28 Aralık 2013 Cumartesi

NURDAĞI : BABAMIN AVUKATI


NURDAĞI: BABAMIN AVUKATI
 
            Eski adı Kömürler olan Nurdağı, ben Kahramanmaraş’a okula giderken küçük bir köyken Adana’dan doğu illerine giden yol güzergahı üzerinde Nurdağlarını aşınca Adana-Gaziantep ve Hatay-Kahramanmaraş yollarının kesiştiği dörtyol çevresinde kurulmuş ve 1991 yılında İslahiye’den ayrılmış küçük bir İlçe’ydi. İlçe olunca adı Kömürler yerine Gavurdağları’nın yeni adı adı olan Nurdağın’nda almıştı. Benim Köyüm olan Kızlaç Köyü’ne sekiz km. mesafedeydi. Kızlaç Köyü Adana-Gaziantep yol güzergahında olduğu için ulaşım rahattı. Bizim ve köylülerimizin arazileri ve bağları Nurdağı sınırları içerisinde kalmıştı.
Nurdağı yeni İlçe olmuş, Benimde tayinim naklen Nurdağı’na çıkmıştı. Bende İslahiye’de mutemet olduğumdan maaştan sonra Cuma günü bazı işler için Nurdağı’ne gelmiş çalışıyordum. Nurdağı’na o zaman Adana Sabancı Camiini yaptıran Adana Müftüsü olan Süleyman Tekin’in oğlu Ramazan Tekin Müftü olarak atanmıştı.  Bende onun Maaşını yapmak üzere gelmiştim. Müftülükte çalışıyordum. İslahiye Müftüsü de namazdan sonra Nurdağ Müftülüğüne gelmişti. Yanında Emekli İmam Yahya Bayraktar vardı. İslahiye Müftüsü Ali Yazıcı yeni Nurdağı Müftüsü Ramazan Tekin’e benimle ilgili bu gün bile hatırlamadığım bazı şeyler anlatmış. Nurdağı Müftüsü beni odasına çağırdı ve İslahiye Müftüsünün anlattıklarını aktardı. Aramızda tartışma çıktı.
İslahiye Müftüsü Ali Yazıcı yalan söylüyordu. Bende kendisine yalan söylediğini ve işin doğrusunu söyledim. Yalanının ortaya konması kendisini rahatsız etmişti. Bana:
-Kardeşlerin bile senden memnun değil! Senin yaptıklarını beğenmiyorlar!.dedi.
Bende yalan söylediği için kızmıştım:
-Kardeşlerimden sana ne! Diyerek çalıştığım odaya geçtim.
Nurdağı Müftüsü Ramazan Tekin yanıma gelerek:
-Müftü’den özür dile!. Dedi. Ben:
-Dilemiyorum!. Yalan söyleyen adamdan niye özür dileyeceğim!. Dedim.             Müftü Ramazan Tekin ısrar etti ama yine özür dilemedim. Ben işimi yapmaya devam ettim.  Bir süre sonra onlar gittiler. Bende mesaim bitince Motorsikletimle köye gittim.
Babama:
-İslahiye Müftüsü birşeyler diyor. Pazartesi gel bakalım ne diyor?. Bir konuşalım dedim. Akşam köyde kaldım. Cumartesi İslahiye’ye döndüm.
Pazartesi günü ben İslahiye’den ayrılma işlemlerimi yaparken babamın yarine köydeki Kur’an Kursu Öğreticisi olan Mehmet Ağabeyim geldi. Beni hiç dinlemedi. Müftü Ali Yazıcı’nın onun arkamdan konuşmaları nedeniyle beni suçlamaya çalıştığını biliyordum. Müftü’yle konuşup Kaymakam’a gitti. Kaymakamlıkta bir telefon geldi. Kaymakam Mehmet Ali Ulutaş Ağabeyimi makamında kovup, telefonla beni açığa aldırmıştı. Bana yüklenecek suç arandı. Mutemet olduğumdan Maaşları ben dağıtıyordum. Cuma günü Nurdağı’na giderken maaşını almayan arkadaşlar olduğundan kalan maaşları sayarak ve tam olarak Müftü Ali Yazıcı’nın bilgisi dahilinde kasanın anahtarıyla diğer memur Ahmet ÇİN’e vermiştim. O da Cuma günü paranın bir kısmını dağıtmış, hafta sonu memleketi Yayladağı’na gitmiş, Pazartesi gününe idari izin almıştı. Kasa anahtarıda kendisinde olduğu için bazı kişilerin Maaşı kasadaydı. Kaymakam beni “Kasadaki Maaşı” yemekle suçladı. Açığa; Kasadaki mevcut parayı yemekle suçlanarak alınmıştım. Daha sonra altı kişinin maaşının kasada olduğunu, sadece bir kişinin maaşnı aldığı halde imzasının olmadığını, toplamda 7 kişinin maaşını yemekle suçlandım.
Açığa alındığım zaman Mehmet Ağabeyim herkesten önce benim para yediğimi, bu nedenle açığa alındığımı herkese anlatmaya başladı. Kimseye kendimi inandıramıyordum. Herkes Mehmet Ağabeyimin yalanına inanıyor, benim “para kasada duruyor” sözüme kimse itibar etmiyordu.
Açığa alındığım için hakkımda soruşturma başlatıldı. Nurdağ Müftüsü Ramazan Tekin hakkımda  yazı yazarak Nurdağı tayinimi durdurdu. Daha sonraları:
-Ben Diyanet’in değirmen taşıyım. Adam öğütürüm! Diyerek Ahlaksız ve Allahsız olduğunu ispat edecekti.
Yıllar sonra yazmış olduğu o iftira yazısı elime geçmekle kalmamış, Savcılığa suç duyurusu ve iftira belgesi olarak gitti. Zira Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi emsal bir kararla Türkiye’yi mahkum ederek suçun işlenildiği değil, öğrenildiği tarihin esas alınması gerektiğine karar vermişti. Ben de yasal olarak o iftira yazısını 2012 yılı Aralık ayında aldığımdan gereğinin yapılması için diğer iftira evrakları ile birlikte önce Diyanet’e gönderdim. Diyanet görevini yapmayıp, iftira atan Müftülerini koruma yolunu seçince de Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’i de işin içine katarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına Cezai İşlem için suç duyurusunda bulundum. Soruşturma devam etmektedir.
İslahiye’de Memurluğun yanında pazarlama işi de yapan, durumu iyi olan bir memurdum. Düziçi’nde memurken evlenmiş, Babamın vaadini tutmaması üzerine sıkıntılarla borcumu ödemiş ve bir süre ailemden uzak durmuştum. Bu arada pazarlama işi de yaparak biraz para kazanmış arsa alarak ev yapmaya karar vermiştim. O zaman hazır parayla alacağım arsayı Babama göstermiş, rızasını almak istemiştim. Babamın :
-Oğlum. Kardeşini everek ben sana Nurdağı’nda daha iyisini alarım!. Demesi üzerine arsa alımında vazgeçip kardeşimin evlenmesine çalışmıştım.
Kardeşimin düğününden sonra Babam yine vaadini tutmamış, beni sıkıntıya sokmuştu. Hatta o zamanlar köyde Kurs Öğreticiliği yapan ağabeyimin kışkırtmasıyla evime gelip benden hesap sormuştu. Hesap defterini kendisine verince incelemiş, işi bitince :
-Benim paramda yoktu, everecek oğlum da yoktu!. Sen everdin sen öde!!!.
Diyerek evimi terketmişti. Daha sonra yapılan görüşmelerde büyük Ağabeyim ayda Elli lira yardım sözü vermişse de köydeki ağabeyimin tutumu nedeniyle hepsine rest çekip evimdeki Televizyon ve Buzdolabımı satarak kardeşimin borçlarını kapatmıştım. Bir süre kardeşime maaşını vermemek istediysem de diğer kardeşleri yardım etmediğinden yine ben yardım etmiştim. Yine ailemden uzak kalarak bir yıl içerisinde kendimi toplamıştım. Babam yine bana gelerek bu sefer borç istemeye başlamıştı. Bende önceki durumlarımı düşünerek kendisine her ay düzenli olarak “Borç” vermeye başlamıştım. Benden her ay düzenli olarak maaşımın yarısını borç alan Babam gidip diğer oğullarına da “Mustafa borçlu” diye para alıp onları da yiyormuş. Benim adıma babalarına para veren kardeşlerimde başta Mehmet ağabeyim olmak üzere atıp tutuyorlarmış. İslahiye Müftüsü Ali Yazıcı’nında Nurdağı’nda “Kardeşlerin senden memnun değil” derken kasdettiği buyumuş. Halbuki benim aptal ağabeyim arkamdan İtler gibi üreceğine gelip bana insan gibi söylese hiçbir sorun yaşanmayacaktı. Ben iftiraya uğrayıp sürgün gitmeyecektim.
İslahiye’de pazarlamanın yanında birde “TÜRKDAV” isimli Türkiye Kalkınma ve Dayanışma Vakfı’nın temsilcisi olarak görev yapıyordum. Bana güvenen birçok üyem vardı. Nurdağına tayinim çıktığı zaman Vakfa göndermem gereken parayı bulamıyordum. Mevcut parayı kaybetmiştim. Müftü’de paranın kasada olduğunu bildiği için hakkımda bu konuda konuşmaya bana bu konuda saldırmaya başlamıştı.
Ankara’ya Vakfın Merkezine gittim. Elimdeki Vakfa ait tüm evrakları teslim ettim. Olan borcumuda kapattım. Bu arada aidat makbuzlarından birinin iki yaprağının kopmuş olduğunu farkettik. Onun içinde ikibin Liralık senet istediler. Bende “İcraya verirsiniz” diyerek vermedim. Yapılan görüşmede alacaklı kişiler çıkabileceğni ileri sürerek “Müslüman” olduklarını, hak yiyemeyeceklerini söylediler. Özellikle Vakfın Başkanı olan Avukat Mevlüt Saygın “ben Müslümanım” diye bana teminat üstüne teminat veriyordu. Nihayet Beşyüz Liralık bir senette anlaştık.  Adamın Dini ve Allah’ı para olduğu için on gün geçmeden teminat senetlerimin icra yazısı geldi. Bende ödemedim. Kardeşim ödemek istediyse de onada ödetmedim. Maaşımdan yavaş vayaş kesildi. Sürgün giderkende maaş nakil ilmuhaberime işledim.Meğerse Müftü Ali Yazıcı’nın isteği doğrultuda beni İcraya vermişler. Evi taşımadan ve herşey bittikten sonra da o paraya da ulaştım. Parayı toplayıp üyelerin listesini yaptıktan sonra listenin bir suretine sarmış, diğer listeninde üzerine Kitaplığa koymuşum. Her nasılsa para sarılı halde Kitaplığın arkasına düşmüş ve sıkışmış. Evi taşımadan önce kitaplık boşaltılınca da parayı buldum ama yapacak bir işlemde kalmamıştı. Hesap kapatılmış, teminat senedim icraya verilmişti.
Bu gün itibariyle; TÜRKDAV emekli yapacağını vaad ettiği binlerce kişiyi dolandırmış, sitesini kapatmış, malları hacizli bir vaziyette olduğunu üzülerek öğrendim. Müslümanları “Aptal” yerine koyan “Allah’sızların sonu” diye de düşünmeden edemedim.
Soruşturmada bordroda yedi imzasız kişi, kasada altı kişinin maaşı vardı. O zaman Merkezde olan ve Müftülük Binası altında Kırtasiye dükkanı bulunan, everdiğim kardeşimin hanımının ağabeyi ve köylüm olan, her zaman kendisini desteklediğim Şaban Karagöz’ün maaşını aldığı halde imzası yoktu. Daha doğrusu Maaşını dükkanında ben verdiğim için bordroya imza atmamıştı. Soruşturmada maaşı kasada olan personel benim maaş yediğime inanmadıkları yönünde ifade vermelerine rağmen, maaşını alan Şaban Karagöz Müftü Ali Yazıcı’nın telkiniyle maaşını almadığını, benim maaşını yediğimi iddia etmişti.
Soruşturma başladığı zaman ben Soruşturmamı yapan Kaymakamlık memuru Nusrettin Atasever’e bu konuyu mahkemeye taşıyacağımı söyleyince beraber Kaymakam M.Ali Ulutaş’ın yanına gittik. Nusrettin durumu kaymakam’a anlatınca Kaymakam bir süre düşündükten sonra:
-O aptal senin Ağabeyinmiş. Sana baban bakıyormuş, borcun hiç bitmiyormuş. Sen olayı Mahkemeye taşırsan bende “ağabeyin bana makamımda tehdit ve hakarette bulundu” diye içeri aldırırım. Senin ve onun memurluğunu bitiririm. Şimdi git iyi düşün...
Biz makamdan çıktık. Nusrettin’in odasına geldik. Nusrettin aldığı tüm ifadeleri önüme atıp:
-Şaban’dan başka yalan söyleyen yok. Onun yalanıyla da bir şey olmaz. Sen “memuriyeti bırakırım” diyorsun ama abinde memurmuş. Kaymakam onu içeri aldımı hiçbirşey yapamayız. Sen iyi düşün..
Ben ifadelere bakarken Nusrettin birden titremeye başladı. Adam kitlenmişti sanki. Ben şaşırmıştım. Hemen elimdeki kağıtları bırakıp onun nefes almasına yardım etmeye çalışıyordum. Bir süre sonra titremesi durdu. Başka gelenler olmuştu. Ben dışarı çıktım. Nusrettin’i de hastaneye götürdüler. Oysa ben ifade vermeye gelmiştim. Nusrettin “Sinir Krizi” geçirdiği için ifade veremeden Kaymakamlıktan ayrıldım.
Durumu gelip köyde Babam’a anlattım. Babam: Mehmet Abine zarar verme. O sana yardım etmek için Kaymakama gitti. O senin iyiliğin için gitti. Kaymakam abine zarar vermesin. Diyordu. Babam öyle diyordu ama benim para yediğimi her önüne gelene anlatan da Mehmet Abimdi. Herkes de her nasılsa bana değil ona inanıyordu.
Bir hafta sonra gelip ifademi verdim. Paranın kasada olduğunu, suçlamaları kabul etmediğimi bildirdim. İmam Şaban Karagöz’e de yalan ifadesini okuduğumu asla söylemedim. O ifadesinin bir suretini de alıp kitaplarımdan birinin içine koymuştum. O kitap hala duruyorsa birgün elime geçer, zira kitaplarımın çoğu yok oldu. Aslında bu yalanı Bekir Şen adlı bir İmama söyletmek istemiş, benim öğrenerek engellemem nedeniyle söyletememişti.
Ailemde Müftü Ali Yazıcı’nın Allahsız ve Ahlaksız tutumu nedeniyle, Babam ve kardeşlerim para kasada olduğu halde diğer altı kişinin maaşını ödemişti. Fazladan da Ahmet Adıgüzel adındaki bir İmam arkadaştan aldığım Sekizyüz Mark motorsiklet borcumu ödemiş, mallarıma da el koymuşlardı. Mallarıma el konması çok ağırıma gitmiş, kasadaki parayı alınca da eşime bile söylememiştim.Ahmet Adıgüzel, Müftü Ali Yazıcı’nın baskısıyla aldığı parasını aşağıda tekrar bana vermek istemişse de ben almamıştım.
Nurdağı tayinim durdurulunca İslahiye’de sekiz ay hiçbir iş yapmadan maaş almıştım. Mesane rahatsızlığım yedi sekiz aylık bir tetaviden sonra olumsuz sonuçlanınca da operasyon kararı vermiş, 1992 yılında kapalı bir operasyon geçirerek Akdeniz bölgesinden Karadeniz Bölgesine “Sürgün” edilmiştim. Kastamonu Çatalzeytin’e sürgü edilmiştim. Tayinim çıkınca gittim. İki ay çalıştıktan sonra bir ev kiralayarak gelip çocullarımıda götürmek istedim. Bir ay izin akarak memleketime geldim. Geri dönmeden bir gün önce evin damında beni hesaba çekmek istediler. Babam, Ziya Ağabeyim, Mehmet Ağabeyim ve Ben.
Ben, Mehmet Ağabeyimin gelerek evimdeki Elektronik Eşyalarımı alınca alfallamış, ama sesimi çıkarmamıştım. Düziçi’ne gidip diğer Kardeşlerime bunun ne olduğunu sorunca : Mehmet Ağabeyimin kendilerine geldiğini, benim hesabımı bilmediğimi idda ettiğini, borcumun hiç bitmediğini, bu nedenle babamın benim için sürekli kendilerinden para istediğini ve aldığını söylediler. Durum anlaşılmıştı. Benden geri ödemek için borç alan ama geri asla ödemediği gibi aldığını da bu gün bile inkar eden babam, kardeşlerime benim “Borçlu” olduğumu söyleyip para alıyor, aldığını da yediği için benim haberim olmuyormuş. Benim yüzüme de bir şey söylemedikleri için arkamda köpekler gibi ürüyorlarmış da benim haberim yokmuş. İslahiye Müftüsü Ali Yazıcı’nın kasdettiği olay da buymuş.
Mehmet Ağabeyimde Babama:
-Mustafa borçlanmış, borcunu ödemeye çalıştıkça daha çok borçlanmış, durum bu hale gelmiş diye anlatıyordu. Babam da ona inanıyordu. Halbuki benim o zaman karşılıksız hiçbir borcum bulunmuyordu. Durumum da gayet iyi idi.
Konuşmaya Mehmet Ağabeyim başladı. Babam ancak bana yardım ediyormuş da, Babamın diğer oğulları varmış da. Bana yaptıkları en hafif tabirle hayvanlıktı.
Bu gün bile babamın malını köküyle yiyen kendisi halbuki. Babamın bağı, tarlası hep kendinin elinde. Sanki babamın başka oğlu yok. Babama bakmak şartıyla babamın evinin yerine kendisi ev yapmıştı... Tepem atmıştı. Mehmet Ağabeyime :
-Sen Babamın Avukatımısın? Diye sordum. Mehmet Ağabeyim:
-Avukatıyım! Diye cevap verdi. Ben:
-Çıkar damganı da göreyim!  O zaman sustu.
 “Rest çektinden” sonra Babama dönüp:
-Ben seni hangi oğluna para diye gönderdim?. Sen bana hangi oğlunda para getirdin? Diye sordum. Babam ancak:
-Benim parak yok.. diyebildi.  Bir daha da konuşmadı. Ben babama dönüp:
-Bırak sana karşılıksız verdiğimi, geri öderim diye aldığının yarısını değil, çeyreğini verseydin ben bu sıkıntıları yaşamazdım. Ben gurbete gidiyorum. Size para vermem. Benim kimseye, hiçbir oğluna borcum yok. Ben seni kimseye para diye göndermedim. Sende bana kimseden para getirmedin. Bu mesele seninle oğulların arasında...
Bu ve buna benzer bir konuşma yaparak, benim kendisine yardımcı olmaya çalıştığımı ama kendilerinin bana sıkıntı olduklarını, ben birlik olmaya çalıştıkça kendilerinin farklı tutumu nedeniyle başaramadığımı, benim  artık aralarında ayrılıp gideceğimi, akılları varsa birlik olmalarını tavsiye ettim.  Ben görev aldıktan sonra benden sonrakilere yardımcı olmaya çalıştığımı, yapabileceğimi yaptığımı, karşılığının bu olmamasını anlatmaya çalıştım.
Benim artık gurbete gideceğimi, benim para yemediğimi ama kasadaki parayı yemekle suçlandığımı, bunu asla unutamayacağımı, yardım ettiğim insanların bırakın bana destek olmayı arkamda olmadık lafları söylediğini, laf duymadık kulağımın dibinin de kalmadığını anlattıktan sonra:
-Tüm bu yaşananlar zamanla unutulur. Geriye yapılan iyilik ve kötülükler kalır. Ben bu kötülüğü hayatım boyunca unutmam. Aklınız varsa birlik olun. Ben aranızdan gidiyorum. Siz birlik olun. Ben çocukluğumdan beri rahatsızım. Gurbet ele çıkıyorum. Neyle karşılaşacağımı Allah bilir!. Ben bir cenaze falan olmazsa dört yıldan önce dönmem. Dedim.
Karşımda hiç sestenmediler. Ziya Ağabeyim hiç konuşmadı. Babamda konuşmadı. Sadece Mehmet Ağabeyin sabahleyin Çatalzeytin’e giderken elimi sıktı:
-Bu kadar sert olma ede! Dedi.
Başka bir şey söylemeden çekti gitti. Babam ve Annem  tarlaya indiler.Bizde arkalarında indik. Annem bana elini verdi, babam elini de vermedi. Ben de çocuklarımı alıp çekip gittim. Yanımda o zaman çocuk olan yeğenim Abdulkadir’den başka kimse de yoktu.
Ben bu ayrılıştan sonra dediğim gibi dört yıl sonra ancak Mustafa Dayımın cenazesinde memlekete geldim. Tayinimde Kastamonu Çatalzeytin’de Ankara Bala’ya çıkmıştı. Aramızdaki soğukluk hiçbir zaman gitmedi. Bir araya gelip konuşsakta  aramızda kardeş muhabbeti eskisi gibi olamadı. 1995 yılında böbrek rahatsızlığım netleşince iki yıl kadar tedavi görüp,  yurt dışında ilaç getirtmek zorunda kalmıştım. Kendi paramla getirttiğim için maddi olarak bitince Ziya Ağabeyime telefon ettim. Durumu anlatıp para istedim.
Ziya Ağabeyim durumu babama bildirmiş. Babam da diğer oğullarını arayarak bu defa benim için oğullarını harakete geçirmiş. İlk etapta üç maaş tutarında bir yardım geldi. Daha sonra diğer akrabalarda yardım gönderdiler. Yurt dışında önce Dörtyüz Alman Mark’ına daha sonra İkiyüz Alman Mark’ına gelen ilaç, havaalanının Emniyet Amiri Ahmet Bey vasıtasıyla reçeteyi Almanya’ya yollayıp Türk Hava Yolları pilot veya hosteslerine aldırınca Altmışyedi Alman Markı’na geldi. İki veya üç defa bu şekilde ilaç getirttikten sonra Ankara İbni Sina Hastanesi Üroloji Profosörü Yusuf Ziya Müftüoğlu tarafından hastaneye yatırılıp mesaneden kapalı ameliyat oldum. Benimle birlikte kızım Ümmühanı’da yatarak tedavi gördü. Ameliyattan sonra Prof. Yusuf Ziya Müftüoğlu bir akşam beni odasına çağırdı. Hayatım boyunca uygulamaya çalıştığım öğütlerde bulundu. Çıkarttığı “Diyabetes İnsipedus” raporunun süresi iki yıl sonra dolunca dödüğümde  kendisi emekli olmuştu. Dediği gibi onüç yıl sonra kalan tek böbreğimde çalışamaz oldu ve “Diyaliz Hastası” oldum.
Allah’ın takdirine bakın ki, o zaman Müftü Ali Yazıcı’nın telkiniyle yalan ifade veren Şaban Karagöz’ün bir süre işleri iyi gittikten sonra ters dönmüş, kendi canını kurtarmak için İmam-Hatiplikten istifa ettirilmişti. Müstavi addedense ne yazıkki kendisine yalan söyleten Müftü Ali Yazıcı olmuştu. Kendisini ben bile kurtaramamıştım. 1999 yılında Amcamın oğlu Mehmet’in (Kaynı olur) ricasıyla tayinini Bala’ya almak istemişsem de müstafi yazısı tayin yazısından önce Diyanet İşleri Başkanlığı’na ulaştığı için benim Müftü Vekili olarak yaptığım teklif iade edilmişti. Bu gün Hac ve Umre Organizasyonu ile uğraşıyor. Diyanetle de rekabet ederek çalışıyor. Yine de babama göre benden iyi Müslüman!.
Ali Yazıci beni görevden attıramayınca “Sen Hayvansın” diye hakarette bulunmuştu. 2000 yılında Mekke’de karşılaştık. Karşıma Gaziantep Kafilesinde Kafile Başkanı olarak çıktı. Ama bir süre sonra yanıma gelen bir  Kurbanlık Koyun satıcısının anlatımıyla hacıların kurban parasının yarısından fazlasını cebine atan, hemde ekip halinde İl Müftüsü ile birlikte hacıların parasına tenezzül eden bir “Hayvan” olduğunu öğrendim.
Oğlumun kazasından sonra tayinimi Osmaniye-Kadirli’ye çıkartmış,  evimi de getirmiştim. Oğlumla Bahçe’de akrabaları gezdikten sonra Mehmet Ağabeyimin evine de geldik. Her nasılsa söz dönüp dolaşıp eski günlere geldi. Mehmet Ağabeyim bana:
-İslahiye’de senin için ben bir altın zarar ettim. Bana bir altın borçlusun! Benim bir altınımı öde!
Ben adamın evine misafir gelmiş, kendisi zarar görmesin diye İslahiye’de yemediğim parayı üstlenmek zorunda kalmış, bununla da kalmayarak tüm eşyalarımı dağıtmış, kurulu evimi yok etmiştim. Kendisi söylediği yalanla benim evimi dağıtmıştı. Ben kendisinden hesap soracakken kendi benden hesap soruyordu. Ben sinirlenmiş bir süre bağırıp çağırdıktan sonra:
-Benim zararımı kim ödeyecek!. Sen bana verdiğin zararı neyinle ödeyeceksin! Diye bağırmaya başladım:
-Senin arkamda konuşmaların yüzünden İslahiye’de sürgün gittim. Diye kızınca:
-Ali Yazıcı benim konuşmalarımı nerden duymuş? Diye konuştu. Ben:
-Sen it gibi üreceksin! Herkes kulağınımı tıkayacak. Sen Konuştuklarının duyulmadığınımı sanıyorsu? Haydi sen bana kaç altın borçluysan öde!
 Ortam bayağı gerilmişti. Abime dönüp:
-Abi sen büyüksün diye sestenmiyorum diye hiçbirşey bilmediğimi mi sanıyorsun. Şerefsizlik etme. Bir daha bu konuyu benim önüme getirme. Sana artık ağır konuşurum...
Sustuk. Bir süre sonra da kardeşim Hasan’ın evine gittik. Artık Aptallığın bu kadarı da fazlaydı. Sen Abin zarar görmesin diye her sıkıntıya katlan. Kendisi seni enayi yerine koysun.
Bu tartışmadan sonra Mehmet abim benim olduğum yerde bu konuyu bir daha konuşmadı. Olmadığım yerde söylediğini de ben duymamazlıktan geldim. Taki, Kadirli Müftüsü Orhan Öncü’nün benim Diyanetle olan İcra davam nedeniyle ağzından bilerek veya bilmeyerek kaçırdığı “sen eskiden de para yemişsin, sicilinde birşeyler var” sözüne kadar.
Bu söz üzerine Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereğince sicilimdeki tüm iftira evraklarını almıştım. Bunun bir suretini derhal Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e göndermiştim. Bir suretini de tamamlanan İcra Mahkemesi sonucunda Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru evrakı olarak göndermiştim. Anayasa Mahkemesi İdari soruşturma isteyince de eski İslahiye Müftüsü Ali Yazıcı’nın bulunduğu Dörtyol Kaymakamlığına, eski Nurdağı Müftüsü Ranazan Tekin’in bulunduğu Akçaabat Kaymakamlığına, Ankara İl Müftülüğüne ve Diyanet İşleri Başkanlığına idari soruşturma talebinde bulunmuştum. Ankara İl Müftülüğü ve Akçaabat Kaymakamlığı müracaatıma hiçbir cevap vermemiş, Diyanet İşleri Başkanlığı ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebimi kabul etmediğini gerekçe göstererek Ret etmiş ve bana bir yazı ile bildirmişti. Dörtyol Kaymakamlığı ise Ali Yazıcı’nın dava açılırsa kendilerini savunacaklarını belirten bir cevap vermişti. Benim durumu Hatay Valiliğine bildirmem üzerine Hatay İl Müftülüğünde Ali Yazıcı hakkında bir soruşturma açılmış, kendisi Vaiz olarak Kayseri’ye atanmıştı.
Ziya Abim olanları kabullenemiyor, benim yalan söylediğimi düşünüyordu. Bunu da bana her fırsatta hatırlatıyor, bu soruşturmalarda benim zarar göreceğimi söylüyordu. Bende:
-Olay Yargıda, herşey ortaya çıkacak diyordum. Taki yazın Köyde Mehmet Abimle tartışana kadar. Mehmet Abim Ali Yazıcı hakkında yazdığım yazıları internette okumuş veya kendisine okutmuşlar olmalı ki kendi evinde ikindi namazından sonra konuya girdi:
-Biz internette bir şey okuyoruz. İslahiye de benim yüzümden sürgün gittiğini yazmışsın!. Sen Şaban Hoca’ya da iftira atıyorsun. Sen bunları kafanda uyduruyorsun? Deyince ben:
-Sen kafanda uyduruyorsun!. İslahiye’de senden başka bana para yediğimi iddia eden olmadı. Ali Yazıcı senin aptallığın yüzünden beni sürgün etti. Olay şimdi Mahkemede dedim.
-Kasada para yoktu. Dedi ben:
-Onu Ali Yazıcı söylesin, söyleyebiliyorsa.. Sen görmediğin kasayı ne biliyorsun? Deyince:
-Beni de mahkemeye ver! Diye bağırmaya başladı. Ben:
-Ne diyeceğim Hakime!. Abim Aptal mı diyeceğim? Şabanla ilgili Diyanet’in yazısı da evde duruyor. Gel vereyim. Bakalım kim yalan söylüyor. Kafanda uydurduğun yalanla bana sıkıntı oldun. Allah yıllar sonra bir vesileyle o iftira evraklarını elime verdi. Şimdi Mahkemede....
Ziya Abim aramıza girdi. Tartışmayı kesti. Babam bize bakıyor ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ben kalktım. Bahçeyi dolaştım. Geldim Ziya Abimin balkonuna yattım. Aşağıda benim hakkımda konuşuyorlardı. Benim annemden miras kalan kalp yetmezliği hastalığım nedeniyle iyice şişmiştim. Kalkıp Ziya Abimin yanına geldim:
-Abi, Babamın ilaçlarından kalp ilacı vardı, ondan bana getir. Ben ilacımı almamışım. Dedim. Abimde:
-Git kendin al. Abinle de bir daha tartışma! Dedi
Bende gittim. Babamın kalp ilacından dört tane içtim. Dört tanede cebime koydum her ihtimale karşı. Zira benim ilacım babamın ilacının dört katıydı. Geldim. Ziya Abimin balkonuna tekrar yattım. Bir süre sonra ilacın etkisiyle uyuklamışım.  

Akşam Ziya Abimle yine konuştuk. Abim bir türlü paranın kasada olduğuna inanmak istemiyordu. Bende:
-Mehmet Abim Babama: Mustafa borçlanmış, ödemek istedikçe daha çok borçlanmış, diye benim duyduğum şeklinde anlattı. Babam da ona inanmış deyince abim:
-Bizde öyle biliyorduk dedi.
Bir süre sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye hakkında emsal bir karar vererek suçun işlendiği tarih değil öğrenildiği tarih esas dedi. Benim Dosyamdaki iftira evrakları İcra Dosyasından ayrılarak “Cezai İşlem” yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet başsavcılığına gönderildi. İcra Mahkemesine de Anayasa Mahkemesi “Zaman bakımından yetkisizlik” kararı vererek reddetti. Dosya karar düzeltmeden yeniden Sincan Ağır Ceza mahkemesini dolanıp yüksek tazminatla Anayasa Mahkemesine tekrar gitti. Benim İslahiye dosyam Ankara dosyamla birleşerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında soruşturulmayı bekliyor. 
Bir süre sonra Mehmet Abim babamın benim evimde bulunduğu zaman evime geldiğinde Diyanet’in İslahiye’de maaşını yediğim kişilerin isimleri bulunan resmi yazısını n bir fotokopisini eline verdim. Almak istemediyse de yarın soruşturmada kendisine lazım olacağını söyledim. Zira kendisine iftira attığımı iddia ettiği şaban karagöz’ün ismi o resi yazıda ilk sıradaydı. Yazıyı aldı gitti.
Benim yıllar önce Nurdağı’nda yaptığım tartışma bu gün Diyanet İşleri Başkanının yargılanmasına neden olmuştu. Daha doğrusu yargılanamamasına. Zira; Diyanet İşleri Başkanlığı istisnai memurluklardan olduğundan ve doğrudan Başbakanlık’a bağlı olduğundan incelenmesi,soruşturulmasi, kovuşturulması, yargılanması bizzat Başbakan’ın iznine tabi idi. Yıllardır soruşturma ve kovuşturmalarla uğraşan biri olarak bunu çok iyi biliyordum. Savcılığa müracaat ederek suç duyurusunda bulunuyordum. Savcılık soruşturma ve kovuşturmaya izin alamadığından isteğimi red ediyor, bende itiraz edince dosya Ağır Ceza’ya gidiyordu. Ankara Savcılığına en yakın Ağır Ceza’da Sincan Ağır Ceza olduğundan dosya oraya gidiyor, aynı şekilde Başbakanlıktan izin alınamadığından Ret edilerek geri geliyor. Böylece iç hukuk tamamlanmış oluyordu. Bunları bildiğim için de Avukat tutmaya lüzum hissetmiyordum. Bu usulle de İcra Mahkemesi Anayasa Mahkemesine gitmişti. Oradanda bir sonuç beklemediğimden dosyalarımın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmesinin de önünde bir engel kalmıyordu. İftira evrakları da aynı usullerle Anayasa mahkemesine, akebinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidecek. Sonucuna da Diyanet İşleri Başkanı katlansın.

24 Aralık 2013 Salı

DİYANETİN CEVABI

Din İşleri Yüksek Kurulu Soru Cevaplandırma Platformu

Soru: Ben Emekli bir Diyanet mensubuyum. Görev yaptığım yerlerde yapım gereği kimseye boyun eğmediğimde ordan oraya sürüldüm durdum. Oğlum ağır bir kaza geçirince de Diyanet ve Diyanet Vakfına yardım için başvurdumsa da cevap alamadım Uğraşarak kendi Vakıf şubesinde Genel merkez yazısıyla küçük bir yardım aldım ve mahkeme bitimi ödeme taahhüt ettim sede Rüşvetle mahkememe reddedilince verdiğim söz gereği yardımı erteledim ama imzaladığım senetlerimi geri almadım. Oradan ayrılınca Başkasından çocuk doğurduğu mahkeme kararıyla tesbit edilen bir kadının yalan şikayetiyle bu yazı ve dosya "nasıl olsa yasal olarak itiraz edemez" diye borca çevrilip Başkanlık talimatıyla icraya verildim. İcrayı mahkemeye taşıdım ve resmi yazı ve yardım dosyasını istedimse de alamadım. Teslim ettiğim memur sa bu yazı ve dosyanın Diyanetten bizzat gelinip alıdığını iddia ediyor. B arada yasa değişti ve benim itiraz hakkım doğdu. Bende Savcılığa itiraz ettim. Müftünün ağzından kaçan itirafla sicil dosyamdaki evrakları aldığımda 4 kişinin maaşını yediğimi, Cami parasıyla Ankarada ev aldığımı vs. iftira evrakları ile karşılaştım. Bunu derdal Diyanet İşleri Başkanına ve Anayasa Mahkemesine sundum. Mahkeme devam ederken AİHM türkiyeyi mahkum eden Emsal bir karar verince Dosyam yeniden Sincan Ağır Ceza ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildi. Sincan Dosyasını yüksek bir tazminatla yeniden Anayasa mahkemesine gönderdim. Cumhuriyet Savcılığı dosyası ise halen devam ediyor. Defalarca Başkanın sitesine ve kuruma müracaat ettimse de bir cevap alamadım. Ben merak ediyorum. Diyanet'in Dini Ne ? Bu kadar iftira ancak Diyanet İşlerinde değil İftira İşlerinde bulunmaz mı? Bu iftira evraklarına karşın Devletin ödeyeceği Tazminatın hükmü Nedir ?
Cevap:
 
İslam'a göre insan; canı, malı, namusu, haysiyeti, maddı ve manevi tüm hak ve özgürlükleri ile dokunulmaz bir varlıktır. Hiç kimse hukuk dışı bir gerekçe ile insanın maddi ve manevi varlığına tecavüz edemez. Bu itibarla, bedenen veya manen zarar görmesine sebep olan kişi,kişiler ya da kurum hakkında dava açılabilir ve muhakeme sonucunda mahkeme kararı ile verilen tazminat alınabilir. Buna göre,zarara uğrayan kişinin tazminat davası açması ve şayet mahkeme burada bir bedel takdir ederse, takdir edilen tazminatı alması caiz ve alınan para helaldir.

Din İşleri Yüksek Kuruluna: Emekli bir Diyanet mensubu olarak verdiğiniz cevabı bende biliyorum. Önemli olan sizin ilk sorumu cevaplamanızdı. Benim amacım Diyanet teşkilatıdaki Ahlaksızlığa dikkat çekmekti. Görüyorumki sizde kafanızı kuma gömüyor, ilk iki sorumu görmezden geliyorsunuz. ben ilk iki sorumun cevabını istiyorum.

22 Aralık 2013 Pazar

HERŞEY PARA DEĞİLDİR


Kazadan 12 gün sonra ben Halil’in yanında olduğum sırada Doktorlar Halil’in değerlendirmesini yapıyorlar, beni fark etmiyorlardı. Halil’in fişinin çekilip çekilmemesinden bahsediyorlar, Glaskow’un çok düşük olduğunu, bu şekilde yaşamasının mümkün olamayacağını konuşuyorlardı. Beni fark edince hemen dışarı çıkardılar. Bende dışarı çıkınca hemen İstanbul’da yoğun bakım hemşiresi olan yeğenimi aradım. Kısa bir konuşmadan sonra:

-Yeğenim Glaskow ne?

-Bilmiyorum Amca..

-Yeğenim biliyorsan söyle. Glaskow 4 diyorlar bu ne demek oluyor?

-Bilmiyorum Amca. Hocama sorayım, sana cevap veririm..

Hocası yerine hemen babasını, yani Ziya Ağabeyimi aramış, Halil’in durumunun iyi olmadığını söylemiş. Glaskow 4 demek Beyin fonksiyonlarının durma noktasında olması, bitkisel hayat başlangıcı demekmiş. Ağabeyim beni arayıp teselli veriyordu.

Akşam saat beşte bilgi alırken doktora Glaskow’u sordum. Glaskow, Beyin uzmanlarının bir derecelendirmesiymiş. Tıp tarihinde Glaskow 7 de ölen, 4 de kurtulan hastalar oluyormuş. Ama daha 4’ün altında kurtulan hasta olmamış. Halil sınırdaymış. Anlaşılan sabahki konuşmalarını duyduğumu biliyorlardı. Bir gün sonra   Prof. Dr. Hızır Bey beni odasına çağırdı.

A Blok’a giriş katının bir alt katındaki odasına gittim. Kısa bir konuşmadan sonra bana sordu:

-Sen Allah’a inanır mısın?

-Ben din görevlisiyim.

-Din görevlisi olabilirsin ama Allah’a inanmak daha başkadır. Allah’tan ümit kesilmez ama bu hastadan herhangi bir gelişme yok. Tedaviye hiç cevap vermiyor. Herhangi bir umutta yok. Böyle kalacağından korkuyorum. Ben Allah değilim. Böyle bir hastayla ilk defa karşılaşıyorum. Beyin sapı çok hasarlı. Böyle kalacağından korkuyorum... Ölürse veya fişini çekecek olursak organlarını bağışlar mısın... dediğini hatırlıyorum.

Doktor konuşuyordu. Artık ben dinlemiyordum. Dünya başıma yıkılmıştı... Kendisine ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum. Dışarı çıktım. Yanımda yeğenim Şeref vardı. Hastaneden çıktık. Amerikan konsolosluğunun yanına doğru inerken Ziya Ağabeyimi aradım:

-Abi durum çok kötü. Ben bittim.... Yanıma gel..

 Artık ilk defa ağlıyordum. Kolum aşağı düştü. Ağabeyim telefonda ne diyordu onu bile duymuyordum. Yeğenle hemen hiç konuşmadan Meclis parkına kadar indik. Bir süre oturup kendimi toplamaya çalışıyordum. Yeğenim biraz teselli verip ayrıldı.

Bir gün sonra Ağabeyim hemen gelmişti. Beraber doktorun yanına gittik. Ağabeyime de bana söylediğine benzer şeyler söyledi. Morallerimiz bozulmuştu. Ağabeyim bana teselli vermeye çalışıyordu. Cuma günüydü. Cuma Namazı için Kocatepe Camiine gittik. Camiye girerken bir telefon geldi. Halil’in sıra arkadaşıydı. O gelince hemen yanına almışlar. Arkadaşı yanına gelince Halil’in ilk defa kalp atışı değişmeye başlamış. Cami çıkışı beklemeden hemen hastaneye koştuk. Doğruydu. Halil’in kalp atışları ilk defa değişmişti. Doktorlar ve hemşireler hemen başına toplanmışlardı. İyi bir gelişmeydi. Ondan sonra doktor ve hemşireler bize:

-Arkadaşları varsa gelip ziyaret edebilirler. Biz onlara kolaylık sağlarız. Bu hasta sese tepki vermeye başladı. Bu iyi bir gelişme...  Dediler.

Ağabeyim de ben de biraz olsun rahatlamıştık.

Durumu yakın arkadaşlarına  bildirdik. Onlar gelince hemen yoğun bakım odasına alıp Halil’i kısa da olsa görmesini sağlıyorlardı. Halil Yoğun Bakımda yatan tek genç hasta idi. Çalışan doktor ve hemşireler çok iyilerdi. Bize çok iyi davranıyorlar, Hastaya da çok iyi bakıyorlardı. Kendilerine ne kadar teşekkür etsek azdı...

Kazadan 15 gün sonra İstanbul’da Avukat olan Yeğenim Abdullah Bey, Hanımı ve kardeşi  Abdurrahman geldiler. Kendisi Amcamın kızının oğlu, hanımı da Rahmetli Halil Ağabeyimin kızıydı. Babası öldükten iki-üç ay sonra doğmuştu. Benim oğlumun adı da Ağabeyimin adıydı. Halil Ağabeyim Din görevlisi iken Ankara’ya Askere gelmiş, Askerde rahatsızlanmış, altı ay kadar GATA’da tedavi görmüştü. Sonra’da askerden Hava değişimine gönderilmişti. Daha sonra çeşitli hastanelerde tedavi görmüş, Böbrek yetmezliği ve Üre Hastalığında  Haziran 1980’de vefat etmişti. Bu günkü imkanlar olsa belki de ölmeyecekti. O zamanlar böbrek nakli, diyaliz pek bilinmiyor ve uygulanmıyordu. Hatta Kavaklıdere’de Güven Hastanesinin alt taraflarında gezinirken Ziya Ağabeyim anlatmıştı  Halil Ağabeyim GATA’ da yatarken elli şişe serum istenmiş, oda tüm Ankara’yı araştırıp Kavaklıdere’de bir eczanede kırk beş şişe serumu zor bulmuştu. O zamanlar böyle Hastane ve imkanlar yoktu.

Akşam eve beraber döndük. Yeğenim Abdullah Bey:

-Halil’in Avukatı ben olacağım. İnşallah bu çocuk kurtulacak, büyük hizmetler yapacak .. diye bana teselli vermeye çalışıyordu.... Bana da ;

-Sakın şikayetçi değilim deme.. diyordu. Şikayetçi değilim diyenlerin sonrada bir hak elde edemezler diyordu.... Bu şekilde binlerce vaka varmış... İstanbul’dan gelip gidemeyeceğinden ben Ankara’dan Avukat tuttum. Kendisi de dava sırasında telefonla ve görüşerek çok yardımcı oldu.

Sabah Ziya Ağabeyim ve Avukat Abdullah Bey’le olay yerine gittik. Ben olay yerine kazadan sonra ilk defa geliyordum.Yol iki şeritliydi. Çeşmenin arkasında hem ilkokul, hem de lise vardı. Yolun karşı tarafıydı. Araba orada yayaya nasıl çarpmıştı. Anlamak zordu. Yolun ortasında sollama yasağını gösteren kesintisiz beyaz çizgi, sağ tarafta iki okul işaret levhası vardı.  Sol tarafta da az ileride yine okul işaret levhası vardı.Bala lisesinin araba girişi yerinde, kaldırım hizasında kan izleri daha belli oluyordu. Halbuki bizim aldığımız duyumda kaza yeri Belediye Arasözüyle yıkanmıştı. Demek ki insan kanı kaybolmuyordu.

Bizim aldığımız duyumlara göre de Kaza:

Tohumlar Köyünde kalan Halil bu hafta eve gelmek istemeyip, orada kalmış. Kendisi sivilce ilacı kullanıyordu. İlacını Hafta içerisinde Ankara’ya gidip Gazi Hastanesinde yazdırmış. Aldığı ücretiyle kendisine de Ayakkabı, giyecek ve Telefon hattı vs. almış. Bu ayın sonunda Adana’ya   gitmeyi planlıyormuş. Bir kısım parasını ayırmış.  İlacının kalmadığını görünce Bala’ya gelmiş. Lokantacı arkadaşının yanında çorba içmiş. Bir diğer arkadaşının evinde oturup çay içmişler. Oradan Eczaneye gelerek Reçetesini verip ilacının getirilmesini istemiş Eczanede çalışan Murat arkadaşı olduğundan bir süre sohbet etmişler. Akşam Murat çıkarken kendisi de beraber çıkmış. Murat evine gitmiş. Kendisi de hem sigara içmek, hem de takıldığı  dershaneye gitmek üzere Bala Lisesine doğru yürümüş. Yolda Lisenin önündeki çeşmede su dolduran okul arkadaşı Can’ı görünce yolu geçip kaldırımda Can’ın yanına gelmiş. Canla tokalaşmak üzereyken arkadan çok hızlı gelen M.Ç’nin kullandığı Kartal Marka taksi Halil’le hızla çarpmış. Halil havaya fırlamış, arabanın üstüne düşüp tekrar fırlamış ve Bala Lisesinin oto girişine, cep tabir edilen noktaya düşmüş. Çarpmanın etkisiyle Halil’in dili boğazına kaçmış. Nefes alamıyormuş. Yolda bisikletiyle Bala tarafına gelen Selahattin isimli bir sağlık okulu mezunu dilini boğazından çıkararak nefes almasını ve yaşamasını sağlamış. Arabanın üzerine arka üstü düşünce beyin sapı denilen bölge aracın camıyla kaportası arasında bulunan çerçeve demirine gelmiş. Bu Yüzden beyin sapı çok fazla hasar görmüş. Sağ omuzu arabanın ön camına gelip arabanın ön camını kırmış. Omuz başı yara olmuş, omuz kemiği çatlamış vaziyette Hastanede yoğun bakımda yatıyordu. Araba hiç fren yapmamış, durmamış. Araç ileride durup şoförü M.Ç. araçtan inip kaçarak Fatma isimli yaşlı kadının bahçesine saklanmış. Arabada bulunan kız kardeşi inerek yolun karşısında bulunan emekli Polis Mekin Bey’in dükkanında evlerine  telefon etmiş. Mekin Bey’de telefonla hemen karakolu arayıp haber vermiş, hem de hastaneyi arayıp Ambulans istemiş. Olay yerine polisler gelmişler.Trafik Polisi Mustafa Gödek hemen kaldırımı çizmeye, araç izini tespit etmeye başlamış.Yaralı ile ilgilenmemiş. Buna sinirlenen bir polis arkadaşı Mustafa Gödek’in yakasına yapışmış. Yerde yatanın insan olduğunu,ilgilenmesini istemiş. Hemen ayırmışlar. Doktor  Salih Bey gelince Hastayı Ambulansı beklemeden hemen Sağlık Ocağına kaldırmışlar. Biraz sonra olay yerine M.Ç.’nin Babası Ahmet Çalış gelip, kazayı kendisi üstlenmiş. Bunları Başkomiser’e olay yerinde anlatan Can, ifade vermek üzere Baş Komiser Ali Mülayim’le ve Ahmat Çalış’la Karakola gitmek üzere olay yerinde ayrılmışlar. Hatta Can :

-Ben kendimi çeşmeye zor attım. Az daha beni de ezecekti... diyormuş.

Avukat yeğenim:

-Böyle bir yerde kaza yapan insan yüzde yüz suçlu olur, isterse çocuk değil kırk yıllık şoför olsun... Arkadan çarpmak suç... Yolda olsa bile sollama yasağı çizgisini, okul levhalarını görmüyorlar mı?  diyordu.

 Misafirleri ve Ziya Ağabeyimi Osmaniye’ye memlekete yolladım. Bende Hastaneye Halil’in yanına gittim.

Kazanın 19. gününde Bala’nın içinde geçen kazanın meydana geldiği ana yola, eski Kaman-Kırşehir yoluna 7-8 yerden hız kesici bariyer konmuştu. Kazanın aşırı süratten kaynaklandığını Yetkililer dahil herkes biliyordu. Bir daha arabalar İlçe içerisinde hızlı seyretmesin, böyle kazalar olmasın diye bu bariyerler konmuştu.

Kazanın 22. günü Kardeşim Hasan iki arkadaşı, Hanımı ve bir arkadaşının hanımı ile Bala’ya geldiler. Temsilcisi olduğu Diyanet-Sen’in toplantısı varmış. Arkadaşlarıyla toplantıya gelmişler, gelirken Hanımını da getirmiş, hanımına da yol arkadaşı olarak arkadaşının hanımını da almış. Kendilerine Diyanetin Misafirhanesinden yer ayırtmışlar. Hanımları eve bırakıp kendileri misafirhaneye gideceklermiş. Eşim ben gelinceye kadar salmamış. Ben gelince gitmek istedilerse de izin vermedim:

-Hasta ziyaretine geldiyseniz benim misafirimsiniz dedim.

Akşam oturup konuştuk, sohbet ettik. Sabah beraber Ankara’ya gittik. Beni Güven Hastanesinin alt tarafında indirip  kendileri toplantıya gittiler. Kendilerine Akşama mutlaka gelmelerini söyledim. Ben hastayı ziyaret edeceklerini bekliyordum ama olmadı. Biraz sonra Memur-Sen Genel Başkanı bir telefon edip geçmiş olsun dileklerini bildirdi.

O gün kardeşim ne hastaneye, nede akşam eve geldi. İkinci gün yine gelmediler. Akşam ben yatarken artık sinirliydim. Kardeşimi biliyordum. Yıllar önce benden yediği bir s.. ile Abi demeye başlamıştı. Yine aynısı olacaktı. Eşim Arkadaşlarının yanında yapma, çek kenara ne söyleyeceksen söyle, evde rezalet çıkarma diyordu. Bu adam sendika temsilcisiydi. Bu tür konularda başkalarına yardım etmesi, öncü olması  gerekiyordu ama kendi öz yeğeni bile  umurunda değildi. Hasta ziyaretine değil kendi işine gelmişti. Bu durum bana ters geliyordu. Sabrımı zorluyordu. Beni adam yerine koymayanı ben hiç koymazdım. Annem bana boşuna “Deli” demiyordu.

            Sabah misafirleri de alıp eşimle birlikte hastaneye gittik. Ziyaret saati bittikten sonra TDV misafirhanesinden geldiler. Kardeşimi alıp Hastanenin dışına çıkardım. Yolda yürürken:

            -Hasan sen niye geldin?

-Abi bu ne demek oluyor?

-Hasan niye geldin? İşin bittimi?

-Bitti ama bu ne demek şimdi..

-İşin bittiyse arkadaşlarını al, s.. ol git.

Cevap vermesini beklemeden geri dönüp kantinde oturan eşimi alıp çıktım. Arkadaşları da kendi de şaşırıp kalmıştı.

Biz aşağı Amerikan Konsolosluğunun yan tarafında bulunan Otobüs durağında otururken geldi. Yanıma oturdu. Cüzdanını çıkarıp eşime uzattı.

-Al..

-Abine ver, bana niye veriyorsun? Cüzdanı bana uzattı.

-Koy cebine.

Bu arada Belediye Otobüsü geldi. Biz şaşkın bakışları  altında Otobüse binip ayrıldık.

Tekrar hastaneye çıkıp eşiyle Halil’i ziyaret etmişler. Memlekete gitmişler. Bir gün sonra Ziya Abim telefon etti. Olayı ona anlattım. Sadece:

-Her şey para değil. Dedi. Başka bir şey söylemedi.


19 Aralık 2013 Perşembe

DİYANETİN DİNİ NE?


                    Okulu bitirdiğim zaman İmam olmak istemediğim için Ankara'da sınavı kaybedip Boluya Kursa gitmiştim. Bolu'da 1. olarak mezun olacakken yerime bir arkadaşımı 1. ettirip, bir arkadaşımı da Bolu'da beni isteyenlere İmam olarak bıraktıktan sonra Memurluğa geçmiştim.
                     Ben İmamlıktan kaçarken yağmurdan kaçanın doluya tutulduğu gibi Müftü Vekilliğine yakalanmıştım. Antalya memurlar kursunda Diyanetin gerçek yüzünü görmüş, 25 gün sürecek kursun 8 günde bitişinin müsebbibi olmuştum. Bu kurs bir daha tekrarlanmadığı gibi o zaman iddiaya girdiğim arkadaşın çorbasını Düziçi'nde içmiştim.
                      Düziçine tayinimi yaptırıp geldiğimde evde kardeşim Hasan'ın düğünüyle karşılaşmış, Babasına sahte mektup yazarak düğün kurdurduğunu, Hasan beklenirken benim geldiği öğrenmiştim. O zamandan itibaren babamın bol keseden vaatlerine mazhar olmuş, asla birisini tuttuğuna da tanık olmamıştım. Maddi ve manevi olarak kendisine en çok yardım eden oğlu olmama rağmen en kötü oğlu da ben oldum. Öyle ki oğlum kaza yaptığı zaman bana yardımcı olacağı yerde çekip hacca gitti.
                      Düziçi'nde bir maaşımı müezzine yedirdikten sonra kendi kendini Başbakanlığa şikayet eden Müftü'nün şikayet dilekçesinin posta zarfını kendi el yazısıyla yazmasın ortaya çıkması yani gerçekte kendi kendini şikayet edip suçu bana atmak isterken Başbakanlığın gelen şikayetin posta zarfını muhafaza edeceğini hesap etmediğini ve  kıçını Kaymakam kurtarırken ben kendimi İslahiye'ye atmıştım.
                      İslahiye'de altı yıl çalıştıktan sonra tayinimi yeni kurulan Nurdağı Müftülüğüne yaptırmış, daha göreve başlamadan Nurdağı Müftülüğünde yaşadığımız bir yalan söylüyorsun tartışmasında Babamın Mehmet Ağabeyimin yardımıyla kasada duran yedi kişinin maaşını yemekle suçlanmış ve açığa alınmıştım. Mehmet Ağabeyimin Babamın yalanını kendi yalanlarına katıp Müftüye anlatması ve Müftünün de kendisini Kaymakama yöneltmesi Kaymakamında makamında kovup o Aptal senin Ağabeyinmi? demesi ve içeri alacağı tehdidi nedeniyle ve yine babamın isteğiyle olayı savcılığa taşıyamadan sürgüne gitmiştim. Babamın Baş Avukatı Mehmet Ağabeyim her olayda arkamda ürmüş, emeline de İslahiye'de ulaşmıştı. Bende kendisini korumak amacıyla işlemediğim suçu kabullenmiş ve sürgün gitmiştim.
                        Sürgün gittiğim Çatalzeytin'de telefonda bana Hayvan diyen Müftü Yardımcısının yüzüne telefonu kapattıktan sonra uyarı cezası alarak Ankara'ya tayinimi yaptırmış işte o zaman Diyanettekilerin gerçek yüzlerini öğrenmiştim.
                        Ankara Bala'da onüç uzun yıl kalmış, Bilgisayarda uzmanlaşmış, hem Proğramcı ve hemde Donanımcı olarak eğitim almıştım. Ağzım durmadığı için Müftülüğün yanında Kaymakamlığında soruşturma memuru olmuştum. Derneklere bakmakta cabasıydı. İlçede Say2000i başlayana kadar neredeyse kurumların yarısının maaşını da ben yapıyordum.
                        Bala Merkez Camiinin yeniden İnşaatını Muhasip Üye ve Müftü Vekili olarak ben yapmış, laf duymadık kulağımın dibi kalmıştı. Hakkımda yapılan şikayetlere ve ahlaksızlıklara hiç değinmek bile istemiyorum.
                        2004 yılında oğlum ağır bir kaza geçirdiği zaman Bala halkının büyük bir çoğunluğu benim yanımda olmuş, fakat kazayı yapanlar beni davacı ettirmeyeceklerini iddia ederek ve Rüşvet vererek evrakları kavga gürültü değiştittirmeyi başarmışlar, benim nüfusum ortaya çıkınca da susmuşlar, pisliklerini gizli yapmayı tercih etmişlerdi.
                       Bana yardımcı olması gereken kendi kurumum Diyanet bana yardımcı olmak yerine eline geçen her fırsatı ahlaksızca aleyhime kullanmış, yapabileceği her kötülüğü yapmakta geri durmamıştır. Başkasında çocuk doğuran bir kadının yalanıyla Şubenin yardım dosyası ve yazısı yok edilerek alçakça icraya verilmiştim. İcrayı Mahkemeye taşımış, fakat muvaffak olamamıştım. Bende bunu artık yeter diye Diyanet aleyhine kullanmaya karar vermiştim.
                        Ben nüfusumu ve  sürgünde geçen tercübe ve dostluklarımı kullanarak babamın ve bazı kardeşlerimin aptallığına rağmen bir hukuk mücadelesi başlatım ve on yıldır devam ediyor. Hala da sonuçlanmış değil.
                       Sürem dolduğunda hiç beklemeden hemen emekliye ayrıldım. Benim icra kavgam devam ederken Mahkemenin sözünü tutmaması üzerine olay Ankara Cumhuriyet Savcılığına taşınmış, Kadirli Müftüsünün ağzında bilerek veya bilmeyerek kaçırdığı bir söz üzerine sicilimdeki evraklar alınmış ve hakkımdaki tüm iftira belgeleri elime gelmiştir.
                       Bu belgeler derhal Diyanet İşleri Başkanına ve Anayasa Mahkemesine gönderilmiş, Anayasa Mahkemesi idari soruşturma isterken kendi kurumum olan Diyanet hiçbirşey yapmadığı gibi Anayasa Mahkemesinin talebini de dikkate almamıştır. Dörtyol Kaymakamlığına yapılan müracaat üzerina Hatay Valiliği soruşturma yapmaya başlamış ve eski İslahiye Müftüsü tenzili rütbe Kayseriye Vaiz olarak atanmış ve öğrendiğime göre kendisini yurtdışına atmaya çalışıyormuş. Hatay Valiliği soruşturmayı tamamlamış ama sonuç henüz bana intikal etmedi.
                         Eski Nurdağı Müftüsü hakkıdaki müracaatlarıma Akçaabat Kaymamaklığı hiçbir cevap vermemiş, Diyanet gibi onlarda susmayı tercih etmişlerdir.
                          Fakat değişen kanunlar nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiyeyi suçun öğrenildiği tarihin esas alınması gerektiği yönünde emsal bir karar vermiş, bu arada Anayasa Mahkemesi'de ilk müracaatımı kabul edip kapatılan dosyalarımı yeniden açtırmasına rağmen karar tarihinin kendi göreve başlamadan önce olduğunu belirterek Zaman bakımından yetkisizlik kararı vermiştir. Karar düzeltmeden dosya yeniden Sincan Ağır Ceza Mahkemesine gittiğinden ve Başbakanlık sorgulanmasına ve yargılanmasına izin vermediğinden tekrar gelmiş, sicildeki iftira evrakları ayrıştırılarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı gereği Ankara Cumhuriyet Başsavcılına cezai işlem yapılmak üzere gönderilmiş, İcra mahkemesi de yeniden yüksek tazminatla Anayasa Mahkemesine gönderilmiş ve dava açılmıştır.
                             Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Savcı ve Hakimler ile ilgili şikayetimin genel Kurula taşınmasını istemiş ve Hakim Fuat Beyle ilgili ayrı dosya oluşturulduğu bildirilmiştir. Şikayet bu defa Genel Kurula taşınmış ve hakim Fuat ile ilgili olarak da Ankara 3. İdare Mahkemesinde İdari dava açılmıştır.
                             Diyanet hizmet binası yanına yeni yaptığı Camiye Bala da kadınlarla ilgili ahlaksızlığı nedeniyle kovduğum imamı atamış, ben öğrenince resmi olarak teyit ettirmek istedimse de kurumun iç işi halkı ilgilendirmez cevabını aldım. Yani namussuz bir imamım en güzide camiye atanması halkı ilgilendirmiyormuş.
                               Tüm bunlar yetmezmiş gibi Bala'da oğlumun kazasından sonra Rüşvet dağıtarak beni mağdur eden Kuyumcu'nun Milliyetçi harek Partisinin Belediye Başkan Adayı olduğunu öğrendim. Derhal Mahkeme evraklarını Partinin Genel Merkezine gönderek bu kişinin Adaylığının engellenmesini, aksi takdirde bu mahkeme evraklarını rakiplerine de göndermekte tereddüt etmeyeceğimi Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezine ilettim ve bilgisayarda alındı teyidini aldım.
                          Yaşadığım bu olumsuzluklar üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kuruluna kısa bir özetlemeden sonra sordum:
                          -Diyanetin Dini ne?
                          -Tazminatın hükmü ne?
                         Din İşleri Yüksek Kurulu sorumu aşağıda belirttiğim kodla kabul etmiş fakat bir haftadır cevap verememiştir. Merek edenler bu kodla ne cevap verildiği öğrenebilirler. Eğer cevap verirlerse ben tereddüt etmeden yayınlayacağım . 19.12.2013 Mustafa Demir Osmaniye

Soru Kodu:       D4BF5C7F-38BB-49F5-AC0B-B0BAEA2EB582
 

 

HSYK GENEL KURUL İNCELEMESİ


HAKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU


GENEL KURULU BAŞKANLIĞINA

                                                                                                        ANKARA


           

KONU: Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu  Genel Sekreterliğinin 23/09/2013 tarih ve 90836726-101-01-06-6360-2011/25214 sayılı, Yeniden inceleme talebini içeren dilekçenize cevap konulu  İadeli Taahhütlü mektubunuza cevaptır.

 

Tebliğ tarihi  : 04.10.2013

             

 Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunuza vermiş olduğum 06.06.2013 tarihli Oğlumun Kaza Davalarında ihmali bulunan Savcı ve Hakimlerle ilgili “Yeniden İnceleme” talebimin  incelenmiş olup;

Dilekçe ve eki evrak kapsamında 03.04.2013 tarihli ve 2013/2336 sayılı soruşturma izni verilmesine yer olmadığına dair kararın kaldırılmasını gerektiren herhangi bir delil ve durumun bulunmadığı anlaşıldığından,

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Üçüncü Dairesinin 20.06.2013 tarihli ve 2013/607 Y.İ. sayılı oy birliği ile verilen kararıyla yeniden inceleme talebinin reddine karar verildiği,

Dilediğinizde bu karara karşı usul ve kanun hükümleri uyarınca yazımızın tebliğ tarihinden itibaren (10) günlük yasal süre içerisinde  Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kuruluna itiraz etme hakkınızın bulunduğu;

Bala eski Hakimi Puat Pembeçiçek hakkındaki bir kısım iddadan dolayı Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne göderildiği;

Bildirilmektedir.

Ancak ;

Benim oğlum Ankara Bala Lisesi önünde, kaldırımda, arkadan ani ve hızlı bir darbeye maruz kalmış, beyin sapı veya soğanı %98 hasar görmüş, akli dengesini yitirmiştir. Ankaranın en iyi hastanelerinde yüksek ücretler harcanarak en iyi şekilde tedavisi yaptırılmış ve bakımına devam edilmektedir. Ankara Özel Güven Hastanesi Nöroşirurji Bölümü Prof. Doktorları Hızır Alp ve Halil Kamil Öge’nin ifadesiyle; arkadan ani ve hızlı bir darbeyle beyin soğancığının ağır hasar gördüğü tesbit edilmiştir. Bunun Kartal marka aracın ön cam ve kaportasını birleştiren metal kısma çarçmasıyla bu hale geldiğine eminiz. Arabanın üst kaportasının yamulması bu durumu doğruladığı gibi, halen elimizde bulunan oğlumun kot pantolonu da arkadan darbe aldığını doğrulamaktadır. Bunu, yani arkadan ani ve hızlı bir darbeyle bu hale geldiğini daha sonra tedavi gördüğü İncek Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi sahibi ve Uzman Doktoru Beyin Cerrahı İzzettin Yüceer’de ifade etmiştir.

Bu nedenle;

Trafik Polisi Mustafa Gödek’in Trafik Raporu ve Bilirkişi Jandarma Uzman Çavuş Abdullatif Öztürk’ün hazırlamış olduğu Bilirkişi Raporu ancak kendilerini ve ona inanan, vicdanını satmış Hakim ve Savcılarınızı bağlar. Ben o raporların rüşvetle verildiğine eminim.  O raporu hazırlayan Mustafa Gödek ve Abdullatif Öztürk tüm isteklerimize rağmen mahkemeye çıkartılmamıştır. Size Adil Yargılanma Hakkı’nın ne olduğunu ben anlatacak değilim. İç hukuk tamamlanıp ta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine müracaatımız gerçekleştiğinde  hep beraber öğreniriz.

Kaza bana bildirildiğinde herkes kazanın kaldırımda olduğunu teyit etmiştir. Kazadan bir gün sonra Emniyet Amir Vekili Ali Mülayim yanında iki polisle –birinin adı Ali Afacan-evime gelerek bizzat bu durumu teyit etmiştir.

Tanık Gülümser Yıldırım’ın aracın kaldırıma çıktığı, Trafik Polisi Mustafa Gödek’in Kaldırım üzerini herkesin içinde çizdiği İfadesi bir türlü kayıtlara geçirilememiştir.

Tanık Büşra Yıldırım’ın ifadesinde belirttiği gibi araç kaldırıma çıkmış ve kaldırımda oğluma hızla ve arkadan çarpmıştır.

Emekli Polis Memuru ve Mahalle Bakkalı Tanık Mekin Öktem’in ifadesiyle aracı Ahmet Çalış’ın değil oğlu Murat Çalış’ın sürdüğü öğrenilmiştir. Tüm baskılara rağmen ifadesini değiştirmemiştir. Hatta: kaza olduğunda oğlumun tanık kepçeci Mustafa Yüksel’in aracında inmeden kenarda yattığını, Tanık Mustafa Yüksel’in oğlumu yol ortasında kaldırdığının yalan ve senaryo olduğunu ifade etmektedir. Kaza anında dükkanını önünde oturduğunu ve oğlumun dükkanının önünde geçmediğini söyleyerek Tanık Mustafa Yüksel ve Can Gürbüz’ün yalanlarını açıkça ortaya koymaktadır.

Kaza anında çeşmede su dolduran Can Gürbüz adlı tanık bunu herkese anlatmış ve ifadesi alınmak üzere herkesin içinde Karakola götürülmüştür. Hazırlık dosyasında ilk anda ifadesinin olmaması bizi şaşırtmıştır. Daha sonra Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’ın  girişimiyle ifadesi yok edilmiştir. Bizim müdahalemizle tanık edilse se ilk başta yalan ifade vermiş, hatta keşifte de yalan söylemeye devam etmiştir. Fakat Ankara 3. Çocuk Mahkemesinin talebi üzerine Hakim Fuat Pembeçiçek tarafından alınan ifadesi yok edilmiş ve ondan sonra askerliği bahane edilerek bir daha mahkemeye çıkartılamamış ve yok edilen ifadesine de ulaşılamamıştır.

Tanık Mustafa Yaşar her türlü yalanı söylemektedir. Elimizdeki dört ifadesi birbirini tutmamaktadır. İlk İfadesinde oğlumun önünde geçtiğini iddia etmiş, savcılıkta hiçbirşey anlatmamış, keşifte de önünde geçtiğini görmediğini ama yol ortasında kaldırdığını idda etmiştir. Bu iddiasını Tanık Mekin Öktem kendisinin araçta inmeden oğlumun kenarda yattığını, yolda kaldırıldığını görmediğini söyleyek yalanını ortaya koymuştur. Adaleti yanıltma duruşmasında doğruyu söyleyerek hiçbirşey görmediğini itiraf etmiştir. Kaza, Ceza duruşmasında ise Savcı tarafından yeniden dinlenmesi engellenerek yalan ifadeleri RÜŞVETLE verilen kararda kullanılmıştır.

Trafik Polisi Mustafa Güdek ilk etapta Ahmet Çalış adına oğlumu 8/8 haklı gösteren tutanak tutmuştur. Fakat Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’ın birkaç kişiyle Savcıyı ziyaretinin ardından ve Bala Emniyet Müdürlüğü’nde yapılan uzun görüşmeler neticesinde –ki polisler bunu inkar etmemektedir ve şu ana kadar hiçbiri ne soruşturmaya nede ifadeye çağrılmıştır.- Rüşvetle raporu değiştirmiş ve aldığı Rüşvetle de Antalya’ya tatile gitmiştir. Bunu da inkar etmemektedir. Fakat bir türlü mahkemeye çıkartılmamıştır.

Emniyet Müdür Vekili Başkomser Ali Mülayim ilk anda evime gelerek  kazanın kaldırımda olduğunu ve karşı tarafın 8/8 suçlu olduğunu söylemesine rağmen Emniyet Müdürlüğünde yapılan uzun görüşmelerden ve Savcı geldikten sonra Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’ın beni Davacı ettirmeyeceği yalanına inanarak ve RÜŞVET alarak evraları değiştirmiştir. Pazar gecesi benim adıma evrakları isteyen kapı komşum Eczacı Cihat Barbaros Ayata’ya evrakı vermemiştir. Onunla tartışarak raporun değiştirileceğini idda etmişse de Ahmet Çalış adına bu rapora asla ulaşılamamıştır. Ben resmi işlem başlatınca da hemen Emekliye ayrılmış ve asla mahkemeye çıkartılmamıştır.

Savcı İrfan Saz Pazar günü olay mahalline gelmiş, savcı gitkten sonra evraklar değiştirilmiş ve karakolda polisler arasında tartışma çıkmıştır. Komşum Bala Eczanesi sahibi –şu an Zonguldak ilinde Ayata Eczanesi sahibi- Pazar günü saat 23:00 sıralarında Bala Karakoluna gelerek  Emniyet Amir Vekili Ali Mülayim de raporun bir suretini istemiş ve onunla tartışmıştır. Değiştirileceği iddiasıyla da kendisine vermemişlerdir. Oysa Savcı İrfan Saz Resmi evrakları Pazar günü teslim alınmış görünmektedir. Evrakın üzerine kendi el yazısı ile Pazar gününün tarihini atıp kaleme havale etmiş görünmektedir. Buda bizim iddiamızı ispatlamaya yetmektedir. Şu ana kadar bu iddianın sahibi Eczacı Cihat Barbaros Ayata tüm uğraşımıza rağmen mahkemeye çıkartılmamakta, polislerde çıkarılmamakta  rüşvetle yeniden düzenlenen bu evraka itibar edilmektedir. Savcı İrfan saz’ın Başsavcı Mustafa Saylam’ın telkiniyle böyle davrandığını, Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’ın önce onu ikna ettiğini de biliyoruz. Savcı İrfan Saz’ın yapmış olduğu ve bizzat benim katılmamamı istediği keşif te Savcı’nın değil Ahmet Çalış’ın yapmış olduğu bir keşif olmuştur. Bu konuda da Savcı keşif sırasında uyarılmasına rağmen değişen hiçbirşey olmamıştır.

Bilirkişi Jandarma Uzman Çavuş Abdullatif Öztürk Polis Memuru Turgut Kölük’ün aracılığıyla raporunu RÜŞVETLE benim aleyhime düzenlemiş ve kasıtlı olarak yukarıda yalan söylediği ispat edilen Tanık kepçeci Mustafa Yüksel’in yalan ifadesini esas almıştır. Bu yalanlar şimdi kendileri ile birlikte birçok Hakim ve Savcının ayağına dolanmaktadır. Benim nüfuslu olduğumu öğrenince de doğrudan Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’ın dükkanına damlamıştır. Fakat birtürlü mahkemeye çıkartılmamıştır.

Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’ta, şu ana kadar ne ifadeye çağrılmış, nede mahkemeye çıkartılmıştır.

Ankara 3. Çocuk Mahkememizde dava başladığında duruşma günü öğle tatilinde duruşmanın bittiği ilan edilerek biz Polis zoruyla mahkeme önünde uzaklaştırıldıktan sonra davamız görülmüş ve Bala’da hazırlanan sahte evraklar Ahlaksız bir senaryo ile kabul edilmiştir. Buna yanımda bulunan Kardeşlerim ve Avukatım tanık olmuştur. Bu durum bile bu ülkenin yargılanmasına yetmektedir.

Yargılama devam ederken rapor içim Adli Tıp Kurumuna sevk edildik. 26.05.2006 tarihinde Adli Tıp Kurumunda rapor hazırlanırken sona doğru kazanın Bala Lisesi önünde olduğunu öğrenen Adli Tıp Uzmanı Dr.Talat Yurtman oğlumun yüzünde bulunan kemik kırığına bağlı kalıcı izi talebimize rağmen kayıtlara geçirmediği gibi 1. derece verdiği kafa kemik kırığını gözümün önünde 2. derceye çıkartmıştır. Bize de :”2/8 le Adamın donunu alırsın” diyerek ahlaksız bir laf etmiştir. Yapılan araştırmada kendisinin ziyaret edildiği öğrenilmiştir. Halen durmakta olan “Yüzde kalıcı İz” kayıtlara geçirilmediği için daha sonra Hakim Mehmet Keskin tarafından Temyiz edilemeyecek karar verilmesine sebep olmuştur.

Davamız 3. Çocuk Mahkemesinden Bala Asliye Ceza Mahkemesine geldiğinde duruşmaya daha önce Asliye Hukuk Mahkemesinde Tazminat Davamıza bakan Mehmet Keskin girmeye başlamıştır. İlk duruşmalarımız iyi gitmesine rağmen Savcı Murat Gökhan Tahtakılıç Bala’ya atanıp Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’a kiracı olduktan sonra Mahkemede bize açıkça taraf olmuşlardır.

Hakim Mehmet Keskin 2006/113 Esas Nolu Bala Asliye Ceza Mahkememizin 17.10.2006 tarihli duruşmasında Tanık Gülümser Yıldırım’ın: “Araç kaldırıma çıkmıştı, Polis kaldırımı çizdi..” ifadesini “Sen sus” diyerek ifadesinin  kayıtlara geçmesini engellemiştir. Bundan sonraki duruşmalarımızda açıkça taraf olduğundan Mart 2007 tarihli duruşmamızda kendisiyle bizzat tartıştıktan sonra hakkında yasal işlem başlattım. Haziran 2007 duruşmamızda Avukatımın talebini reddettikten sonra oğlumu suçlu gösteren kararını vermiş ve Avukatıma Müvekkilin beni şikayet etmiş.. diyerek Ahlaksızlığını ve taraf olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’ın Kiracısı Savcı Murat Gökhan Tahtakılıç 2006/113 Esas nolu dosyamızın 17.10.2006 tarihli duruşmasına bizzat girerek yalan söyleyen tanıklar Mustafa Yaşar ve Can Gürbüz’ün dinlenmesinden vazgeçilmesi ile hazırlık beyanlarında  yetinilmesini kamu adına talep ederim diyerek yalan söylediği bilinen ve yukarıda açıklanan kişilerin yeniden dinlenmesini engellemiş ve bizim yalanlarla suçlu bulunmamızı sağlamıştır. Bununla da yetinmeyerek Ahlaksızca “Bu davayı kazansında göreyim” lafını etmiştir.

Bala Asliye Hukuk Mahkemesinde bulunan 2004/256 ve 2004/257 dosyalarımızın duruşmasına giren Hakim Şerife Kırbıyık Karakaya Murat Çalış’ın Mahkemede taraf olmamasıra rağmen sanki tarafmış gibi işlem yaparak davamızı reddetmiştir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi onun bu taraflı kararını bozmuştur. Karar bozulduktan sonra muvazaalı olarak Ahmet Çalış’ın mallarını üzerine alan Necmi Sarı yurtdışına çıkarak kararın uzun süre kendisine tebliğ edilmesini engellemeye çalışsa da başarılı olamamıştır. Avukatımın kararlı tutumu nedeniyle Dava yeniden başlamış ve 2012/133 nolu dosya olarak devam etmektedir.

Yukarıda açıkça anlatıldığı gibi sizin kararınızı kabul etmemiz münkün değildir. Dokuz yıldır süren Davamız nedeniyle mağdur edildiğimiz açıktır. Biz sizin Adil Yargılanma Hakkına saygılı olmadığınıza inanıyoruz ve kabul ediyoruz. Rüşvetle evraklar değiştirilmemiş olsa Davamızın bu kadar uzamayacağı, bu kadar mağdur olmayacağımız ve bu kadar kişinin boş yere uğraşmayacağı da açıktır.

Dava sürecinde dilekçede isimleri belirtilen Hakim ve Savcıların kusurunun bulunmadığını iddia etmekle ancak Adalete ve size duyulan güvene zarar verirsiniz. Biz 2007 yılından bu yana sadece Hukuk tamamlama cihetine giderek ter türlü yasal işlemi yapmaktayız. Yaptığımız işlerde de kimseden korkmadan ve çekinmeden asla yalan ve iftiraya başvurmadan sadece Hukuk’un üstünlüğü için çalışmaktayız.

Tüm bu pisliklerin Rüşvet dağıtılarak daha az Tazminat ve Tedavi gideri ödenmesi için yapıldığını biliyoruz. Bu nedenle Adli Tabip Uzmanı Talat Yurtman’ın ifadesinde belirttiği gibi, RÜŞVET ALARAK  bize daha az tazminat ve gider ödemesi için uğraşan Hakim ve Savcıların “Donunu almakta” asla tereddüt etmeyiz. Anayasa mahkemesinde de siz haklı çıkarılsanız bile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde biz haklı çıkacağımıza inanıyoruz ve bunun için çalışıyoruz.

Bizim iddiamızla ilgili tüm delillerimiz; Ankara Cumhuriyet Savcılığı ve Adalet Bakanlığı Soruşturma Dosyasında, Ankara Emniyet Müdürlüğü Soruşturma Dosyasında; Ankara3.Çocuk Mahkemesinin 2004/743, Bala Asliye Ceza Mahkemesi 2004/95 ve 2006/113 nolu; Bala Asliye Hukuk 2004/256/2004/257 ve 2012/133 dosyalarında mevcut olup; karar verilirken bu dosyalardan hiçbirinin incelenmediği ve bildirilen hiçbir tanığın dinlenmediği anlaşılmaktadır.

Dava sürecinde; Oğluma kaldırımda ve arkadan çarpan bir gözü görmeyen ve bir gözü renk körü olarak yüksek dereceli gözlük kullanan ve 15 yaşında çocuk olan sürücü Murat Çalış: RÜŞVETLE “Ralli Pilotu” yapılmış ve kaldırımda yürüyen ,hiçbir kusuru bulunmayan oğlum RÜŞVETLE yol ortasında yürüyen bir “Suçlu” haline getirilmiştir. Benimde köklü bir aileden geldiğim öğrenilince de kaza yapanlar susmuş ve RÜŞVET alan Hakim ve Savcılarınızca korunmuş ve davamız “Sürüncemede bırakılarak” hala sonuçlandırılmamıştır.

Bu Nedenle;

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu  Genel Sekreterliğinin  23/09/2013 tarih ve 90836726-101-01-06-6360-2011/25214 sayılı yazıları ile bildirilen Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Üçüncü Dairesinin 20/06/2013 tarihli 2013/607 Y.İ. sayılı oy birliği ile verilen  “Soruşturma izni verilmediği kararının yeniden incelenmesinin REDDİ” kararının kaldırılarak  SORUŞTURMA İZNİNİN VERİLMESİNİ:

            Gereğini arz ve talep ederim.                                                          07.10.2013

                                                                                           

 

                                                                                                   Mustafa DEMİR

                                                                                                           Müşteki