17 Nisan 2014 Perşembe

2. KUVAY-İ MİLLİYE


2. KUVAY-İ MİLLİYE

 

AKP hükümetinin ilk kurulduğu ve Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni Başbakan olduğu dönemde bunu hazmedemeyen bazı muhalifler 2.Kuvay-i Milliye diye bir oluşum içine girmişlerdi. Bunlar, Türkiye’nin Atatürkçü çizgiden ayrıldığını iddia ediyorlar, ülkeyi yeniden Atatürkçü çizgiye getireceklerini iddia ediyorlardı. Halbuki gerçekte hepsi kendi çıkarının peşinde koşan, makam-mevki ve para kazanma hırsı taşıyan zavallılardı.

Kuvay-i Milliye, kelime olarak Milli Kuvvetler demekti. 1. Dünya savaşından sonra koca Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi ve Batılılarca Fiilen işgal edilmesi üzerine başta Atatürk olmak üzere birçok Osmanlı Paşa’sının Anadoluya gönderilerek ülkenin Fiilen Batılıların işgalinde kurtarılması amacıyla oluşturulan yerel milis güçlerinin ve derneklerinin bir çatı altında toplanarak düşmanla topyekün mücadele edilmesiydi. Bunun için Samsun, Amasya, Erzurum ve Sivas kongreleri tertip edilmiş, halk galeyana getirilmeye çalışılmıştır. Bunu yaparken de Din, Vatan, Namus kavramları ön plana çıkartılmış, halk Din elden gidiyor, Namus elden gidiyor, Vatan elden gidiyor söylemleri ile bir araya getirilmeye çalışılmış ve bundan da muvaffak olunmuştu.

Vatan kurtarılınca eski söylemler unutulmuş, ülke içki masalarında yönetilmeye çalışılmış, kendilerini vatanı kurtarması için Anadoluya gönderen Osmanlı Padişah ve veliahtları aileleri ile birlikte “Vatan Haini” ilan edilerek bir gecede yurtdışına sürülmüş ve ahlaksız bir şekilde “kaçtıkları” iddia edilmişti.

Hükümet merkezi Ankara –Çankaya’ya taşınmış, Atatürk’ün etrafına toplanan ve çoğu azınlıklardan oluşan bir zümre Türk halkının Çankaya’ya çıkmasını bile yasaklamış, ülke içki sofrasında yönetilmeye başlanmıştı. Bu arada Kuvy-ı Milliye söylemleri unutulmuş, Dindarlar yobaz ilan edilmiş, Camilerin ahır yapılmasına kimse ses çıkaramaz olmuştu. Ülkede kurulan Diyanet İşleri Reisliğinin başındaki kişi aynı zamanda Cumhuriyet Halk Fırkasının Ankara İl Başkanı olup bu olup bitenlere ses çıkarmak bir yana buna itiraz eden din adamlarını susturmakla meşguldü.

Bir kısım mutlu azınlık Çankaya sofralarında Atatürk’e dalkavukluk ederek çıkarlarına bakmışlar, “Devletin malı deniz, yemeyen keriz” sözü halk arasında darbı mesel haline gelmişti. İstaklal Mahkemeleri ile halkın ileri gelenleri susturulmuş, yalan ve iftiralarla kendi halkına top, tüfek ve uçaklarla saldırılmış, Dersimde binlerce kişi çoluk-çocuk, kadın-erkek denmeden mağaralarda zehirli gazlarla öldürülmüş, kurşunlanmış, din ve din adamları ortadan kaldırılmıştı. Benim aklımda kalansa Menemende cereyan eden hadisede Kubilayı kesen Afyoncu Hoca idam edilmeye götürülürken: “Hani bana para vereceklerdi” diye bağırarak gebertilmiş ve akebinde binlerce din adamı ya idam edilmiş, ya da sürgün edilmişti.

İnkılap adı altında harf devrimi yapılmış, Atatürk’ün metresinin isteğiyle gerçekleştirilen bu devrimle daha önce Selanik dönme ve yahudilerinin kendi aralarına kullandıkları yazı çeşidi Türk halkına zorla kabul ettirilmiş, dönemin Milli Eğitim Bakanının söylemiyle: Binlerce Alim Cahil yapılarak sokağa salınmıştı. Buna mukabil de binlerce Cahil Alim yapılarak Türk halkının başına bela edilmişti.

Kılık- kıyafet devrimiyle de medeniyet adı altında Yahudi kıyafetlerinin giyilmesi zorunlu hale getirilmiş, Şapka Devrimi ile savaştan yeni çıkmış Türk halkının elinde kalan çok az bir varlık ta Yahudi Tüccarlara peşkeş çekilmişti. Benim aklımda kalansa: Bir Yahudi tüccarın İtalya’da getirttiği kirli şapkaları geceleri temizleterek kadın-erkek ayrımı yapmadan Türk halkına bir maaştan fazla paraya satmasıydı. Öyleki kayıtlarda memurlara bir maaştan fazla olan şapkalardan alabilmesi için kredi bile verildiği vardı.

Atatürkün ölümünden sonra Milli Şef olan İnönü döneminde Atatürk dönemi mumla aranır hale gelmiş, artık ezanlar bile Türkçe okunur hale getirilmişti. Ülkede dinden bahsetmek suç, gazetelerin dinden bahsetmesi kapatılma sebebiydi. Halbuki bu ülke “Din elden gidiyor” diye kurtarılmıştı.

Menderes döneminde halk biraz rahat etmiş de ihtilaller, anarşik olaylar, Sıkıyönetimlerler, ekonomik krizler derken bu günlere gelinmişti. Demirel’in dediği gibi herkes Milyoner olmuştu. Artık “Bir Milyonu” olmayan tuvalete bile gidemiyordu.

Atatürk ve İnönü döneminin yağlı ikballerini özleyen bir gurup mutlu azınlık artık yine Kuvay-i Milliye peşine düşmüş, kendi istikballerini garanti altına almak istiyorlardı.

Bala’da memurluk yaparken Maliye’de tayini çıkan bir arkadaşın veda yemeğinde 2. Kuvay-i Milliye anlatılıyor, heyecanla ülke Ak parti tahakkümünde kurtarılıyordu. Bende hiç sesimi çıkarmadan yemeğimi yiyor, anlatınları dinliyordum.

            Maliyedeki Şef arkadaş bana dönerek:

            -Hocam senin hiç sesin çıkmıyor. Sen niye konuşmuyorsun! Diye bana laf attı. Ben:

            -Sen Kuvay-i Milliye’nin ne olduğunu biliyormusun? Diye sordum. Şef:

            -Milletin halkıyla, Askeriyle bir olup Vatanı kurtarmasıdır diye cevap verince ben:

            -Vatanı neyden kurtaracaksınız? Diye sordum. Sustu cevap veremedi. Ben :

            -Kuvayı Milliye Vatanın düşman işgalinden kurtarılması için kurulmuş örgütlerin bir çatı altında toplanmasıdır. Kuvay-i Milliyenin söylemi: Din elden gidiyor!, Namus elden gidiyor!, Vatan elden gidiyor!, şeklindeydi. Halk Dinine, Namusuna ve Vatanına sahip olmak için Kuvayi Milliye’ye yardım etti. Düşmanla bunlar için mücadele etti....

            -Şimdi ise: Dindarlar Yobaz oldu, Namussuzlar yetkili oldu, Vatan da tehlikede değil! Sen halkı aptal mı sanıyorsun! Sen, Makam, Mevki ve Para peşinde koşacaksın diye bu halkın peşinde geleceğini mi sanıyorsun? Bu halk sestenmez ama yapılan herşeyi görür, bilir!

Dedim.

            Yemekteki herkes susmuş beni dinliyordu. Şefe dönerek devam ettim:

            -Bu halkın gelirini bir kesinde görün bakalım neler oluyor, bir maaş ödemesi yapma bakalım sana nasıl davranılıyor? Gerçekler daima farklıdır. Halk sizin gibi makam, mevki peşinde koşanların arkasında asla gitmez!

            Artık herkes susmuştu. Yemek bittikten sonra dışa çıkınca:

            -Hocam, ne biçim konuştun öyle, adamlar ne anlatacığını şaşırdı.. dediler. Ben:

            -Gerçekler hiçbir zaman değişmez, kendi çıkarına değil, halkın çıkarına çalışan her zaman kazanır. Türkiye Cumhuriyetinde çıkarcıların iş başında olduğu hiçbir hkümet başarılı olamamıştır. Bunlarda halkı bırakıp kendi çıkarlarına çalışırlarsa onlarda alaşağı edilirler merak etme. Öyle Kuvay-i Milliye, Muvayi Milliye bunlar boş iştir, Abesle iştigaldir. Dedim

            Bir süre sonra da Balyoz, Ayışığı, Ergenekon gibi bir sürü abes oluşum mahkemede ayağa düştü. Genel Kurmay Başkanı eline tek atımlık bazuka’yı alıp “bu borudur” demekle kimseyi inandıramadı ve kendini cezaevinde buldu. Kendi gibi bir sürü Makam, mevki ve iyi bir gelecekle birlikte Atatürk’ün Çankaya sofrası gibi sofra hayal eden yiyiciler şu an Cezaevlerinde “tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını” pardon, Devletin yemeğini yemekle meşguller....




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder