2. KUVAY-İ
MİLLİYE
Kuvay-i
Milliye, kelime olarak Milli Kuvvetler demekti. 1. Dünya savaşından sonra koca
Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi ve Batılılarca Fiilen işgal edilmesi üzerine
başta Atatürk olmak üzere birçok Osmanlı Paşa’sının Anadoluya gönderilerek
ülkenin Fiilen Batılıların işgalinde kurtarılması amacıyla oluşturulan yerel
milis güçlerinin ve derneklerinin bir çatı altında toplanarak düşmanla topyekün
mücadele edilmesiydi. Bunun için Samsun, Amasya, Erzurum ve Sivas kongreleri
tertip edilmiş, halk galeyana getirilmeye çalışılmıştır. Bunu yaparken de Din,
Vatan, Namus kavramları ön plana çıkartılmış, halk Din elden gidiyor, Namus
elden gidiyor, Vatan elden gidiyor söylemleri ile bir araya getirilmeye
çalışılmış ve bundan da muvaffak olunmuştu.
Vatan
kurtarılınca eski söylemler unutulmuş, ülke içki masalarında yönetilmeye
çalışılmış, kendilerini vatanı kurtarması için Anadoluya gönderen Osmanlı
Padişah ve veliahtları aileleri ile birlikte “Vatan Haini” ilan edilerek bir
gecede yurtdışına sürülmüş ve ahlaksız bir şekilde “kaçtıkları” iddia
edilmişti.
Hükümet
merkezi Ankara –Çankaya’ya taşınmış, Atatürk’ün etrafına toplanan ve çoğu
azınlıklardan oluşan bir zümre Türk halkının Çankaya’ya çıkmasını bile yasaklamış,
ülke içki sofrasında yönetilmeye başlanmıştı. Bu arada Kuvy-ı Milliye
söylemleri unutulmuş, Dindarlar yobaz ilan edilmiş, Camilerin ahır yapılmasına
kimse ses çıkaramaz olmuştu. Ülkede kurulan Diyanet İşleri Reisliğinin
başındaki kişi aynı zamanda Cumhuriyet Halk Fırkasının Ankara İl Başkanı olup
bu olup bitenlere ses çıkarmak bir yana buna itiraz eden din adamlarını
susturmakla meşguldü.
Bir kısım
mutlu azınlık Çankaya sofralarında Atatürk’e dalkavukluk ederek çıkarlarına
bakmışlar, “Devletin malı deniz, yemeyen keriz” sözü halk arasında darbı mesel
haline gelmişti. İstaklal Mahkemeleri ile halkın ileri gelenleri susturulmuş,
yalan ve iftiralarla kendi halkına top, tüfek ve uçaklarla saldırılmış,
Dersimde binlerce kişi çoluk-çocuk, kadın-erkek denmeden mağaralarda zehirli
gazlarla öldürülmüş, kurşunlanmış, din ve din adamları ortadan kaldırılmıştı.
Benim aklımda kalansa Menemende cereyan eden hadisede Kubilayı kesen Afyoncu
Hoca idam edilmeye götürülürken: “Hani bana para vereceklerdi” diye bağırarak
gebertilmiş ve akebinde binlerce din adamı ya idam edilmiş, ya da sürgün
edilmişti.
İnkılap adı
altında harf devrimi yapılmış, Atatürk’ün metresinin isteğiyle gerçekleştirilen
bu devrimle daha önce Selanik dönme ve yahudilerinin kendi aralarına kullandıkları
yazı çeşidi Türk halkına zorla kabul ettirilmiş, dönemin Milli Eğitim Bakanının
söylemiyle: Binlerce Alim Cahil yapılarak sokağa salınmıştı. Buna mukabil de
binlerce Cahil Alim yapılarak Türk halkının başına bela edilmişti.
Kılık- kıyafet
devrimiyle de medeniyet adı altında Yahudi kıyafetlerinin giyilmesi zorunlu
hale getirilmiş, Şapka Devrimi ile savaştan yeni çıkmış Türk halkının elinde
kalan çok az bir varlık ta Yahudi Tüccarlara peşkeş çekilmişti. Benim aklımda
kalansa: Bir Yahudi tüccarın İtalya’da getirttiği kirli şapkaları geceleri
temizleterek kadın-erkek ayrımı yapmadan Türk halkına bir maaştan fazla paraya
satmasıydı. Öyleki kayıtlarda memurlara bir maaştan fazla olan şapkalardan
alabilmesi için kredi bile verildiği vardı.
Atatürkün
ölümünden sonra Milli Şef olan İnönü döneminde Atatürk dönemi mumla aranır hale
gelmiş, artık ezanlar bile Türkçe okunur hale getirilmişti. Ülkede dinden
bahsetmek suç, gazetelerin dinden bahsetmesi kapatılma sebebiydi. Halbuki bu
ülke “Din elden gidiyor” diye kurtarılmıştı.
Menderes
döneminde halk biraz rahat etmiş de ihtilaller, anarşik olaylar,
Sıkıyönetimlerler, ekonomik krizler derken bu günlere gelinmişti. Demirel’in
dediği gibi herkes Milyoner olmuştu. Artık “Bir Milyonu” olmayan tuvalete bile
gidemiyordu.
Atatürk ve
İnönü döneminin yağlı ikballerini özleyen bir gurup mutlu azınlık artık yine
Kuvay-i Milliye peşine düşmüş, kendi istikballerini garanti altına almak
istiyorlardı.
Bala’da
memurluk yaparken Maliye’de tayini çıkan bir arkadaşın veda yemeğinde 2.
Kuvay-i Milliye anlatılıyor, heyecanla ülke Ak parti tahakkümünde
kurtarılıyordu. Bende hiç sesimi çıkarmadan yemeğimi yiyor, anlatınları
dinliyordum.
-Hocam
senin hiç sesin çıkmıyor. Sen niye konuşmuyorsun! Diye bana laf attı. Ben:
-Sen
Kuvay-i Milliye’nin ne olduğunu biliyormusun? Diye sordum. Şef:
-Milletin
halkıyla, Askeriyle bir olup Vatanı kurtarmasıdır diye cevap verince ben:
-Vatanı
neyden kurtaracaksınız? Diye sordum. Sustu cevap veremedi. Ben :
-Kuvayı
Milliye Vatanın düşman işgalinden kurtarılması için kurulmuş örgütlerin bir
çatı altında toplanmasıdır. Kuvay-i Milliyenin söylemi: Din elden gidiyor!,
Namus elden gidiyor!, Vatan elden gidiyor!, şeklindeydi. Halk Dinine, Namusuna
ve Vatanına sahip olmak için Kuvayi Milliye’ye yardım etti. Düşmanla bunlar
için mücadele etti....
-Şimdi
ise: Dindarlar Yobaz oldu, Namussuzlar yetkili oldu, Vatan da tehlikede değil!
Sen halkı aptal mı sanıyorsun! Sen, Makam, Mevki ve Para peşinde koşacaksın
diye bu halkın peşinde geleceğini mi sanıyorsun? Bu halk sestenmez ama yapılan
herşeyi görür, bilir!
Dedim.
Yemekteki
herkes susmuş beni dinliyordu. Şefe dönerek devam ettim:
-Bu
halkın gelirini bir kesinde görün bakalım neler oluyor, bir maaş ödemesi yapma
bakalım sana nasıl davranılıyor? Gerçekler daima farklıdır. Halk sizin gibi
makam, mevki peşinde koşanların arkasında asla gitmez!
Artık
herkes susmuştu. Yemek bittikten sonra dışa çıkınca:
-Hocam,
ne biçim konuştun öyle, adamlar ne anlatacığını şaşırdı.. dediler. Ben:
-Gerçekler
hiçbir zaman değişmez, kendi çıkarına değil, halkın çıkarına çalışan her zaman
kazanır. Türkiye Cumhuriyetinde çıkarcıların iş başında olduğu hiçbir hkümet
başarılı olamamıştır. Bunlarda halkı bırakıp kendi çıkarlarına çalışırlarsa
onlarda alaşağı edilirler merak etme. Öyle Kuvay-i Milliye, Muvayi Milliye
bunlar boş iştir, Abesle iştigaldir. Dedim
Bir
süre sonra da Balyoz, Ayışığı, Ergenekon gibi bir sürü abes oluşum mahkemede
ayağa düştü. Genel Kurmay Başkanı eline tek atımlık bazuka’yı alıp “bu borudur”
demekle kimseyi inandıramadı ve kendini cezaevinde buldu. Kendi gibi bir sürü
Makam, mevki ve iyi bir gelecekle birlikte Atatürk’ün Çankaya sofrası gibi
sofra hayal eden yiyiciler şu an Cezaevlerinde “tüyü bitmemiş yetimlerin
hakkını” pardon, Devletin yemeğini yemekle meşguller....


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder