vermesinden sonra böbreklerimi kaybedince
anlayacaktım.
İslahiye
Müftüsü Ali Yazıcı ile Nurdağı Müftülüğü’nde başlayan “Yalan söylüyorsun”
taştışması aslında Diyanet Yetkililerinin Kur’an-ı Kerim’in tarifiyle
“Hayvandan aşağı” kişiler olduğunu öğretecek zorlu ve zorunlu bir sürecin
başlangıcı olmuştur. Sıkıştıklarında medeni kanun rahatça Dini emirlerin yerine
ikame edilmektedir. En büyük yalancılar Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri
olmuştur. Buna en iyi örnekte benim yardım yazımı ve doyamı alarak böyle bir
dosya olmadığına dair bana resmi yazı verdirmeleridir.
3
Mart 1924 tarihinde 429 sayılı kanunla kurulan Diyanet İşleri Reisliği
(Başkanlığı) adını Cebelibereket (Osmaniye) Milletvekilinden almıştır. İlk
Diyanet İşleri Reisi (Başkanı) Rıfat Börekçi 5 Nisan 1924 tarihinde bu göreve
getirilmiştir. Aynı zamanda Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi) Ankara İl
başkanıdır. Öldüğü 1941 yılına kadar bu görevlerini sürdürmüştür.
3
Mart 1924 tarihinde aynı zamanda
Hilafet’te kaldırılmıştır. 1924 Anayasasının 2. maddesinde yer alan
“Türkiye Devletinin Dini İslam’dır” hükmü çıkatrılmıştır. Laikli ise Anayasa’ya
ancak 5 Şubat 1937 tarihinden girmiştir. Bu gün tarihçiler hariç hemen hemen
hiç kimse Türkiye Devletinin resmi dininin İslam olduğunu hatırlamadığı gibi
Laikliğin de Cumhuriyetin kuruluşunda kabul edilen temel ilkelerinden
sanmaktadır. Bu gün Cumhutiyetin temel ilkelerinden kabul edilen Laiklik
Fransa’dan alıntıdır. Dünyada Fransa ve Türkiye’den başka Laikliği benimseyen
ülke yoktur. Maalesef Türkiye de uzun süre Laikliği “Dinsizlik” olarak
yorumlamış ve uygulamıştır.
Laikliğin
Dinsizlik olarak uygulanmaya başlanması Diyanet Reisi Rıfat Börekçi zamanında
başlamış, bu gün bile hala sürmektedir. Din görevlileri siyasetten uzak durmalı
dense de, Diyanet İşleri Başkanlarını hep “Siyasetçiler” atamıştır. Diyanet
işleri Başkanları da siyasetçilerin isteklerine hep boyun eğen insanlardan
seçilmiştir. Bu nedenle halk nazarında fazla itibarları olamamış, olanlar da bu
makamda durmamışlardır.
Türkiye
Diyanet Vakfı 13 Mart 1975 tarihinde Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapan 903
Sayılı Yasa'ya göre kurulmuş bir özel hukuk tüzel kişisidir. Vakfa, 13.01.1978
tarih ve 16168 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 20.12.1977 tarihli ve 7/14433
sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile vergi muafiyeti tanınmıştır. Ayrıca, Vakfa;
2860 sayılı Yardım Toplama Kanununun 6 ncı maddesine göre, izin almadan yardım
toplayabilen kuruluşlardan sayılması 05.08.2005 tarih ve 25897 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanan 12.07.2005 tarihli ve 2005/9171 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı ile uygun görülmüştür. Kururcuları; Ahmet
UZUNOĞLU, Yakup ÜSTÜN, Dr. Lütfi DOĞAN, Dr. Tayyar ALTIKULAÇ’tır.
Kuruluş amacı: İslâm dininin gerçek hüviyeti ile
tanıtılmasında, toplumun din konusunda aydınlatılmasında Diyanet İşleri
Başkanlığı'na yardımcı ve destek olmak, gereken yerlerde cami yapıp donatmak,
fakir hastalar için tedavi kurumları açıp işletmek, zekat, fitre gibi Müslüman
vatandaşlarımız tarafından yapılacak yardımları şartlarına uygun olarak
toplumdaki ihtiyaç sahiplerine intikal ettirerek sosyal yardım ve hizmeti
geliştirmektir...
Kuruluşunda Diyanet İşleri Başkanlığı ve Müftülük
hizmetlerine yardımcı olmak amacıyla kurulan bu Vakıf, kısa zamanda Türkiye’nin
en zengin vakıfları arasına girmiş, düzgün çalıştığı yıllarda başarılı
çalışmalarda bulunulmuştur. Hatta; ülkenin kriz yıllarında bir Başbakan ülkeyi
krizden çıkarmak için “Diyanet Vakfını bana verin, yeter” diyebilmiştir. Şimdi
ise toplanan yardımlar Diyanet İşleri Başkanlığı yöneticilerinin, İl ve İlçe
Müftülerinin Örtülü ödeneğidir. Çoğunda da harcama başka, Fatura başkadır.
Vakıf Mütevelli Heyetleri ise birer imza atıcıdan başka bir şey değildir.
Ondan sonra siyaseten bir İlçe Müftüsü’nün Diyanet
İşleri Başkanı yapılmasının ardından, özellikle ben yardım talebinde bulunduğum
ve sık sık Vakıf Genel Merkezine gelip gittiğim dönemde personel maaşını
ödeyemez duruma getirilmiştir.
Bu nedenle
de bana verilen söz tutulmamış, yardım yapılmamıştır. Benim Vakıf Müfettişleri
yardımıyla “Her ne şekilde olursa olsun maddi sıkıntı çeken personele şubelerce
yardım yapılması” diye bir yazı almam ve Bala Şubesinde “Yardım” almam,
Bala’dan ayrılırken de bana yardım eden Bala Müftüsü Ahmet Bey’in ricası ile
imzaladığım “Mahkemem bitmez se ödemem” diye de defalarca söylediğim, Mahkeme
bitmeyince de mahkeme sonucu ödenmek üzere bekleyen “Yardım Senetlerim”: “Başkasında çocuk doğurduğu mahkeme kararı
ile tesbit edilen”, Ahmet Bey’in de “Boşanma” davası açtığı eşinin şikayeti ve
ona yardım edenlerin marifetiyle “Borç” haline getirilerek icraya verilmiştir.
İcra, Mahkemeye taşınmış, adil yargılama olmadığından Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı’na suç durusunda bulunulmuş ve hukuki mücadele başlatılmıştır.
2004 yılında oğlum Halil ağır
bir trafik kazası geçirince iki yıl sürecek ağır bir tedavi sürecine ve sekiz
yıldır bitmeyen bir Mahkeme sürecine başlamış olduk. Bu süreçte Oğlunun okulu
bana yardımcı olurken benim teşkilatım olan Diyanet İşleri Başkanlığı, bırakın yardımcı olmayı, çıkartabildiği her
türlü zorluğu çıkararak ahlaksızlıkta ne kadar maharetli olduğunu gösterdi.
Yardım talebim reddedildiği gibi, benim yardım için verdiğim senetler “Borç”
addedilerek bizzat talimatla icraya verildim.
Tayin için gittiğimde yardım
sözlerini tutmadıkları gibi Tayin sözlerini de tutmadılar. Bende siyasi
nüfuzumu kullanarak tayinimi Kadirli’ye çıkarttım. Kadirli’den de “Tepeden”
geldiğim için ev kiralamamda yardım etmedikleri gibi üç yıl oturduğum Merkez
Cami Lojmanını bana vermemek için her yolu denedilerse de başarılı olamadılar.
2009
yılının son günü icra bana tebliğ edildi. Bende aynı gün
Mahkemeye başvurdum. Karşı dava açtımsa da davam reddedildi. İcra Kesinleşti.
Bende Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Başkanlık Müfettişi Bilal Öztürk ve
Diyanet Vakfı Hukuk Müşaviri A.Hamdi Aşıkkaya hakkıda Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına “Güveni Kötüye Kullanmak” ve “Nitelikli Dolandırıcılık yapmak”
suçlamasıyla suç duyurusunda bulundum.Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı “Güveni
kötüye kullanmak” suçunu “Görevi kötüye kullanmak” şekline dönüştürerek
takipsizlik kararı vermiş. Bende itiraz ederek dosyanın Sincan Ağır Ceza
Mahkemesine gönderilmesini istedim. Diyanet İşleri Başkanlığı istisnai memurluk
statüsünde olduğundan ve üçlü kararname ile atandığından her türlü inceleme,
soruşturma, kovuşturma ve yargılama bizzat Başbakan’ın iznine tabi olduğundan
sonuç alamayacağımı bilerek iç hukuk mücadelesi başlattım. Başbakanlığın izin
vermeyeceğini bildiğim içinde Avukat tutmadım. Aynen bildiğim gibi oldu.
Anayasa dahil iç hukuk tamamlandı. Avrupa İnsan hakları Mahkemesine başvuru
hakkımı kullanmak için çalışmalarıma devam etmekteyim.
Kitabıma, “Dibde işler böyleydi” adını vermemin
nedenine gelince; Gavurdağı (Nurdağı) Ağa’larından Nurdağı’dan Tahtaköprü’ye
kadar uzanan İslahiye ovasının sahibi Seydi (Seydo Ağa) Ağanın Büyük Kızı
Fatma’nın oğlu Fakı Mehmet’in torunuyum. Bunu nüfus kaydı ile de ispat
edebiliyoruz. Bu arazinin bir kısmına Fırka-i İslahiye Ordusu tarafından 1877
yılında İslahiye kurulmuş ve aşiretler yerleştirilmiştir. Bir kısmı ise; 1935
yılıda çıkarılan Toprak Reformu Kanunun 10. maddesi gereğince yöre halkına
1954-1957 yılları arasında dağıtılmıştır.
Kadirli’ye
geldikten sonra yaptığımız araştırma sonunda Fakı Mehmet’in Annesinin Seydo
Ağa’nın Kızı, Babasının da son Kozanoğlu Ağası Yusuf Ağa’nın kardeşi Halil
Bey’in torunu Abdurrahman Efendi olduğu ortaya çıkartılmıştır. Dedem Fakı
Mehmet: Halil Bey’in oğlu Hacı’nın (Tatar Hacı) oğlu Abdurrahman Efendi’nin
oğludur. Osmaniye Valiliği’nin yayınladığı Fırka-i İslahiye: Osmaniye Tarihi
adlı kitapta ve Osmanlı Tarihçisi Ahmet Cevdet Paşa’nın Tezakir Adlı eserinin
üçüncü cildinde Kozanoğlu Halil Bey’in 2500 Kuruş Maaşla Sivas’a sürgün
edildiğine dair kayıt vardır. Bu konuda Sivas Valiliği ile yazışma yapılmışsa
da bir netice alınamıştır. Daha sonra Kurt İsmail Paşa tarafından Samsun Limanı
üzerinden İstanbul’a gönderildiklerine dair kaydı buldum. İstanbul’da Sayın
Necbettin Erbakan’ın dedesi Hüseyin Bey ve benim büyük dedem Halil Bey dahil 16
Kozanoğlu Beyinin bir konakta tolandığı, okumak isteyenlerin Osmanlı Devleti
tarafından okutulduğu, okuyanlardan Necmettin Erbakan’ın babasının Erzurum!a
Mustantik (Savcı) tayin edildiği, benim dedemin babası Abdurrahman Efendi’nin
de bu gün Nurdağı’na bağlı bir köy olan Kurudere Nahiyesine Mustantik (Savcı)
olararak atandıklarını öğrendim. Daha sonraları Necmettin Erbakan’ın babası
Sinop’a Hakim olarak atanmış ve Annesiyle evlenerek Necmettin Erbakan dünyaya
gelmiş, Abdurrahman Efendi de Kurudere’den İslahiye’ye atanarak Dedesi gibi
Fırka-i İslahiye tarafından Niş’e sürülen Küçükalioğlu Mustafa Paşa!nın oğlu
Seydi Bey(Seydo Ağa)!in büyük kızı Fatma ile evlenmiş ve dedem dahil iki oğlu
iki kızı dört çocuğu olmuştur. Osmaniye Tarihi adlı kitapta Kozanoğulları’nın
Osmanlıca “Soy Kütüğü” de yayımlanmıştır
Kitaplarda bize Kozanoğulları’nın eşkıya olduğu
anlatıldı. Fakat araştırmalarımda gördüm ki Dedem Fakı Mehmet Kızlaç Köyü’nün
Ağası, Muhtarı ve Hocasıdır. Babası Abdurrahman Efendi Savcı’dır.Onun babası
Hacı ise katırla hacca gidip gelen bir Alim’dir. Hacı’nın Babası Halil Bey ise;
Fırka-i İslahiye’ye yardımcı olan bir Bey’dir. Nasıl yardımcı olduğunu da Ahmet
Cevdet Paşa Tezakir adlı eserinde anlatmaktadır.
Bu ülkede
Başbakanlık ve uzun süre Siyasi Parti Başkanlığı yapan bir siyaset adamı olan
Sayın Necmettin Erbakan’da Kozanoğlu Hüseyin Bey’in torunudur ve babası Ağır
Ceza Hakimi’dir. Görüldüğü gibi sıradan insan değillerdir. Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un bir
şiirinde: “..Gelenin hatırı için, geçmişe asla sövemem!...” dediği gibi biz
gelenlerin hatırı için hep geçmişimize sövmüşüz...
Cumhuriyet
kurulduktan sonra Atatürk, Selanik Dönme ve Yahudilerinde maddi destek almış,
“Borç alan emir de alır” sözü gereği Yahudiler bu ülkenin perde gerisi
yöneticileri olmuşlardır. 1353 sayılı
kanunla 1 Kasım 1928 tarihinde çıkatrılan “Harf Devrimi” kanunu sayesinde
zamanın Milli Eğitim Bakanı’nın deyimi ile: “Binlerce Alim Cahil(?)” yapılarak
sokaklara salındı. Buna paralel olarak
ta: “Tabii ki binlerce Cahil’de Alim(?)
yapılarak bu ülkenin başına Bela” edilmiştir. Yeni harfler gökten
zembille gelmemiştir. Şu anllandığımız yazı, Osmanlının son dönemlerinde
Selanik Yahudi ve Dönmelerinin kendi aralarında kullandıkları bir yazı
çeşididir.
Kılık Kıyafet
ve Şapka Devrimi ise düpe düz Yahudilerden alınmadır. Özellikle Kılık-Kıyafet
ve Şapka Devrimi sayesinde Kurtuluş Savaşından çıkmış Fakir halkın elindeki
varlık Yahudi Tüccarlara peşkeş çekilmişdir.
Bu nedenle: “Devlet malı Deniz, yemeyen Keriz” lafı bu ülkede Darb-ı
Mesel olmuştur. Bu ülkede uzun zaman yönetici olan bizler, bir kanunla “Cahil”
edilerek en “DİB”e indirilmişiz. Medeni
olmak sadece bir hikayedir. Ziya Paşa’nın dediği gibi: “Eşeğe altın semer
vursan, eşek yine eşektir.”
Diyanet İşleri
Başkanlığı Taşra Teşkilatı’nda küçük bir memur olarak en “DİB”de çalıştığım ve
bu kitabımda da memuriyet hayatımda yaşadıklarımı anlattığım için bu adı yani
“Dib’de İşler Böyleydi” adını vermeyi uygun buldum.
Osmanlı
zamanında Sadrazam’a denk, hatta üstünde olan ve Padişah’tan sonra 2. sırada
bulunan Hilafet Makamı: 3 Mart 1924
tarihinde kaldırılmış ve yerine kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı Cumhuriyette 51. sıradan protokolde en dipte
yer bulmuş ve yetkililerinin “Saman Çöpü” gibi hiçbir değeri olmamıştır. 2012
yılında Protokolde Diyanet işleri Başkanı 10. sıraya alınmıştır. Ama Dinin
siyasette yeri yok denirken, görevlileri siyasete bulaştı denilerek görevden
atılırken Diyanet İşler Başkanları ve üst düzey yöneticileri hep “Siyasetin
Maşası” olagelmiştir. Bu nedenle de halk tarafından fazla kabül görememişler ve
sıradan bir “Devlet Memuru” olmuktan öteye gidememişlerdir...
Gayret bizden,
Başarı Allah’tandır.
2012
OSMANİYE
Mustafa DEMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder