26 Nisan 2014 Cumartesi

SAYIN CUMURBAŞKANINA MEKTUP


SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZA AÇIK MEKTUPTUR.

 

            Sayın Cumhurbaşkanım.

 

            Kadirli İlçe Müftülüğünde Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni olarak görev yapan bir devlet memuruyum. Trafik Kazaları konusunda sizin Televizyonlarda yayınlanan Trafik kazaları ile ilgili çalışmanızı görünce size bu mektubu yazma gereği duydum. Bende bir Trafik Mağduruyum. Oğlum 2004 yılında geçirdiği trafik kazasında %75 sakat kaldı ve şu an başkasının bakımına muhtaç, sağ tarafı felçli, yürüyemiyor  ve akli dengesi yok. Şu an 20 yaşında ve 1,90 boyunda. Size kazayı ve kazadan sonra yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.

            Sayın Cumhurbaşkanım.

Kaza  Ankara İli Bala İlçesi Bala Lisesi önünde kaldırımda 15 yaşında bir çocuğun arkadan çarpmasıyla meydana geliyor. İlk anda suçu çarpanın babası üstleniyor, gözaltına alınıyor ve hakkında rapor tutulup işlem yapılıyor. Kazadan bir gün sonra Emniyet Amirliğine Vekalet eden Başkomser bizzat evime gelip benim ve oğlumun kimliklerini istiyor, ulaşamayınca eşimin kimlik bilgilerini alıyor. Gerçek rapor o gün kendisine verildiğinden karşı tarafın 8/8 suçlu olduğunu söyleyip gidiyor. Biz de Emniyete güvendiğimizden ve oğlumun durumunun çok ağır olması nedeniyle resmi işlemlerle ilgilenmiyoruz. Öyleki; oğlum ilk anda kaldırıldığı Gazi Ün.Tıp Fakültesi Hastanesinde alınarak kaldırıldığı Ankara Özel Güven Hastanesinde bile 15 gün sonra Yaşam destek cihazlarının fişinin çekilmesi gündeme geldi ve bizden karar vermemiz istendi. 15 gündür hiçbir hayat belirtisi olmayan oğlumun yanına gelen okul sıra arkadaşının sesi üzerine ilk defa kalp ritmi değişiyor ve ilerleyen zamanda fişinin çekilmesinden vazgeçildi. 50 gün Özel Ankara Güven Hastanesi Yoğun Bakım Servisinde yattıktan sonra durumu nedeniyle hiçbir resmi Fizik Rehabilitasyon Hastanesi hastayı kabul etmediğinden Özel İncek Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesine kaldırıldı ve burada 7 ay sonra komada çıkarak  konuşmaya başladı ve bugünkü durumu ile 01.03.2006 tarihinde taburcu edildi.

Sayın Cumhurbaşkanım.

Kazadan 35 gün sonra Kaza yapan çocuğun dedesinin hastaneye gelerek: “Niçin Numune hastanesine kaldırmadınız, hastane masraflarını nasıl ödeyeceksiniz.” Demesi üzerine Ben: “Size güvenerek bu hastaneye kaldırmadım.” Cevabını vererek yanından ayrıldım. Bir gün sonra Bala’ya dönerek resmi evrakları aldığımda da şok oldum. Resmi evraklarda oğlum kaldırımda değil, yol ortasında gösteriliyor ve oğlum 6/8 suçlu gözüküyor. Resmi işlemleri başlattım. Savcı bey Bilirkişi olarak Trafik Raporunu düzenleyen polis memurunun yakın arkadaşı Jandarma Uzm. Çavuşu bilirkişi tayin etmiş ve benim keşfe katılmamamı bizzat istedi. Buna rağmen ben Avukatımı getirerek keşfe katıldım ama o değiştirilmesini istediği veya göz yumduğu raporu onaylatarak resmileştirdi. Mahkememiz başladığında ilk mahkememiz öğle tatilinde görüldü. Polisler hakkındaki soruşturmamızda kapatıldı. İkinci mahkememizde ancak taraf olabildim. İkinci Mahkemenin akabinde istenen kati rapor üzerine Ankara Adliyesi Adli Tıp Kurumuna gittim ve bizim hukuk mücadelemiz başladı. Adli Tıp Kurumunda muayenenin bitimine yakın bir zamanda kazanın Bala Lisesi önünde olduğunu öğrenen doktor bir süre duraksadı ve “Bala Lisesi mi?” diye bana sordu. Bende “Bala Lisesi önünde” dedikten sonra oğlumun sol gözü hizasında bulunan kemik kırığı çöküntüsünü göstererek “Oğlumun yüzünde kalıcı değişiklik var” deyince doktor boş bulunup: “2/8 le adamın dononu alırsın” dedi, söylediğimi dikkate almadı ve daha önce bir olarak verdiği oğlumun kafa kemik kırığını gözümüzün önünde ikiye çıkarttı. Adli Tıp Kurumunda çıktıktan sonra bu kişiyi kimin ziyaret ettiğini araştırma ihtiyacı duydum ve eski bir büyük ağanın torunu olmam nedeniyle işin peşine düştüm. Birkaç ay sonra Bala karakolunda ve savcılığında kazadan sonra yaşananları öğrenmekte,  ilk mahkemeyi öğle tatilinde gördüren ve bu doktoru ziyaret eden üst düzey Emekli Emniyet görevlisi isme ulaşmakta zorlanmadım. Bu sırada Ankara Çocuk Mahkemesinde davamız Bala Asliye Ceza Mahkemesine döndü. Dosya gelmeden Bala Hakimi ile durumu bizzat görüştüm. Ceza ile ilgilenmediğimi söyledim. Suç oranının düzeltilmesinin bana yeteceğini kabul ettirdim. Ama dosya Bala’ya gelmeden bu Hakim Bala’dan ayrıldı. Yerine Sulh Hukuk Mahkemesinde davamıza bakan Hakim ceza davamıza geldi. Bu arada yeni bir Savcı gelerek bizimle hasım olan Kuyumcumuza kiracı oldu.  Mahkememiz başladığında da görevli savcı olarak mahkememizi tam bir maskaralığa dönüştürdü. 04.03.2007 tarihli duruşmamızda bizzat Hakim Beyle tartıştıktan sonra 07.03.2007 tarihinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığına birer dilekçe yazarak şikayette bulundum. Başbakanlık  on beş gün sonra “Adaletin bağımsızlığını” gerekçe göstererek dilekçemi iade etti. Adalet Bakanlığına başvurmam gerektiği belirtiliyordu. Bende gelen dilekçemin başlığını Adalet Bakanlığı olarak düzeltip Adalet Bakanlığına gönderdim.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı dilekçemi işleme koydu ve soruşturma başlattı. Beni ifadeye çağırdı. İfadeye gittim. Savcı bey ifade  sonrası dosyada bir şeylerin olduğunu ve benim Adalete güvenmemi istedi. Bende: “Siz güvenir misiniz?” diye sorumca cevap veremedi ve ilk savcıyı kastederek: “Allah kendi başına da versin” diyebildi. Bende şikayeti bahane ederek tayinimi Ankara Bala’dan Osmaniye Kadirli’ye aldırarak Ankara’dan ayrıldım. Ben ayrıldıktan sonra Bala’daki kaza mahkememiz oğlumun 6/8 suçlu bulunması ile sonuçlandı.

Kadirli’ye geldikten sonra Savcı Beyin soruşturmasının neticesini aldım. Hiçbir suç unsuru bulamıyor ve raporunu “Oğlunun durumunu kabullenemiyor” diye verdiğini öğrendim. Gelen yazıda iki ay içinde dava açabileceğim belirtiliyordu. Bilgi edinme kanunu gereğince Adalet Bakanlığı’ndan soruşturma dosyasını aldım. Dosyada bazı evrakların kaybedildiğini veya gizlendiğini, bazı sahte evrakların olduğunu gördüm. Yasal hakkımı kullanarak Adalet Bakanlığına dava açtım. Polisler hakkında da şikayet dilekçesi verdim. Şikayet dilekçeme işlem yapılmadığından Emniyet Genel Müdürlüğü adına da dava açtım. Mahkeme Emniyeti hasımlıktan çıkararak yerine Ankara Valiliği’ni hasım kabul ederek davayı da kabul etti. Davalarım şu anda devam ediyor.

            Sayın Cumhurbaşkanım.

            Davaları kazanmak için açmadım. Amacım iç hukuku tüketmek. Çünkü artık ne Türk Emniyetine  ne de Türk Adaletine güveniyorum. Adaletin bağımsız olduğuna da inanmıyorum. Dava açtığım Savcı şu anda size de AKP’den dava açan Yargıtay Savcısı. Neticede de benim davalarıma son kararı Yargıtay verecek. Adalet Bakanlığına açığım dava dosyası 14. Ankara İdare mahkemesinde ve 2007/1921 sayılı dosya. Ankara Valiliğine açtığım dava da Ankara 12 İdare mahkemesinde ve 2008/276 sayılı dosya. Dava dilekçelerime ilgili dosyada ulaşılacağı gibi MSN adresimin kullanıcı alanı blog kısmında ulaşılabilir. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı olarak sizin rahatlıkla ulaşabileceğinizi de biliyorum.

            Sayın Cumhurbaşkanım.

            Kazadan sonra yaklaşık dört yıl geçti. Artık oğlumun tedaviyle yürüyebilse de akli dengesinin düzelebileceğine inanmıyorum. Özel Hastanelerde geçen iki yılımın ardından maddi ve manevi olarak tükendim. Şu an maaşında 6 icra bulunan devlet memuruyum. Buna rağmen sizden maddi talepte bulunmuyorum. Kaza zamanı oğlumun evraklarını değiştiren veya değiştirilmesine göz yuman kamu görevlileri bu gün daha üst görevdeler. Hastanede bulunduğum süre içerisinde yüzlerce hasta ve hasta sahiplerine rastladım. Ben köklü bir aileden gelmeme, tedavi için evimi satmama rağmen bu duruma düşebiliyorsam “Allah kimsesiz vatandaşlara yardım etsin diyorum.” Bu sistemin yanlış olduğunu açıkça söylüyorum. Bu konuda bir kitap yazmaya çalışıyorum. Mahkeme bitiminden sonra da yayınlayacağım. Bu açık mektupta kitabımda yer alacaktır. Her şey neticede insan unsuruna dayanmaktadır. İnsanlarımızın düzelmediği, iyilerin kötülere karşı üstün olmadığı sürece de bu durumun düzeleceğine inanmıyorum.

 

Saygılarımla arz erdim.

 

 

 

                                                                                                                            30.04.2008

                                                                                                                        Mustafa DEMİR

24 Nisan 2014 Perşembe

BAŞBAKANA MEKTUP


 SAYIN  BAŞBAKAN’A AÇIK MEKTUPTUR.

 

Sayın Başbakanım.

 

Diyanetten emekli bir memurum. Oğlum 06.08.2004 yılında geçirdiği trafik kazasında %75 sakat kaldı ve şu an başkasının bakımına muhtaç, sağ tarafı felçli, yürüyemiyor  ve akli dengesi yok. Şu an 24 yaşında ve 1,90 boyunda. Size kazayı ve kazadan sonra yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.

Sayın Başbakanım.

Kaza  Ankara İli Bala İlçesi Bala Lisesi önünde kaldırımda 15 yaşında bir çocuğun arkadan çarpmasıyla meydana gelmiştir. İlk anda suçu çarpanın babası üstlenmiş, gözaltına alınmış ve hakkında rapor tutulup işlem yapılmıştır. Kazadan bir gün sonra Emniyet Amirliğine Vekalet eden Başkomser bizzat evime gelip benim ve oğlumun kimliklerini istemiş, alamayınca eşimin kimlik bilgilerini almıştır. Gerçek rapor o gün kendisine verildiğinden karşı tarafın 8/8 suçlu olduğunu söyleyip gitmiştir. Biz de Emniyete güvendiğimizden ve oğlumun durumunun çok ağır olması nedeniyle resmi işlemlerle ilgilenmedik. 50 gün Özel Ankara Güven Hastanesi Yoğun Bakım Servisinde yattıktan sonra durumu nedeniyle “koopere kurulamadığı gerekçesiyle” hiçbir resmi Fizik Rehabilitasyon Hastanesi hastayı kabul etmediğinden Özel İncek Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesine kaldırıldı ve burada 7 ay sonra komada çıkarak  konuşmaya başladı ve bugünkü durumu ile 01.03.2006 tarihinde taburcu edildi. Sara ve ağır Nörolojik ilaçlar kullanıyor. Zaman zaman Ambulansla hastaneye kaldırmak zorunda kalıyoruz. Tedavi ve bakımına evden devam ediliyor. Mahkeme kararı ile Velayetini üzerime aldım.

Sayın Başbakanım.

Bala’ya dönerek resmi evrakları aldığımda da şok oldum. Resmi evraklarda oğlum kaldırımda değil, yol ortasında gösteriliyor ve oğlum 6/8 suçlu gözüküyordu. Resmi işlemleri başlattım. Başkomiser hemen emekli olu kaçtı ve bir türlü mahkemeye çıkartılamadı. Savcı bey  bir uzman Çavuşu “Bilirkişi” olarak  atadı ve değiştirilmesine göz yumduğu raporu onaylatarak resmileştirdi. Ama daha sonra keşfe katılan bir uzman benim ailemin kim olduğunu öğrenince hemen raporu düzenleyenle birlikte kendilerine rüşvet veren Kuyumcu’nun dükkanına geldiler ve daha sonra konuşarak tüm rezaleti ortaya çıkardı. Mahkememiz Ankara Çocuk Mahkemesinde başladığında ilk mahkememiz öğle tatilinde görüldü. Polisler hakkındaki soruşturmamızda kapatıldı. İkinci mahkememizde ancak taraf olabildim. İkinci Mahkemenin akabinde istenen kati rapor üzerine Ankara Adliyesi Adli Tıp Kurumuna gittim ve doktorun taraflı tutumu nedeniyle bizim hukuk mücadelemiz başladı. Bu sırada Ankara Çocuk Mahkemesinde davamız Bala Asliye Ceza Mahkemesine döndü.  Bala’yada yeni bir Savcı gelerek bizimle hasım olan Kuyumcuya kiracı oldu.  Mahkememiz başladığında da görevli Savcı olarak mahkememizi tam bir maskaralığa dönüştürdü. 04.03.2007 tarihli duruşmamızda bizzat Hakim Beyle tartıştıktan sonra 07.03.2007 tarihinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığına birer dilekçe yazarak şikayette bulundum. Başbakanlık  on beş gün sonra “Adaletin bağımsızlığını” gerekçe göstererek dilekçemi iade etti. Adalet Bakanlığına başvurmam gerektiği belirtiliyordu. Bende gelen dilekçemin başlığını Adalet Bakanlığı olarak düzeltip Adalet Bakanlığına gönderdim.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı dilekçemi işleme koydu ve soruşturma başlattı. Bende şikayeti bahane ederek tayinimi Ankara Bala’dan Osmaniye Kadirli’ye aldırarak Ankara’dan ayrıldım. Ben ayrıldıktan sonra Bala’daki kaza mahkememiz oğlumun 6/8 suçlu bulunması ile sonuçlandı.

Sayın Başbakanım.

Osmaniye-Kadirli’ye geldikten sonra Savcı Beyin soruşturmasının neticesini aldım. Hiçbir suç unsuru bulamıyor ve raporunu “Oğlunun durumunu kabullenemiyor” diye verdiğini öğrendim. Bilgi edinme kanunu gereğince Adalet Bakanlığı’ndan soruşturma dosyasını aldım. Dosyada bazı evrakların kaybedildiğini veya gizlendiğini, bazı sahte evrakların olduğunu gördüm. Yasal hakkımı kullanarak Adalet Bakanlığına dava açtım. Dava Kabul edilmesine rağmen Bakanlığınızca “Soruşturma İzni” verilmediği için aleyhime sonuçlamdı. Polisler hakkında da şikayet dilekçesi verdim. Şikayet dilekçeme işlem yapılmadığından Emniyet Genel Müdürlüğü adına da dava açtım. Mahkeme Emniyeti hasımlıktan çıkararak yerine Ankara Valiliği’ni hasım kabul ederek davayı da kabul etti. Bu dava şu anda devam ediyor.

              Sayın Başbakanım.

Davalar tam bir komediye dönüştü ve yedi yıldır bitmiyor. Dosyalarda sahte evraklar, kaybolan raporlar ve tanık ifadeleri, tüm ısrarlarımıza rağmen çağrılmayan bilirkişi ve tanıklar ne ararsanız mevcut. Öyleki kaza yapan taraf rüşvet verdiğini inkar edemiyor, karşımızda çekildi. Polisler bir türlü mahkemeye çıkartılamıyor.Trafik Polisi Rüşveti inkar etmeyip kendisine birşy olmayacağını iddia ediyor. Ona göre Savcı ve Mahkeme kendisini korurmuş.Karakol Pazar günü yazı yazıyor ve Savcıya imza ile teslim ediyor, ifadelerinde ise Pazar günü Savcının gelmediğini idda ediyorlar. Ne hikmetse her iki evrakta mahkemelerde doğru kabul ediliyor. Mahkemede yalan söylediği ispat edilen tanık’ın yalan ifadesine göre karar veriliyor.

Sayın Başbakanım.

Kazanın bir de maddi boyutu vardır. İki yıla yakın özel hastanelerde kaldım ve yasal olarak tedavi masraflarının yarısı tarafımdan ödendi. Buda yüklu bir masraf demektir. Bu masrafı karşılayabilmekte zorlandım ve bende çalıştığım yer Diyanet Vakfı Şubesine yardım için başvurdum.(Bende Muhasip Uye idim.) Dilekçem Diyanet Vakfı Genel Merkezine gönderildi. Önce yardım etmek istemediler. Vakıflar Genel Müdürlüğünün yazısı var dediler. Ama bir daire başkanının kızı için yüklü bir mitar yardım yapıldığının, bu kişinin masrafı Diyanet Vakfına ödetip daha sonra masraflarını devletten aldığının ortaya çıkması üzerine yapılan şikayette kendisine dava açılmasını sebep gösterdiler. Ama bu kişiye yardım kampanyası başlatıp dava konusu parayıda yardımla ödemeleri üzerine bana da yardım sözü vermek zorunda kaldılar. Ama yardımı son anda “Emsal teşkil eder” gerekçesiyle reddettiler. Bende o zamanki Başkan’a bizzat mektup yazarak “Hastamı ziyaret etmiyorsunuz bari yardımı yapın. Emsal teşkil etsin, personelinize yardım sizin görevinizdir” mahiyetinde bir mektup yazdım ama cevap alamadım. Daha sonra Diyanet Vakfı Genel Merkezinde Şubece yardım yapılmasına dair bir yazı aldım. Ve 2006 yılı Ekim ayında cüzi bir yardım aldım. 2007 yılı Mayıs ayında İlçeden naklen ayrılırken Haziran 2007 ayı ayında mahkemememiz biteceği için benden yardım olarak hazırladığı yardım senetlerini imzalamamı istedi. Ben İlçe merkez Camiini yardım senetleri ile yaptığımdan yardım kanunlarını çok iyi bildiğim için imzaladım. Çünkü: Borçlar Kanunu’na göre herhangir şeyin karşılığı olmayan senetlerin hükmü yoktur. Yardımlar da karşılıksızdır. Vakıflar Kanununa göre de; Vakıflar ve Şubeleri “BORÇ” veremezler ve alamazlar. Ancak yardım verirler ve alırlar. Yardımlarda zorla tahsil edilemezler. Mahkeme bitmezse ödemeyeceğimide açıkça da söyledim. Senetlerini imzaladığım İlçe Müftüsü de bunu inkar etmiyor.

Sayın Başbakanım.

Haziran ayında Mahkememiz reddedildi. Bende ödemeyi durdurdum. Yargıtay da bu ret kararını bozdu.  Mahkememiz de uzadı, bu gün bile bitmiş değil. Bala’dan ayrıldıktan ve Mahkememiz reddedildikten sonra çok zor duruma düştüm. Diyanet Yöneticileri sözlerini tutmayarak teminat yazısı almalarına rağmen söz verdikleri 20.000.- TL (2004 yılında bu günkü parayla YİRMİBİN TL)  yardımı yapmamaları nedeniyle temerrüte düştüm ve evimi satmama rağmen borçlarımı ödeyemedim. Aldığım Krediler ve Kredi kartlarım  icralık oldu. Bu sıkındı içinde Mahkeme dosyasını aldığımda tam bir rezaletle karşılaştım ve yukarıda belirttiğim davaları bu sıkıntılar içerisinde açtım. Diyanet’te yasal yetkisi olmadığı halde bana soruşturma açtı. Vakıf Şubesinin yaptığı yardımı  keyfi ve ahlaksızca “BORÇ” addedip enzor zamanımda geri istedi ve beni icraya verdi. Bende karşı dava açmama rağmen yardım yazısı Mahkemece istenmeyerek isteğimi reddetti. Bankalar bile onca alacaklarına rağmen emekli ikramiyeme dokunmazken Diyenet Emekli ikramiyeme el koydurdu. Mahkeme kararını usulen temyiz edip ısrarla yardım yazısını isteyince hastanede yattığım sırada icranın dondurulduğu mesajını aldım ama daha sonra dondurulma kararına uyulmayarak bu paranın ödendiğini öğrendim. Başbakanlık BİMER’e e-mail gönderdim ve artık bu konunun kaza davası ile birlikte İnsan Hakları Mahkemesi’ne iletileceğini belirttim. Oğlumun Diş alacağı da Mahkemeye intikal etti ve rezaletle sonuçlandı. Şu an dosya nerede bilemiyorum.

Sayın Başbanaknım.

Memuriyet hayatımda çeşitli olaylarla karşılaştım. Bunları Diyanet Teşkilatındaki keyfilik, ahlaksızlık ve Medeni kanunların arkasına saklanmak olarak izah edebilirim. 1991 yılında yalan söyleyen ilçe müftüsüne sadece “Yalan Söylüyorsun” dediğim için Çelik Kasada bulunan  6 kişinin maaşını yemekle suçlandım ve açığa alındım. Ailemin kasadaki parayı ödemesi üzerine görevime döndüm ve sürgün edildim. 2000 yılında Mekke de Hac görevinde karşılaştığımda ise Hacıların Kurban parasını yiyen bir “Din Adamı?” olarak karşıma çıktı. Bu olayda orgize olduklarını biliyorum ve şu anki Başkan’ında bundan habersiz olduğuna inanmıyorum.

O zaman sürgün edildiğim Çatalzeytin’de Bala ya döndüm ve uzun zaman Bala’da kaldım. Bala merkez Camiinin yapılmasında Musasip olarak görev yaptım. Cami büyük oranda senetlerle yapıldığı halde böyle bir rezalet yaşanmadı. 2000 yılında atanan Müftü her türlü ahlaksız duruma imza attı. Karşı çıkınca bana “Sen yetkili değilsin” diyordu. Öyleki  Çelik kasadaki bana ait makbuz koçanını bana muhalif olan Belediye Başkanına verecek kadar alçakça davrandı. Bende öğrenince dayanamadım ve kendisine “Belediye Başkanı benim amirim değil, git tayinimi çıkart” demek zorunda kaldım. Susup ahlaksızca sicilimle oynadı. Belediye Başkanına verdiği makbuzların aslını yerine koyup işime devam ettim. Kendiside kendine yalakalık yapan memuru torpille Şef yapıp Diyanete Din İşleri Yüksek Kuruluna gitti. Diyanet adına fetva vermekle meşgul. Kaza zamanında Savcının ve polislerin rüşvet yemesinde bu Müftü ve torpilli Şef’inin etkisinin büyük olduğunu inkar edemem. Kendisi Vakıf Şubesini Belediye Başkanına peşkeş çekerken  karşı çıktığım için beni suçlaması en hafif tabirle Ahlaksızlıktır. Kendisinden önce herşey bir düzen içerininde Makbuzsuz ve kayıtsız hiçbir şey yapılmazken kendisi zamanında “iş başkasına fatura başkasında” şeklinde yapılmıştır. Buna en iyi örnek te benim M2 si 800.-Tl ye KDV dahil verdiğim Cami iç sıvası anlaşması iptal edilerek Belediye Başkanının adamna M2 si 2500 TL +KDV şeklinde  verilmiş, adam da birasını içerek Camiyi sıvamış ve bira şişelerini Cami’de temizlemek halen görevli olan cami İmami’na düşmüştü.

Sayın Başbakanım.

Adalet Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü kendi personelini korumak için elinden geleni yaparkan Diyanet İşleri Başkanlığı yöneticilerinin suç uydurup bana ceza vermeleri nasıl bir insanlıktır. Diyanet’in keyfi borçlanan kişilere bile vermemesi gerektiği cezayı bana vermiş olduğunun benim açımdan hiçbir değeri yoktur. Diyanet İşleri Başkanı herşeyden önce insan olsaydı bana uydurma ceza yerine bir “Geçmiş Olsun” dileğinde bulunması gerekirdi. Hastamı ziyaret etmesi veya ettirmesi gerekirdi. Bu insanlık gereğidir. Benim kaldığım hastahane 200 yataklı olduğu için her kurumdan hasta bulunuyordu. Başta Emniyet, Merkez Bankası ve Botaş hastaları olmak üzere ağır hastası olupta ziyaretine gelmeyen Kurum Yöneticileri olmadı. Hem ziyaretine geldiler, hemde hastanın tüm masraflarını kendi Vakıflarınca ödediler. Benimde Kürsüye çıkıp fetva veren amirlerim ise bırakın yardımı ziyareti, zorlukla alınan cüzi yardımı üç yıl sonra borç ilan edip icra yoluyla geri aldılar.  Bu nedenle rüşvet yiyen Savcı Hakim ve Emniyet mensuplarına söyleyecek bir söz bulamıyorum. Çünkü Diyanet yetkilieri onlardan daha ahlaksız çıktı. Ne Dini ne de Medeni kanuna saygıları var.

Sayın Başbakanım.

Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde Diyanet İşleri Başkanlığını “ÖZERK” bir Kurum haline getirmeniz en azından onların Medeni Kanunlar arkasına saklanmalarını önleyecektir. Batıda Kiliselerin olduğu gibi  İslam’ında kendi kanunları çerçevesinde görev yapmaları bu Kurumu daha değerli hale getirecektir. Halk nezdinde de saygınlık kazanmaları sağlanacaktır. Çünkü o zaman Diyanet yöneticileri “ATANMA” ile değil liyakatlarına göre “SEÇİMLE” iş başına geleceklerdir.

Kusura bakmayın Başbakanım ama benim bu konuları “İnsan Hakları Mahkemesine” taşımaktan başka çarem yoktur. Kimsenin beni paramla rezil etmeye de hakkı yoktur. Evimi satmama, Emekli İkramiyemi dağıtmama rağmen hala borçtan kurtulabilmiş değilim. Savcı Hakim ve Polisin rüşvet yemesi ve Diyanet Yöneticilerinin ahlaksız oluşu beni sıkıntıya koymuştur. Bu nedenle ben Diyaliz Hastası oldum. Eşim Kalp amliyatı geçirdi. Oğlum mağdur. Üç çocuğümda Üniversite öğrencisi. Buna rağmen Allah’a Şükürler olsun ayaktayız. Ne gerekiyorsa da yapacağız.

Sayın  Başbabakanım.

             Kazadan sonra yaklaşık yedi yıl geçti. Artık oğlumun tedaviyle yürüyebilse de akli dengesinin düzelebileceğine inanmıyorum. Özel Hastanelerde geçen iki yılımın ardından maddi ve manevi olarak tükendim. Şu an emekli devlet memuruyum. Tedavi için evimi sattığımdan Kirada oturuyorum. Kaza zamanı “RÜŞVETLE” oğlumun evraklarını değiştiren ve değiştirilmesine göz yuman kamu görevlileri bu gün daha üst görevdeler. Mahkemelerden de herhangi bir beklentim yok. Dosyaları “İnsan Hakları Mahkemesi”ne taşıyabilmek için ancak “Hukuk Tamamlama” mücadelesi yapıyorum. Bu konuda da bir kitap yazmaya çalışıyorum. Mahkeme bitiminden sonra da yayınlayacağım. Bu açık mektupta kitabımda yer alacaktır. Her şey neticede insan unsuruna dayanmaktadır. İnsanlarımızın düzelmediği, iyilerin kötülere karşı üstün olmadığı sürece de bu durumların devam edeceğine inanıyorum.

Saygılarımla arz ederim.                                    
                                                                                                                24.06.2011

                                                                                                                     Mustafa DEMİR
Not: Bu mektuba Sayın Başbakan tarafından hiçbir cevap verilmemiş, Başbakan adına cevap veren şu anki Adalet Bakanının da cevabı yalan çıkmıştır. Diyanet İşleri Başkanına da "Nitelikli Dolandırıcı" olarak Avrupa İnsan Hakları nezdinde Dava açılmıştır. 24.04.2014

22 Nisan 2014 Salı

TÜRK HALKINI İLGİLENDİRMEZ


TÜRK HALKINI İLGİLENDİRMEZ

 

            Bala’da çalıştığım sıralarda yine bir personel hakkında şikayet gelmişti. Önce inanmak istemedimse de görevim gereği araştırmak ve gereğini yapmak zorunluluğum olduğundan konuyu araştırmaya başladım. Şikayet doğruydu, fakat açıklanması Kurum adına sakıncalı olduğundan açıklamamayı daha uygun görmüştüm.

            Personeli uyarmama rağmen ahlaksız tutumunu sürdürmeye devam etmişti. Daha önce de vekaleten görev yaptığı yerden aynı yönden şikayet geldiğinden görevliyi takibe almıştık. Tam bu sıralarda hükumet tarafından zinanın suç olmaktan çıkartıldığı haberi medyaya yansımıştı. Ben bu durumu şikayetçiye anlatınca İmamın geldiği kadının yakınları da imamın evine baskın yapacaklarını, onlarda imamım karısına gideceklerini ifade etmişler, durum daha da kötü bir hal almıştı.

            Benim ısrarım üzerine de şikayetçi, resmi olarak şikayette bulunmamış, imamın geldiği genç dul kadını benim bulunduğum ortamda konuşturmuştu. Kadın ahlaksız bir şekilde İmamdan çocuk sahibi olmak istediğini söylüyordu. Bu benim bizzat kulaklarımla duyduğum cümleydi. Kadın gittikten sonra şikayetçiye: buranın küçük bir ilçe olduğunu, böyle bir şeyin duyulmasının kurum adına çok kötü olacağını söyledim. Bu kişiyi en kısa zamanda bu ilçeden gönderme sözü verdim. O da bu gerçekleşmezse, yani imam burada gitmezse imamın evine baskın yapacaklarını tekrarladı.

            Daireye çıktığımda o imamın bacanağını çağırdım. Kendisini hemen Müftü Bey’in odasına alıp imamı sordum, durumu anlattım. Durumdan haberdardı. Olanlardan o da rahatsızdı. İmama:

            -Bacanağına söyle, kendisine en kısa zamanda ilçe dışında bir yer bulsun! Yoksa hiç tereddüt etmeden hakkında yasal işlem başlatırım. Dedim.

            Dediğim gibi imam en kısa sürede ilçeden ayrıldı. Tayinini yaptırdı, Ankara Merkez’e gitti. Bizde konuyu kapattık.

            Oğlum tarfik kazası geçirdiğinde bu kişi yine arkamda konuşmuş, güya onun duasıyla oğlum kaza geçirmişmiş. Ben bunları duyunca güldüm ve bana söyleyen kişiye de:

            -İtin duası makbul olsaydı gökten kemik yağardı. Dedim.

            Oğlumun kazası nedeniyle büyük sıkıntı yaşamama rağmen yine Allah’ın yardımıyla elimden geleni yapmaya çalıştım. Hastane-İş arasında mekik dokurken bir yandan da Rüşvet nedeniyle rezalete dönüşen oğlumun davasıyla uğraşıyordum.

            Diyanet İşleri Başkanlığı bana yardım sözünü tutmamıştı. Borç isteğimi de “Emsal teşkil eder” gerekçesiyle geri çevirmişti. Diyanet Vakfının Müfettişlerini sıkıştırarak aldığım küçük yardımda ben Bala’dan ayrıldıktan sonra Ahlaksız bir şekilde evraklarla oynanarak borç haline getirilmişti. Borcun mahkemeye taşınması üzerine de bizzat benim getirdiğim yazı ve benim hazırladığım yardım dosyası Diyanet İşleri Başkanlığından gelen iki görevli tarafından alınmıştı. Ben resmen bu yazı ve dosyayı isteyince de böyle bir yazı ve dosyanın olmadığı kaymakam imzalı resmi yazıyla bildirilmişti.

            Mahkeme olumsuz sonuçlanınca konu Anayasa mahkemesine bireysel başburu olarak taşınmış, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereğince de sicilimdeki iftira evraklarına ulaşılmıştı. Ben neyimişim de haberim yokmuş! İslahiye’de dört kişinin maaşını yemişim. Düziçinde de para yiyen memurmuşum. Ankara da Camide toplanan paraları İmamla kırışıp yarısıyla ev ve arsa almışım. Kurum sanki Diyanet İşleri Başkanlığı değil İftira İşleri Başkanlığıydı.

            Bu konular Mahkemeye taşınmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye hakkındaki bir kararı nedeniyle sicilimdeki iftira evrakları Anayasa Mahkemesindeki dosyasından ayrılarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmişti.

            Ben tam bunlarla uğraşırken benim Bala’da namussuzluğu nedeniyle kovduğum imamın Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yanına yeni yapılan ve Ahmet Hamdi Akseki adı verilen güzide camiye İmam olarak atandığını öğrendim. Kulaklarıma inanamadım. Gerçi daha önce Diyanet İşleri Başkanı ve yöneticilerini Başbakan’a Ahlaksızlıkları konusunda şikayet etmiş, Başbakandan değil ama o zaman Diyanet İşleri Başkanlığına bakan Bakan’dan yalan da olsa bir cevap alabilmiştim.

            Bunu kabullenmem biraz zordu. Bilgisayar üzerinden Diyanet İşleri Başkanlığına, bu imamın o camiye atanıp atanmadığını öğrenmek için Bilgi Edinme Kanunu Hakkı ile bir mesaj gönderip cevap istedim. Gönderdiğim masaj : Ankara Bala Müftülük VHKİ iken Osmaniye Kadirli'ye atanmış ve orada emekli olmuş bir memurum. Memuriyetimle ilgili hatıratımı kaleme aldığımdan Bala'da birlikte görev yaptığım .... Sicil Numaralı İmam-Hatip .....ın Çankaya Müftülü emrinde iken Başkanlığınız yanına yaptırılan camide görevlendirildiği duyumunu aldım. .....ın Başkanlık Merkez Binası yanında yeni yaptırılan camiye asaleten atandığının veya vekaleten görevlendirilip görevblendirilmediğinin tarafıma resmi olarak bildirilmesini arz ve talep ederim. 09.12.2013

            Verilen cevapsa çok ilginçti:  “Sayın İlgili, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik'in 36. maddesi gereği; e-maliniz işleme konulamamıştır. Bilgilerinizi rica eder, sağlıklı günler dileriz”

            4982 sayılı yasanın ilgili yönetmeliğinin maddesi ise aynen şöyle diyordu: “Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile kurum içi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkındaki bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır. Ancak, söz konusu düzenlemeden etkilenen kurum çalışanlarının bilgi edinme hakları saklıdır.”

            Yani halka Dini anlatmak için kurulan bir kurumun merkezinin yanına yaptığı bir güzide camiye namussuz bir imamın atanması Türk kamuoyunu ilgilendirmeyen bir durumdu.

            Ne diyeyim....Peygamber efendimiz (SAV) bir hadisi şeriflerinde:

            “Kişi sevdiğiyle beraberdir(beraber haşrolunacaktır.) buyurmaktadır.

           

 

 

 

17 Nisan 2014 Perşembe

2. KUVAY-İ MİLLİYE


2. KUVAY-İ MİLLİYE

 

AKP hükümetinin ilk kurulduğu ve Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni Başbakan olduğu dönemde bunu hazmedemeyen bazı muhalifler 2.Kuvay-i Milliye diye bir oluşum içine girmişlerdi. Bunlar, Türkiye’nin Atatürkçü çizgiden ayrıldığını iddia ediyorlar, ülkeyi yeniden Atatürkçü çizgiye getireceklerini iddia ediyorlardı. Halbuki gerçekte hepsi kendi çıkarının peşinde koşan, makam-mevki ve para kazanma hırsı taşıyan zavallılardı.

Kuvay-i Milliye, kelime olarak Milli Kuvvetler demekti. 1. Dünya savaşından sonra koca Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi ve Batılılarca Fiilen işgal edilmesi üzerine başta Atatürk olmak üzere birçok Osmanlı Paşa’sının Anadoluya gönderilerek ülkenin Fiilen Batılıların işgalinde kurtarılması amacıyla oluşturulan yerel milis güçlerinin ve derneklerinin bir çatı altında toplanarak düşmanla topyekün mücadele edilmesiydi. Bunun için Samsun, Amasya, Erzurum ve Sivas kongreleri tertip edilmiş, halk galeyana getirilmeye çalışılmıştır. Bunu yaparken de Din, Vatan, Namus kavramları ön plana çıkartılmış, halk Din elden gidiyor, Namus elden gidiyor, Vatan elden gidiyor söylemleri ile bir araya getirilmeye çalışılmış ve bundan da muvaffak olunmuştu.

Vatan kurtarılınca eski söylemler unutulmuş, ülke içki masalarında yönetilmeye çalışılmış, kendilerini vatanı kurtarması için Anadoluya gönderen Osmanlı Padişah ve veliahtları aileleri ile birlikte “Vatan Haini” ilan edilerek bir gecede yurtdışına sürülmüş ve ahlaksız bir şekilde “kaçtıkları” iddia edilmişti.

Hükümet merkezi Ankara –Çankaya’ya taşınmış, Atatürk’ün etrafına toplanan ve çoğu azınlıklardan oluşan bir zümre Türk halkının Çankaya’ya çıkmasını bile yasaklamış, ülke içki sofrasında yönetilmeye başlanmıştı. Bu arada Kuvy-ı Milliye söylemleri unutulmuş, Dindarlar yobaz ilan edilmiş, Camilerin ahır yapılmasına kimse ses çıkaramaz olmuştu. Ülkede kurulan Diyanet İşleri Reisliğinin başındaki kişi aynı zamanda Cumhuriyet Halk Fırkasının Ankara İl Başkanı olup bu olup bitenlere ses çıkarmak bir yana buna itiraz eden din adamlarını susturmakla meşguldü.

Bir kısım mutlu azınlık Çankaya sofralarında Atatürk’e dalkavukluk ederek çıkarlarına bakmışlar, “Devletin malı deniz, yemeyen keriz” sözü halk arasında darbı mesel haline gelmişti. İstaklal Mahkemeleri ile halkın ileri gelenleri susturulmuş, yalan ve iftiralarla kendi halkına top, tüfek ve uçaklarla saldırılmış, Dersimde binlerce kişi çoluk-çocuk, kadın-erkek denmeden mağaralarda zehirli gazlarla öldürülmüş, kurşunlanmış, din ve din adamları ortadan kaldırılmıştı. Benim aklımda kalansa Menemende cereyan eden hadisede Kubilayı kesen Afyoncu Hoca idam edilmeye götürülürken: “Hani bana para vereceklerdi” diye bağırarak gebertilmiş ve akebinde binlerce din adamı ya idam edilmiş, ya da sürgün edilmişti.

İnkılap adı altında harf devrimi yapılmış, Atatürk’ün metresinin isteğiyle gerçekleştirilen bu devrimle daha önce Selanik dönme ve yahudilerinin kendi aralarına kullandıkları yazı çeşidi Türk halkına zorla kabul ettirilmiş, dönemin Milli Eğitim Bakanının söylemiyle: Binlerce Alim Cahil yapılarak sokağa salınmıştı. Buna mukabil de binlerce Cahil Alim yapılarak Türk halkının başına bela edilmişti.

Kılık- kıyafet devrimiyle de medeniyet adı altında Yahudi kıyafetlerinin giyilmesi zorunlu hale getirilmiş, Şapka Devrimi ile savaştan yeni çıkmış Türk halkının elinde kalan çok az bir varlık ta Yahudi Tüccarlara peşkeş çekilmişti. Benim aklımda kalansa: Bir Yahudi tüccarın İtalya’da getirttiği kirli şapkaları geceleri temizleterek kadın-erkek ayrımı yapmadan Türk halkına bir maaştan fazla paraya satmasıydı. Öyleki kayıtlarda memurlara bir maaştan fazla olan şapkalardan alabilmesi için kredi bile verildiği vardı.

Atatürkün ölümünden sonra Milli Şef olan İnönü döneminde Atatürk dönemi mumla aranır hale gelmiş, artık ezanlar bile Türkçe okunur hale getirilmişti. Ülkede dinden bahsetmek suç, gazetelerin dinden bahsetmesi kapatılma sebebiydi. Halbuki bu ülke “Din elden gidiyor” diye kurtarılmıştı.

Menderes döneminde halk biraz rahat etmiş de ihtilaller, anarşik olaylar, Sıkıyönetimlerler, ekonomik krizler derken bu günlere gelinmişti. Demirel’in dediği gibi herkes Milyoner olmuştu. Artık “Bir Milyonu” olmayan tuvalete bile gidemiyordu.

Atatürk ve İnönü döneminin yağlı ikballerini özleyen bir gurup mutlu azınlık artık yine Kuvay-i Milliye peşine düşmüş, kendi istikballerini garanti altına almak istiyorlardı.

Bala’da memurluk yaparken Maliye’de tayini çıkan bir arkadaşın veda yemeğinde 2. Kuvay-i Milliye anlatılıyor, heyecanla ülke Ak parti tahakkümünde kurtarılıyordu. Bende hiç sesimi çıkarmadan yemeğimi yiyor, anlatınları dinliyordum.

            Maliyedeki Şef arkadaş bana dönerek:

            -Hocam senin hiç sesin çıkmıyor. Sen niye konuşmuyorsun! Diye bana laf attı. Ben:

            -Sen Kuvay-i Milliye’nin ne olduğunu biliyormusun? Diye sordum. Şef:

            -Milletin halkıyla, Askeriyle bir olup Vatanı kurtarmasıdır diye cevap verince ben:

            -Vatanı neyden kurtaracaksınız? Diye sordum. Sustu cevap veremedi. Ben :

            -Kuvayı Milliye Vatanın düşman işgalinden kurtarılması için kurulmuş örgütlerin bir çatı altında toplanmasıdır. Kuvay-i Milliyenin söylemi: Din elden gidiyor!, Namus elden gidiyor!, Vatan elden gidiyor!, şeklindeydi. Halk Dinine, Namusuna ve Vatanına sahip olmak için Kuvayi Milliye’ye yardım etti. Düşmanla bunlar için mücadele etti....

            -Şimdi ise: Dindarlar Yobaz oldu, Namussuzlar yetkili oldu, Vatan da tehlikede değil! Sen halkı aptal mı sanıyorsun! Sen, Makam, Mevki ve Para peşinde koşacaksın diye bu halkın peşinde geleceğini mi sanıyorsun? Bu halk sestenmez ama yapılan herşeyi görür, bilir!

Dedim.

            Yemekteki herkes susmuş beni dinliyordu. Şefe dönerek devam ettim:

            -Bu halkın gelirini bir kesinde görün bakalım neler oluyor, bir maaş ödemesi yapma bakalım sana nasıl davranılıyor? Gerçekler daima farklıdır. Halk sizin gibi makam, mevki peşinde koşanların arkasında asla gitmez!

            Artık herkes susmuştu. Yemek bittikten sonra dışa çıkınca:

            -Hocam, ne biçim konuştun öyle, adamlar ne anlatacığını şaşırdı.. dediler. Ben:

            -Gerçekler hiçbir zaman değişmez, kendi çıkarına değil, halkın çıkarına çalışan her zaman kazanır. Türkiye Cumhuriyetinde çıkarcıların iş başında olduğu hiçbir hkümet başarılı olamamıştır. Bunlarda halkı bırakıp kendi çıkarlarına çalışırlarsa onlarda alaşağı edilirler merak etme. Öyle Kuvay-i Milliye, Muvayi Milliye bunlar boş iştir, Abesle iştigaldir. Dedim

            Bir süre sonra da Balyoz, Ayışığı, Ergenekon gibi bir sürü abes oluşum mahkemede ayağa düştü. Genel Kurmay Başkanı eline tek atımlık bazuka’yı alıp “bu borudur” demekle kimseyi inandıramadı ve kendini cezaevinde buldu. Kendi gibi bir sürü Makam, mevki ve iyi bir gelecekle birlikte Atatürk’ün Çankaya sofrası gibi sofra hayal eden yiyiciler şu an Cezaevlerinde “tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını” pardon, Devletin yemeğini yemekle meşguller....




RAMAZAN TEKİN SORUŞTURMASI


RİZE AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

SUNULMAK ÜZERE

AKÇAABAT CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA

                                                                             Soruşturma No: 2014/687

                                                                                Karar No         : 2014/490

DAVACI                                 :  K.H.    

MÜŞTEKİ (İtiraz Eden)       :   Mustafa DEMİR, 
 
İLGİLİLER                            :   Ramazan TEKİN –Eski Nurdağı İlçe Müftüsü

                                                      Ali YAZICI- Eski  İslahiye İlçe Müftüsü

KARAR VEREN                  :    AKÇAABAT CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI

 DOSYA NO                          :   2014/687 Soruşturma , 2014/490 Karar

KARAR TARİ           :   21.03.2014

TEBLİĞ TARİHİ                 :    16.04.2014 

KONU                               :   Görevi Kötüye Kullanma şikayetimin Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararına İtiraz.

 

AÇIKLAMA                         :    Akçaabat Cumhuriyet Başsavcılığına vermiş olduğum 05.03.2014 dilekçemle ilgililer hakkında şikayetim hiçbir soruşturma yapılmadan “KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA”  karar verilerek reddedilmiştir. Bu nedenle RİZE AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA sunulmak üzere bu itiraz yapılmıştır.

            Dilekçemde de belirttiğim gibi sanık Ramazan Tekin makamında yapılan Ali Yazıcı ile “Yalan söylüyorsun” tartışmasından sonra iftira ile İslahiye Kaymakamı tarafından açığa alınmış ve Müftülük kasasında bulunan parayı zimmete geçirmekle suçlanmıştım. Bunun iftira olduğunun anlaşılması üzerine de görevime idade edilmiştim. Fakat daha sonra iftira ve yalanlarla sürgün edilmiştim.

            2012 yılında Diyanet İşleri Başkanlığınca bir icra davası nedeniyle Mahkemelik olunca bu iftira evrakları tekrar önüme konulmak istenmiş ve 5 Aralık 2012 tarihinde hakkımdaki bu iftira evraklarına Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ile resmen ulaşılmıştır. Bu iftira evrakları hemen Diyanet İşleri Başkanlığına ve Anayasa Mahkemesine gönderilmiş, Anayasa Mahkememiz devam ederken   Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye hakkında 59601/9 sayılı kararıyla suçun işlendiği tarihin değil öğrenildiği tarihin esas alınmasına hükmetmiştir. Bu karar kereğince işlem yapılması istemiyle ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmuş işlemleri devam etmektedir.

            Akçaabat Cumhuriyet Başsavcılığınız ise hiçbir işlem yapmadan doğrudan sekiz yıllık  zaman aşımını gerekçe göstererek Kovuşturmaya yer Olmadığı kararını vermiştir.

            Anayamızın 90. maddesi gayet açıktır: “Usulüne göre yürürlüğe konmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir.... Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”denilmektedir.

            Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uymayı Anayasamızın 90. maddesi gereğince taahhüt ettiğinden Savcılığınızın sekiz yıllık zaman aşımı süresi nedeniyle vermiş olduğu “Kovuşturma Yapılmasına Yer Olmadığına” dair kararın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla çelişkili olduğundan AİHM’in 59601/9 sayılı kararına uygun olmadığı açıktır.

Savcılığınızca  AİHM kararı dikkate alımadan verilen kararın bozulması gerektiği ve bana iftira atan ilgililer hakkında yasal işlem yapılması gerektiği de açıktır.

           

            .

NETİCE VE TALEP  : Yukarıda açıklanan nedenler ve Re’sen Mahkemenizce tespit edilecek sair nedenlerle; HUKUKA, HAKKANİYETE aykırı olan Akçaabat Cumhuriyet Başsavcılığının Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararı’nın kaldırılarak ilgililer hakkında 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunun  dilekçemde yazılı  maddelerinin ilgili fıkraları gereğince “Yasal İşlem” yapılması hususunda;

Gereğini arz ve talep ederim.                                                                  17.04.2014

Mustafa DEMİR

                                                                                                                              Müşteki

13 Nisan 2014 Pazar

ALİ YAZICI SORUŞTURMASI


Kimden: Mustafa Demir
Gönderme tarihi: 11 Nisan 2014 Cuma 17:08:04
Kime:                               
HATAY İL MÜFETTİŞLİĞİNE

Hatay Cumhuriyet Başsavcılığına vermiş olduğum 03.03.2014 tarihli İslahiye eski Müftüsü Ali Yazıcı hakkında Hatay Valiliğinin gerekli soruşturmayı yapmadığı gibi usulsüz yaptığı soruşturma dosyasını ahlaksız bir şekilde gizliliğini ileri sürerek vermeyi reddetmesi ile ilgili dilekçemi aynen tekrar ederim.
Dilekçemde dile getirdiğim hususlar doğru olup sadece 281 sayılı kanun yerine sehven 282 yazıldığını bildiririm. Hatay Valiliğince (İl Müftülüğünce) yapılan soruşturmanın bir suretini Ankara Sincan Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılamada kullanmak üzere talep ederim.
Bilgi ve gereğini arz ederim. 11.04.2014 Mustafa Demir Osmaniye

8 Nisan 2014 Salı

3. İDARE-ADALET BAKANLIĞINA CEVAP


ANKARA 3. İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

Gönderilmek üzere

NÖBETÇİ OSMANİYE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ HAKİMLİĞİ’NE

                                                                                     

 

DAVACI                                :  Mustafa DEMİR
 

DAVALI                                :  Adalet Bakanlığı  ANKARA

 

DAVANIN KONUSU           :  Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün 24.03.2014 tarih

                                                    Ve 71372891-2014/3-2754/10096 sayılı Hakim hakkında

                                                     Soruşturma İzni verilmemesi konulu Savunmasına Cevap.

TEBLİĞ TARİHİ                 :  07.04.2014

 

DAVA DOSYA NO               :  2013/2105 E.

 

CEVABIMIZ                      :  Oğlum Halil DEMİR, 06.08.2004 tarihinde Bala Lisesi önünde kaldırımda yürürken 15 yaşında bir çocuk tarafından kazaya maruz kalmıştır. Bize kazanın kaldırımda olduğu, kazayı da babasının yaptığı bildirilmiştir. Biz ağır olan hastamızla ilgilenirken kazadan üç gün sonra Bala Karakolunda ve Savcı bilgisinde RÜŞVETLE  evraklar değiştirilmiştir. Biz bu durumu yaklaşık iki ay sonra öğrenince hukuki işlem başlatmamıza rağmen 10 yıldır Traji Komik dava ve soruşturmalarla bu güne gelinmiştir.

            Kaza sonrası suçu üstlenen Ahmet Çalış ve Kızı adına Bala Asliye Ceza Mahkemesinde 2004/95 Dosya No ile “Adaleti Yanıltma” davası açılmış ve bu dava Hakim Fuat PEMBEÇİÇEK tarafından görülmüş ve karara bağlanmıştır. Dava sırasında Ahmet Çalış’ın bu suçu tek başına işleyemeyeceği, ona yardım edenlerin olduğu ve onlarında yargılanması gerektiği hususunda dilekçe verilmesine rağmen dikkate alınmamıştır. Bizim oğlumuzun tedavisini bırakıp Davamızla ilgilenmeye başlayıp bizde nüfusumuzu kullanınca her şey detayıyla öğrenilmiş; Kuyumcu Abdulkadir Kılıç tarafından RÜŞVETLE yalan söylettirilen Tanıklar Kepçeci Mustafa Yaşar ve Can Gürbüz’ün Hakim Fuat Pembeçiçek tarafından yalan söyledikleri tesbit edilip kayıtlara geçirilmesine rağmen hiçbir işlem yapılmayarak Yalan söyleyen Tanıklar, Rüşvet Veren Kuyumcu Abdulkadir Kılıç ve Rüşvet alan Savcılar Mustafa Saylam ve İrfan Saz, Emniyet Amir Vekili Başkomiser Ali Mülayim, Trafik Polisi Mustafa Güdek ve ilk Ahmet Çalış adına düzenlenen tutanakları değiştiren polis memurları ve Bilirkişi açıkça korunmuştur.

Halbuki yalan söyleyen tanıklar Mustafa Yaşar ve Can Gürbüz hakkında Hakim Fuat Pembeçiçek görevini tam yapsaydı, “Yalancı Tanıklıktan” gerekli yasal işlemi yapsaydı tüm hukuksuzluk ortaya çıkardı. Tanık Can Gürbüz’ü konuşturarak olayda bizzat Savcıların rol oynadığını bilen 1. sınıf Hakim Fuat Pembeçiçek benim hukuku tam olarak bilemediğimden görevini gereği gibi yapmamıştır. Yasal işlem başlatıp memleketime dönünce hukukçu yakınlarımın da yardımlarıyla hiç tereddüt etmeden her türlü hukuki işlemi yaparak hakkımızı aramaya çalışmaktayız. 2004/95 nolu davada Hakim görevini düzgün yapmayınca da, daha sonra Hakim Mehmet Keskin ve Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’ın kiracısı Savcı Murat Tahtakılıç Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’tan RÜŞVET ALARAK haklı olan oğlum, haklı iken haksız edilmiştir. Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’ın kiracısı Savcı Murat Tahtakılıç, dava sırasında görevli olmadığı halde oğlumun duruşmasına girerek yalan söyledikleri Hakim Fuat Pembeçiçek’in gördüğü 2004/95 nolu Davada anlaşılan tanıklar Mustafa Yaşar ve Can Gürbüz’ün yeniden dinlenmesi engellendiği gibi, Can Gürbüz’ün Hakim Fuat Pembeçiçek tarafından alınan ifadesi kaybedilemez, Oğlum hukuksuz ve adil olmayan bir yargılamayla suçlu bulunamaz, oğlum ve biz MAĞDUR EDİLEMEZDİK.

Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü bizim 2004/95 Nolu Dosyadaki iddialarımıza hiç değinmeden Hakim Fuat Pembeçiçek’in kusurunun bulunmadığını bizim de ifade ettiğimiz 2004/256 sayılı dosyamıza atıf yapmaktadır. Hakim Fuat Pembeçiçek 2004/95 nolu dosyamızda görevini hakkıyla yapsaydı, 2004/256 nolu dosyada hukuksuzluk yapmaya kimse cesaret edemezdi. Davamız uzun süre sürüncemede kalmaz, böyle davalar da oluşmazdı.

 

NETİCE VE TALEP     :  Halen Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı olan eski Bala Ceza Hakimi Fuat Pembeçiçek Bala Asliye Ceza Mahkememizdeki 2004/95 nolu Adaleti             Yanıltma davamızda kusurlu ve taraflı davranmıştır. Görevini kötüye kullanmıştır.  Bu nedenle soruşturulması gerekmektedir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun  04.11.2013 tarihli “Olur”unun iptal edilmesini ve Hakim Fuat Pembeçiçek’in soruşturulmasına izin verilmesini ve mahkeme masraflarının davalı İdareye yükletilmesini arz ve talep ederim.  08.04.2014     

                                                                                                                       

 

Mustafa DEMİR
                                                                                                                                 Dava