16 Mart 2014 Pazar

SAKAL


SAKAL

 

            Afyon Şuhut’a göreve başladıktan  sonra Bayramda yıllık izin alarak memlekete gelmiştim. Bayram üzeri yollar kalabalık olduğundan ve Otobüs fazla bulunamadığından Tren’le dönmeyi tercih etmiştim.

Zira memlekete gelişimde Afyon’dan Adana’ya doğrudan otobüs bulamadığımdan Afyon’dan Ankara’ya gitmiştim. O geceyi Ankara Otobüs Terminalinden geçirmiş, ancak ertesi gün kaçak bir yolcu minibüsüyle Adana’ya yola çıkmıştım. Aksaray’a geldiğimizde minibüs mola vermiş, adamlar da normalin iki katı olan yol paralarını toplamak isteyince benim yanımda oturan ve daha önce Aksaray’da aynı şekilde para toplanıp, parayı toplayanlarda yolcuları Aksaray’da bırakıp kaçınca mağdur olan bir vatandaş olduğundan önceki yaşadığı sıkıntıyı yaşamamak için buna karşı çıkmış, Adana’ya varıncaya kadar yol parasını ödememiştik.

Bende bu nedenle Bayram dönüşü Otobüsü değil Treni tercih etmiştim. Tren yavaştı ama hem ucuz hem de rahattı.

Kompartımanda üç kişi oturuyorduk. Biri askılı giyinmiş, kolları ve başı açık, saçları küt kesili bir bayan ve yanında on-on iki yaşlarında bir çocuk vardı. Ben pencere kenarında oturuyor, arasıra da sigara içiyordum. Bayanla da hiç konuşmamız olmamıştı.

Karaman’a vardığımızda kompartımana üç kişi daha bindi. İkisi kaba sakallı, biri daha geç ve kısa sakallıydı. İkisi benden tarafa, biri de çocuğun yanına oturdu. Çocuğun yanına oturan orta yaşlı kaba sakallı adam trenin hareketinden bir süre sonra konuşmaya başladı.

Önce bir süre Diyanet İşleri Başkanlığı’na çattı. Aklına geldiği gibi konuşuyordu. Ben pencerenin önünde bir sigara yaktım. Dışarıyı seyretmeye başladım. Adamla ilgilenmek istemiyordum. Adam bizim “Kabak Hoca” dediğimiz tipte bir adamdı. Anlattıklarının çoğu kulaktan duyma ve dini temeli olmayan safsatalardı.

Sözü döndürdü dolaştırdı sakala getirdi. Güya sakalı olmayanın dini olmaz, sözüne güvenilmezmiş. Sakalı bırakmak farz, kesmek harammış, mutlaka sakal bırakılmalıymış... Ben de adama taraf olmamak için dışarıyı seyretsem de yine de sözlerine kulak misafiri oluyordum.

Bir ara doğrudan sözü bana söyledi: Mesela benim sakalım yokmuş, sözüme de güvenilmezmiş..

Bana hitap edince adama döndüm:

-Hangi kitapta yazıyor? Diye sordum. Adam:

-Senin sakalın yok, senin sözüne güven olmaz! Diye diye doğrudan yüzüme söyleyince:

-Sen nereden okudun? Diye sordum.

-Ben mısırda okudum. Arapça kitaplardan okudum! Dedi.

Bende:

-Şu kitabın adını söyle bakayım! Hangi kitapta yazıyormuş? Diye tekrar edince adam:

-Ben arapça okudum. Diye tekrarladı. Bana da:

-Sen Arapça biliyor musun? Diye büyük bir kibirle sordu. Ben de:

-Arapça bilmiyorum ama bütün Arapça dini kitapların Türkçeye çevrildiğini biliyorum. Senin sakal konusunda anlattıklarının hiçbiri kitaplarda yok. Sen okuduğun kitabın adını söyle! Diye ısrar edince kendisi bunu Arapça kitaplardan okuduğunda ısrar etti.

Ben de adamın bilgisini denemek için İmamı Şafi ve İmamı Azam Ebu Hanifenin Sakal konusunda görüşlerini meşhur olan lakaplarını kullanmadan, gerçek adlarını söyleyerek anlattım:

-Büyük İslam Alimlerinden Muhammed bin Muhammed İdris (R.A.)’in:

-Sakal bırakmanın vacip olduğunu, kesmenin ise mekruh olduğunu söylediğini; yine büyük İslam alimlerinden Numan bin Sabit (R.A.)’in:

-Sakal bırakmanın sünnet olduğunu ama kesmenin haram olmadığını söylediğini söyleyince adam:

-Ben öyle İslam Alimleri tanımıyorum! Diye cevap verdi.

O zamana kadar hiçbir söze karışmayan açık giyimli bayan:

-Çocuk sana büyük İslam Alimleri İmam Şafi ve İmam Ebu Hanife’nin sözlerini söylüyor. Sen bu alimleri tanımıyorsun da hangi alimleri tanıyorsun? Diye sordu.

Aslında ben adamın anlattıklarının dini temeli olmadığını, kulaktan dolma şeyler olduğunu bildiğim için kasden adama İmamı Şafi ve İmamı Azam’ın gerçek adıyla konuşmuştum. Adam da “Kabak Hoca” olduğundan hemen zokayı yutmuştu. Beni şaşırtansa yarı açık kadının bunu anlayıp adama da hatırlatmasıydı.

Bunun üzerine ben adama:

-Ben Diyanette çalışıyorum. Hocalık  eğitimi aldım. Senin anlattıkların benin okuduğum ve bildiğim hiçbir Arapça ve Türkçe kitapta yok. Şu kitabını söyle de bilelim. Deyince Adam:

-Ben Ahmet Hamdi Akseki’nin İslam Dini kitabında okudum. Dedi.

Ben:

-Ahmet Hamdi Akseki’nin İslam Dini kitabı bizim okulda ders kitabımızdı. Onda sakal mevzusunun S’si bulunmaz! Sen yalan anlatıyorsun. İslam dini öyle kulaktan duyma yalan yanlış şekilde anlatılmaz...

 Deyince adam bozuldu. Bir süre sustu. Birbirleriyle bakıştılar ve kalkıp kompartımanda ayrıldılar. Bu sıra da bizde Çumra yakınlarına gelmiştik.

Bizim Kabak Hocalar ayrıldıktan sonra bayan bana dönüp:

-Sen gerçekten Hoca mısın? Diye sordu. Bende:

-İmam Hatip Lisesi Mezunuyum. Diyanette de memurum. Bayramda memleketime gitmiştim, şimdi de görev yerime dönüyorum. Diye cevap verdim.

Kadınla sohbet etmeye başladık: Dedesi Hocaymış eskiden. Dinin anlatılmasının yasak olduğu dönemlerde gizliden gizliye yaptığı hocalıkları anlatırmış. Kendisi de birçok şeyi Dedesinden öğrenmiş. Belçika’da çalışıyormuş. Bayramda izine gelmiş. Yanındaki çocuk ta kaynıymış. İstanbul’a gidiyormuş. Oradan da Belçika’ya gidecekmiş.

Bu minval üzere sohbet ederek ve kadının bana sorduğu dini sorulara bildiğim kadarıyla cevap vererek Afyon’a kadar birlikte geldik. Ben Afyon’da Şuhut’a gitmek üzere indim. Kadın da Belçika’ya gitmek üzere İstanbul’a yoluna devam etti.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder