SAKAL
Afyon
Şuhut’a göreve başladıktan sonra
Bayramda yıllık izin alarak memlekete gelmiştim. Bayram üzeri yollar kalabalık
olduğundan ve Otobüs fazla bulunamadığından Tren’le dönmeyi tercih etmiştim.
Zira memlekete
gelişimde Afyon’dan Adana’ya doğrudan otobüs bulamadığımdan Afyon’dan Ankara’ya
gitmiştim. O geceyi Ankara Otobüs Terminalinden geçirmiş, ancak ertesi gün
kaçak bir yolcu minibüsüyle Adana’ya yola çıkmıştım. Aksaray’a geldiğimizde
minibüs mola vermiş, adamlar da normalin iki katı olan yol paralarını toplamak
isteyince benim yanımda oturan ve daha önce Aksaray’da aynı şekilde para
toplanıp, parayı toplayanlarda yolcuları Aksaray’da bırakıp kaçınca mağdur olan
bir vatandaş olduğundan önceki yaşadığı sıkıntıyı yaşamamak için buna karşı
çıkmış, Adana’ya varıncaya kadar yol parasını ödememiştik.
Bende bu
nedenle Bayram dönüşü Otobüsü değil Treni tercih etmiştim. Tren yavaştı ama hem
ucuz hem de rahattı.
Kompartımanda
üç kişi oturuyorduk. Biri askılı giyinmiş, kolları ve başı açık, saçları küt
kesili bir bayan ve yanında on-on iki yaşlarında bir çocuk vardı. Ben pencere
kenarında oturuyor, arasıra da sigara içiyordum. Bayanla da hiç konuşmamız
olmamıştı.
Karaman’a
vardığımızda kompartımana üç kişi daha bindi. İkisi kaba sakallı, biri daha geç
ve kısa sakallıydı. İkisi benden tarafa, biri de çocuğun yanına oturdu. Çocuğun
yanına oturan orta yaşlı kaba sakallı adam trenin hareketinden bir süre sonra
konuşmaya başladı.
Önce bir süre
Diyanet İşleri Başkanlığı’na çattı. Aklına geldiği gibi konuşuyordu. Ben
pencerenin önünde bir sigara yaktım. Dışarıyı seyretmeye başladım. Adamla
ilgilenmek istemiyordum. Adam bizim “Kabak Hoca” dediğimiz tipte bir adamdı.
Anlattıklarının çoğu kulaktan duyma ve dini temeli olmayan safsatalardı.
Sözü döndürdü
dolaştırdı sakala getirdi. Güya sakalı olmayanın dini olmaz, sözüne
güvenilmezmiş. Sakalı bırakmak farz, kesmek harammış, mutlaka sakal
bırakılmalıymış... Ben de adama taraf olmamak için dışarıyı seyretsem de yine de
sözlerine kulak misafiri oluyordum.
Bir ara
doğrudan sözü bana söyledi: Mesela benim sakalım yokmuş, sözüme de
güvenilmezmiş..
Bana hitap
edince adama döndüm:
-Hangi kitapta
yazıyor? Diye sordum. Adam:
-Senin sakalın
yok, senin sözüne güven olmaz! Diye diye doğrudan yüzüme söyleyince:
-Sen nereden
okudun? Diye sordum.
-Ben mısırda
okudum. Arapça kitaplardan okudum! Dedi.
Bende:
-Şu kitabın
adını söyle bakayım! Hangi kitapta yazıyormuş? Diye tekrar edince adam:
-Ben arapça
okudum. Diye tekrarladı. Bana da:
-Sen Arapça
biliyor musun? Diye büyük bir kibirle sordu. Ben de:
-Arapça
bilmiyorum ama bütün Arapça dini kitapların Türkçeye çevrildiğini biliyorum.
Senin sakal konusunda anlattıklarının hiçbiri kitaplarda yok. Sen okuduğun
kitabın adını söyle! Diye ısrar edince kendisi bunu Arapça kitaplardan
okuduğunda ısrar etti.
Ben de adamın
bilgisini denemek için İmamı Şafi ve İmamı Azam Ebu Hanifenin Sakal konusunda
görüşlerini meşhur olan lakaplarını kullanmadan, gerçek adlarını söyleyerek
anlattım:
-Büyük İslam
Alimlerinden Muhammed bin Muhammed İdris (R.A.)’in:
-Sakal
bırakmanın vacip olduğunu, kesmenin ise mekruh olduğunu söylediğini; yine büyük
İslam alimlerinden Numan bin Sabit (R.A.)’in:
-Sakal
bırakmanın sünnet olduğunu ama kesmenin haram olmadığını söylediğini söyleyince
adam:
-Ben öyle
İslam Alimleri tanımıyorum! Diye cevap verdi.
O zamana kadar
hiçbir söze karışmayan açık giyimli bayan:
-Çocuk sana
büyük İslam Alimleri İmam Şafi ve İmam Ebu Hanife’nin sözlerini söylüyor. Sen
bu alimleri tanımıyorsun da hangi alimleri tanıyorsun? Diye sordu.
Aslında ben
adamın anlattıklarının dini temeli olmadığını, kulaktan dolma şeyler olduğunu
bildiğim için kasden adama İmamı Şafi ve İmamı Azam’ın gerçek adıyla
konuşmuştum. Adam da “Kabak Hoca” olduğundan hemen zokayı yutmuştu. Beni
şaşırtansa yarı açık kadının bunu anlayıp adama da hatırlatmasıydı.
Bunun üzerine
ben adama:
-Ben Diyanette
çalışıyorum. Hocalık eğitimi aldım.
Senin anlattıkların benin okuduğum ve bildiğim hiçbir Arapça ve Türkçe kitapta
yok. Şu kitabını söyle de bilelim. Deyince Adam:
-Ben Ahmet
Hamdi Akseki’nin İslam Dini kitabında okudum. Dedi.
Ben:
-Ahmet Hamdi
Akseki’nin İslam Dini kitabı bizim okulda ders kitabımızdı. Onda sakal
mevzusunun S’si bulunmaz! Sen yalan anlatıyorsun. İslam dini öyle kulaktan
duyma yalan yanlış şekilde anlatılmaz...
Deyince adam bozuldu. Bir süre sustu.
Birbirleriyle bakıştılar ve kalkıp kompartımanda ayrıldılar. Bu sıra da bizde
Çumra yakınlarına gelmiştik.
Bizim Kabak
Hocalar ayrıldıktan sonra bayan bana dönüp:
-Sen gerçekten
Hoca mısın? Diye sordu. Bende:
-İmam Hatip
Lisesi Mezunuyum. Diyanette de memurum. Bayramda memleketime gitmiştim, şimdi
de görev yerime dönüyorum. Diye cevap verdim.
Kadınla sohbet
etmeye başladık: Dedesi Hocaymış eskiden. Dinin anlatılmasının yasak olduğu
dönemlerde gizliden gizliye yaptığı hocalıkları anlatırmış. Kendisi de birçok
şeyi Dedesinden öğrenmiş. Belçika’da çalışıyormuş. Bayramda izine gelmiş.
Yanındaki çocuk ta kaynıymış. İstanbul’a gidiyormuş. Oradan da Belçika’ya
gidecekmiş.
Bu minval
üzere sohbet ederek ve kadının bana sorduğu dini sorulara bildiğim kadarıyla
cevap vererek Afyon’a kadar birlikte geldik. Ben Afyon’da Şuhut’a gitmek üzere
indim. Kadın da Belçika’ya gitmek üzere İstanbul’a yoluna devam etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder