11 Mart 2014 Salı

BÖBREK NAKLİNDE İRAN MODELİ


ANKARA  İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

Gönderilmek üzere

OSMANİYE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ HAKİMLİĞİ’NE

                                                                                     

 

DAVACI                                :  Mustafa DEMİR -
 
DAVALI                                :  Sağlık Bakanlığı  ANKARA

DAVANIN KONUSU           :    İptal  Davası.

İPTALİ İSTENİLEN

İDARİ İŞLEM                      :  Kamu Denetçiliği Kurumunun 28.02.2014 tarih ve 22873068-

                                                    101-0705-1341 sayılı RED KARARININ İPTALİ

TEBLİĞ TARİHİ                 :  07.03.2014 

 

DAVANIN İZAHI                :  Oğlum Halil DEMİR’in 06.08.2004 tarihinde Bala Lisesi önünde  ağır yaralanmalı trafik kazası geçirmiştir. Kaza sonrası sıkıntılarım ve yaşadıklarım Böbrek rahatsızlığımın artmasına ve Diyaliz Hastası olmama neden olmuştur. Öyleki Kaza kaldırımda olmasına, ilk etapta suçu kaza yapan çocuğun babası üstlenmesine bize kaza yapanların dahi kaldırımda olduğunu söylemesine rağmen Bala İlçesinde Kuyumculuk yapan bir yakınları (O tarihte MHP eski İlçe Başkanı ve Belediye Meclisi Üyesi şu anda MHP Bala Belediye Başkan Adayı Abdulkadir KILIÇ Partisinin nüfuzunu kullanarak rüşvet dağıtmış, Bana,2006 yılında MHP Genel Başkan Yardımcısı Partiden İhraç sözü vermişti. MHP Genel Başkanı Rüşvetçiyi aday yapmasına rağmen meydanlarda Rüşvete ve Rüşvetçilere veryansın ederek oy toplamaya çalışıyor.) BALA KARAKOLUNU,EMNİYETİNİ VE SAVCISINI RÜŞVETLE SATIN ALARAK VE BENİ DAVACI ETTİRMEYECEĞİ SÖZÜNÜ VEREK kaldırımda olan kazayı bir takım tanıklara yalan söyleterek ve evrakları değiştittirerek Kazayı yol ortasında olmuş gibi göstertmiş ve haklı olan oğlum haksız duruma düşürülmüştür. Benim yasal işlem başlatmam bir işe yaramamış, Bilirkişi ve Hakimleride satın almıştır. Benim nüfüsumda devreye girince işin rengi değişmiş, benim kendilerine RÜŞVET VERMEDİĞİMİ söyleyen bilirkişin yakını Dedemi öğrenince hemen Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’ın yanına koşmuş ve bizde kendisini takip etmiştik. Arkasından da konuşmaya başlamış, bilirkişi konuşunca polisler de konuşmuş ve rüşvet ortaya çıkmıştır. Buna rağmen benim oğlum suçlu bulunmuştur. Yapılan 10 yıllık hukuk mücadelesi neticesinde oğlumun Kaza Ceza ve Kaza Tazminat Davaları sil baştan 2014 yılında yeniden başlatılmış ve henüz neticelenmemiştir. Nasıl neticeleneceği de belli değildir.

            Oğlumun tedavisi de durumu ağır olması nedeniyle devlet hastanelerince kabul edilmediğinden hep özel hastanelerde yapılmış ve büyük paralar harcanmıştır. Şu anda %98 Beyin Özürlü olarak evde bakımına devam edilmekte, ayağa kalkamadığı ve yürüyemediğinden tüm ihtiyaçları tarafımızca sağlanmaktadır. Büyük ve köklü aileden olmam benim ayakta kalmama neden olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı personeli olmam nedeniyle yardım için yaptığım müracaatlar kabul edilmesine rağmen verilen sözler tutulmamış, evim satılmış, aldığım krediler ve kredi kartları da 2007 yılında kaza ceza davasında oğlum suçlu bulunup tazminat davamızda rüşvetle reddedilince icralık olmuştur. Ben tüm bunlarla uğraşırken Ahlaksızlıkta ve Allahsızlıkta Bankalardan geri kalmayan Diyanet İşleri Başkanlığı bizzat benim getirdiğim yardım yazısını ve yardım dosyasını yok ederek beni ahlaksızca ve Allahsızca en zor zamanımda icraya verdirmiş, bende icrayı mahkemeye taşıyınca iki görevli gönderek Bala’daki benim hazırladığım Yardım Dosyasını aldırmış ve böyle bir dosya olmadığına dair bana resmi yazı verdirmiştir. Oysa benim ayrılırken dosyayı teslim ettiğim memur dosyanın Diyanet tarafından alındığı söylemesine rağmen Anayasa dahil hiçbir mahkemede adil yargılanma olmadığından  Diyanet İşleri Başkanını AİHM’de “Nitelikli Dolandırıcı” olarak yargılatabilmek için çalışmalara devam etmekteyim. Sicilimdeki iftira evraklarıyla da mahkemelik olmam da işin çabası...

            Tüm bunları anlatmamın nedenine gelince: Ben Devlet Memuru olarak Emekli olduğumdan Türk Adaletine güvenmememdir. Benim yaşadığım tüm sıkıntılar böbreğimi kaybetmeme neden olduğundan Türkiye Cumhuriyeti Devletinden bunun BEDELİNİ MUTLAKA ALIRIM. Devlet bunu RÜŞVET ALAN  VE ONLARI KORUYAN GÖREVLİLERİNDEN alırmı bilemem. Orası devlet yetkililerine kalmıştır. Zira benim iki davada bitmesi gereken Kaza davam 10 yıllık sürede benim sayısını unuttuğum birkaç düzine davaya rağmen henüz bitmemiştir.

            Benim 22.08.2013 günü İnternet ortamında Kamu Denetçiliği Kurumu’na Böbrek Naklinde İran Modelinin Türkiye’de de uygulanması ile ilgili müracaatım 29.08.2013 tarih ve 01.2013/404 Karar nolu kararla Sağlık Bakanlığına bildirilmiştir.

            Sağlık Bakanlığı 25.09.2013tarih ve 56733164/622/2013.5363.32550 sayılı yazı ile isteğimi: “2238 sayılı Organ ve Doku alınması ve Saklanması Hakkında Kanun ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile ülkemizin de altına imza koyduğu  Avrupa İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi gereği maddi çıkar karşılığı organ alınması, bağışlanması ve nakli yakasaktır” diyerek kabul etmemiştir.

            Sağlık Bakanlığın bu reddini 11.10.2013 tarihinde yeniden Kamu Denetçiliği Kurumuna bildirmem üzerine Kurum bu isteğimi: 28.02.2014 tarih ve 22873068-101.07.05-1341 sayılı RED KARARI vererek reddetmiştir. Bu dava oluşmuştur.

 

            HUKUKİ SEBEPLER            :  İdari Yargılama Usulü Kanunu, vs.

 

DEDİLLER                             :

Kamu Denetçiliği Kurumu verdiği bu kararda; 4. maddede Sağlık Bakanlığının yaptığı çalışmalarda, koordinatörden ve halk eğitimlerinden bahsetmiş, her hastanede organ nakli koordinatörü olduğunu anlatmıştır. Bunlar sadece evrak üzeri görevlendirmeler ve anlatımlardan ibaret olup gerçek çok farklıdır. Ben 4 yıldır Raporlu Diyaliz hastası olmam nedeniyle hiçbir koordinatör görmediğm gibi Devlet Hastanesinde Nefroloji Kliniğinde internet üzerinden randevu bile alamamaktayım. Sistemde Hemodiyaliz Hastası ve Böbrek Nakli Listesinde olmama rağmen Nöroloji Kliniği sistemi bunu görememekte ve İnternet üzerinde bana Randevu verememektedir. Dolayısıyla anlatılan bu çalışmalar sadece hikayeden ibarettir.

            Bahsi geçen İran modeli sadece 14. maddesinde: İran modelinin ülkemizde uygulanmasının vücut bütünlüğü ticari meta olamayacağından şikayetin reddi gerektiği ancak Belçika örneğinde olduğu gibi ülkemizde de organ nakli yapılacak kişilerin yakınlarından alınacak icazetlerin esnetilmesi konusunun yasal düzenleme yapılırken dikkate alınması konusunda tavsiyede bulunulması gerektiği belirtilmektedir. diye anlatılmış, 22. madde de: organ naklinde  İran Modeli olan organ ticaretinin devlet eliyle yasal hale getirilmesi talebinin yerine getirilmesinin mümkün olmadığı sonucuna varıldığından şikayetin reddi gerekmektedir. denilmektedir.

            Kamu Denetçiliği Kurumu verdiği kararda İran Modelinin ne olduğunu ve nasıl uygulandığını hiç anlatmadığını gibi İran Modelini “Organ Ticareti” olarak gördüğünü açıkça beyan etmiştir. Batının yalanını bize yutturmaya çalışmıştır. Oysa gerçek öyle değildir. Ekte sunulan 25.07.2006 tarihli Sabah Gazetesinin “İranda böbrek nakli bekleyen kalmadı” adli haberinde bunun bir organ ticareti olmadığı açıkça anlatılmakta, gerçeğin farklı olduğu belirtilmektedir. İran böbrek naklini tamamen çözen ülke olarak gösterilmiştir ve bunun nasıl yapıldığı kısaca anlatılmıştır. Bir diğer haberde de  Türkiyede 20 bin hastanın böbrek nakli beklediği belirtilmektedir.

            Türkiyede organ nakilleri ile ünlü Akdeniz Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Nefroloji Derneği Başkanı  Prof.Dr Gültekin Süleymanlar 2014 yılında verdiği demeçte açıkça İram modelini önermiş ve bunun bir organ ticareti olmadığını anlatmıştır. Onun da yazısı ilişikte sunulmuştur.

            Dr.Frankeştayn diye adlandırılan organ nakli uzmanı Yusuf Sönmez de çözümü İran Modelinde gördüğünü belirtmektedir. Radikal Gazetesinin 15.01.2011 tarihli haberi ilişiktedir.

            Ülkemizde en iyi ve en kötü de çözümü İran modelinde görmekte ama bizim yetkililer körü körüne bağlı kaldıkları batı yasalarına uymaya devam etmektedirler. Diğer ünvanlı kişilerden bahsetmek bile istemiyorum. Oysa bu İran’da bir “devlet politikası”dır. Kesin çözüm üretmiştir.

Bu haberlerden de açıkça anlaşılacağı gibi İran Modeli bir organ ticareti değil “devletin çözüm politikası”dır. Kamu Denetçiliği Kurumu kanunlardan bahsederken devamlı ceza kanunlarına vurgu yapmaktadır. Biz ceza yasalarına uymayan bir talepte bulunmuyoruz. İran modeli uygulansa bile bu tür yasalara ihtiyaç duyulmaya devam edilecektir. Çünkü daha fazla çıkar için her türlü kanunsuzluğu yapan insan her zaman bulunacaktır. Önemli olan Kişinin Rızasına ve yasalara uygun davranılmasıdır. Organ kaçakçılığı yasal değildir. İran modeli veya benzeri bir model uygulandığında organ kaçakçılığı enaz düzeye inecektir. Nakilde kişinim rızası önemlidir. Kamu Denetçiliği Kurumu’da buna vurgu yapmaktadır. İran’da hiçkimsenin rızası dışında organı alınmamaktadır. Uygun verici olduğu tesbit edildiğinde organı başvurusu üzerine rızasıyla alınmakta, karşılında belli bir ücret ödül olarak verilmektedir.  İran modeli kişilerin rızasına dayanan ve bağış yapan kişilerin devletçe ödüllendirildiği ve sağlık güvencesi verilerek takip altına alındığı bir modeldir. Ülkemizde ise bağış yapanlar işleri bittiğinde “saldım çayıra, Mevlam kayıra” denilerek bir daha ilgilenilmemektedir. Verici kendi sağlık güvencisiyle hayatını devam ettirmeye çalışmaktadır. İran, verdiği bu ödülü de nakil yaptığı kişiden “gönül rızasıyla ve dumuna uygun olarak” almaktadır. Ülkemizde nakil yapılan kişiden ücret almak istemiyorsa bu ücreti de pekala kendisi karşılayabilir.

            İşin maddi boyutuna gelince; bir diyaliz hastası olarak benim devlete olan yıllık maaliyetim 39.327,90 Tl.dir. Bu rakama Diyaliz makinası ve diyaliz çalışanlarının ücretleri payı dahil değildir. Onlarda hesaba dahil edildiğinde devletin bana masrafı dahada artmaktadır. Bu standart Diyaliz seansı, kan pıhtılaştırıcı önleyici ve kan iğneleri ücretidir. 10 Yıl diyalize gireceğim varsayılırsa 393.279,00.-Tl. Devlete maaliyetim olacaktır. Oysa İran Modeli uygulansa bunun bir yıllık gideri nakil masrafları olsa ve bir yıllık gideri de bağışçıya Devlet tarafından ödül olarak verilse, bir yılı da nakil sonrası ilaç ve takip bedeli olarak ödense geriye 7 yıllık ücret olan 275.295,30.-Tl. devlet kasasında kalmaktadır. Bu hesaplama, SUT ve Türk İlaç Rehberindeki bu günkü fiyatlar esas alınarak yapılmıştır. Nakilden sonra insanın yaşam kalitesinin yükselmeside naklin en önemli faydasıdır. Çalışma hayatına geri dönmeside Devlet Ekonomisine katkı olacaktır.

            Anayasanın 10.maddesinin 3.fıkrasında: (Ek fıkra: 12/9/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Denilmektedir. Devletin nakil için canlı vericilere verceği ödül ve yardımlar da Anayasa’ya aykırı olmayacaktır.

İlişikte sunulduğu gibi ülkenin en iyi Profosörü de ve en kötü “İnsan Kasabı” da İran Modelini önermekte, bizim yetkililer “Devlet Politikası” oluşturamadıkları gibi “Salla başı al maaşı” politikasıyla “üç maymun”u oynamaya devam etmektedirler.

 

NETİCE VE TALEP   :Sağlık Bakanlığının 25.09.2013 tarih ve 56733164/622/2013.5363.32550 sayılı yazısı ile Kamu Denetçiliği Kurumunun 28.02.2014 tarih ve 22873068-101-0705-1341 sayılı RED KARARININ İPTALİ konulu KARARIN İPTALİNİ ve Sağlık Bakanlığınca ülkemizde İran Modelinin veya ona benzer bir modelin uygulamaya konarak Böbrek Nakli bekleyen HASTALARIN İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASINI, mağduriyetlerinin giderilmesinin sağlanmasını ve mahkeme masraflarının davalı İdareye yükletilmesini arz ve talep ederim.  12.03.2014    

                                                                                                                        Mustafa DEMİR

                                                                                                                                Davacı

E K L E R      :

Eki :  15 Sayfa  8 Adet Evrak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder