KAZA
8 Ağustos 2004 Cuma günü akşamı
Ankara’dan yeni gelmiş,akşam yemeğini yedikten sonra akşam namazına hazırlanıyordum. Kapı çaldı. Eşim kapıyı açtığında
karşı komşum Barbaros Bey beni çağırdı:
-Komşum bir sağlık ocağına kadar
gidip gelelim...
-Tamam komşum...
Ben üzerimdekileri çıkartmıştım,
hemen üzerimi düzetip çoraplarımı tekrar giydim Kendisiyle beraber arabasına
binerek Sağlık Ocağına doğru yola çıktık. Bu arada ev sahibi az önce evin
önünde geçen ambulansı soruyordu:
-Ne oldu...
Ona bir şeyler söyledi ama ben
anlamadım. Eşimde dışarı çıkmış olanları anlamaya çalışıyordu.
Sağlık ocağına varırken komşum;
-Komşu biliyorum sende
rahatsızsın ama metin ol, heyecana kapılma, Halil trafik kazası geçirdi..Önemli
bir şeyi yok..
Konuşurken kelimeler ağzında zor çıkıyor, bana teselli vermeye
çalışıyordu..
Sağlık ocağına vardığımızda
önünde ve salonunda kalabalıklar toplanmış, Hastayı muayene odasının yanındaki
aşı odasına almışlardı.
Beni görünce hemen;
-Bu babası.. Babası geldi..
Diyerek odaya aldılar. Başında Dr
Salih Bey ve Dr. Nurşen Hanım vardı. Halil kanlar içinde, tanınacak halde
değildi. Salih Bey serum takmaya çalışıyordu. Halil’in göğsü inip kalkıyor,
zorlukla nefes almaya çalışıyordu. Üstü başı kanlar içinde, yüzü kandan ve
yaradan hiç görülmüyordu. Ben oğlumu ancak saçlarında tanıyabildim. Daha fazla
dayanamayıp hemen dışarı çıktım Sağlık ocağının salonunun girişte sol tarafta
penceresine yönelip elimi kalorifer peteklerine dayayarak ayakta durmaya
çalışıyordum. Daha tek kelime konuşmamıştım ve konuşacak halde de değildim. Bir
süre bekledikten sonra kendimi biraz olsun toplayabildim.
Olanlara inanamıyordum. Halil Bala’da değildi. Bizim Müftülüğe bağlı
olan Tohumlar Köyü Kur’an Kursunda kardeşiyle beraber kalıyor, yaz tatilini
orada aşçılık yaparak değerlendiriyordu. Kardeşi hafta sonu eve gelmiş,
abisinin bu hafta gelmeyeceğini, Kursta kalacağını söylemişti.Hedefi kazandığı
para ile Adana’ya tatile gitmekti. İki ay çalışacak, bir ayda Adana’da
gezecekti. Bala Lisesinde okuyordu. Başarılı bir öğrenciydi. Bu yıl lise son
sınıfa geçmişti. Bilgisayar meraklısıydı. Kendimde bilgisayarlara meraklı
olduğumdan bende bilgisayarlarla uğraşıyordum.Evde 1997 yılından beri
bilgisayar vardı. Ben hem proğram, hem de donanım kursunu Ankara’da almış, tüm
bildiklerimi kendisine de öğretmiştim. Bala’da Halk Eğitim Merkezinde
düzenlenen Bilgisayar Kursunu genellikle Öğretmen Abdullah Bey verirdi.
Abdullah Bey de bilgisayarı Halil’den öğrenmişti. Hatta Bilgisayara daha çok
benim kurs notlarımla ve Halil’le beraber çalışmışlardı... Okulu bitirdiğinde
Halil adına bir bilgisayar dükkanı açmayı planlıyordum. Bunu kendisi de
biliyordu;
-Oğlum okursan sana maddi destek
olur, okuyamazsan işin olur. Diyordum.
Bala’da bulunan bilgisayarların
çoğunun sorunlarını Halil’le birlikte halletmiştik. Polislerin bilgisayarı da
dahildi. Bunu ücret karşılığı değil, ileriye dönük bir bilgi yatırımı olarak
yapıyorduk.. Halil’e aşçılığı da biz öğretmemiştik. Kendi çabasıyla öğrenmiş,
iki yazdır yaz tatilinde aşçılık yapıyordu. Evde mutfağa girer, canının
istediği yemeği yapar, bizlere de yedirirdi... Boylu ve yapılı bir çocuktu.
Kendisine güvenen, çalışkan ve becerikli bir kişiliği vardı. Bilgisayarı
olanlar onu tanıyorlardı. Okulda da daha çok öğretmenleriyle vakit geçiriyordu.
Dersleri iyi, boyu uzun ve yapılı olduğundan öğretmenleriyle top
oynuyordu.
Halil şimdi hastanede yaşam
savaşı veriyordu. Kaza nerde ve nasıl olmuştu.. Acaba yaşayacak mıydı... Bundan
sonra ne olacaktı.. Tüm bunlar gözümün önünde bir hayal perdesi gibi gelip
geçiyordu...
Komşum Barbaros Bey yanıma geldi:
-Ambulans hazırlanıyor..
Ankara’ya sevk edilecek.. Gidebilecek durumda mısın? iyi misin? diye sordu.
Bende;
-Komşu, telefonum, cüzdanım
evde.. Onları alalım..Gidebilirim.. İyiyim. Dedim. Hemen bana para çıkarıp
vermek istedi. Evde param olduğundan kabul etmedim.
Hemen eve döndük. Ben cüzdanımı,
kimliğimi ve cep telefonumu aldım, eşim peşimde dolanıyor., ne olduğunu soruyordu.
Bende çekmecede bulunan bir miktar parayı cebime koymaya çalışken bir yandan da
ona Halil’in kaza yaptığını.. önemli bir şeyinin olmadığını.. sakin olmasının
gerektiğini.. Ankara’ya gidip geleceğimizi anlatmaya çalışıyordum. Eşime:
-Halil’e araba çarpmış.. Önemli
bir şeyi yok.. Ankara’ya bir varıp geleceğiz... dedim ama kelimeler boğazımda
düğümleniyordu. Fazla konuşmadan hemen çıktım.
Sağlık ocağına geldiğimizde Ambulans hazırlanmış, Halil’i
ambulansa koyuyorlardı. Beni yanına bindirmek istedilerse de dayanamam diye
kabul etmeyip öne, şoförün yanına bindim. Hastanın yanına Dr.Nurşen Hanım ve
bir hemşire bindi. Dr.Salih Yılmaz Bey izinli olmasına rağmen görevi devralmış
ve Doktor Hanımı Ambulansla hastanın başında göndermişti. Arkamda hastanın Ankara’ya
yetişme umudunun olmadığını söylemiş...
Hemen yola çıktık. Yolda şoför
Mehmet bir sigara yaktı, birde bana uzattı. Ben de alıp yaktım. Sigarayı bırakalı iki yıl olmuştu. Sigara
içmiyordum. Ama o sigara beni biraz rahatlattı. Yol Bala’dan yol ayrımına
kadar biraz bozuktu, hızlı
gidemiyorduk. Ankara yoluna çıkıp Gölbaşı’na yaklaştığımızda Doktor Şoför’e;
-Durumu kötüleşti, en yakın yere
(Gölbaşına bir hastaneye) dön.. dedi.
Şoför:
-Burada ancak senin gibi bir
doktor var,bir şey yapılamaz. Biz Gazi’ye (Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi) yetişmeye çalışalım.. dedi .Sirenleri açtı ve hızlandı.
GAZİ
ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi’ne ulaştığımızda hemen acil servise alındı. Dr Nurşen Hanım oradaki görevli
doktorlara gerekli bilgileri verip, hastayı teslim ederek Hemşire ve Ambulansla
tekrar Bala’ ya döndüler. Halil’in üzerindeki giysiler çıkartılıp bize verildi.
Serum takıldı. Hemen kan istendi. Orada bulunanlar kan verebileceklerini
söyledilerse de durumun acil olduğu, kan alınmasının zaman alacağını bu yüzden
hazır kan getirmemiz gerektiğini söylediler. Bu arada komşum da arabasına
Eşimi, Recep Beyi ve Eşini alıp arkamızda
gelmişti.. Halil’in kanlı giysilerini eşime verdim. Bunları muhafaza
etmesini söyledim. Komşumun arabasıyla Cebeci’de bulunan Kan Bankası merkezine
gittik.
Yolda Barbaros Bey kazayı
anlattı:
-Kendisi Dr.Salih Bey’in
muayenesinin önündeyken bir minibüs şoförü karşı bakkalda sigara almaya durmuş,
orada Bala Lisesi’nin önünde, çeşmenin yanında bir arabanın bir adama
çarptığını, kimsenin tanımadığını, başında kalabalık olduğunu... söylemiş.
Komşumda yanında bulunan Dr Salih
Bey’e:
-Gidip bir bakalım..
Salih Bey önce Muayenede kimse
yok diye gitmek istememişse de sonra beraber olay yerine gitmişler. Önce
tanıyamamış, tanınacak halde değilmiş, yüzü kandan görülmüyormuş.. Yarım
saatten fazladır olay yerinde bekletiliyormuş. Ambulansın gelmesini
bekliyorlarmış.. Kimse tanımıyor, boylu ve yapılı olması nedeniyle büyük adam
sanıyorlarmış...
Dr Salih Bey hastaya hemen
müdahale etmiş... Akşam karanlığında Salih Bey de tanıyamamış. Barbaros Bey Halil’e benzetmişse de bir süre
beklemiş. Olay yerinde gözlüğünü görünce Dr. Salih Bey’e :
-Bu Halil.. Bizim komşunun oğlu..
Müftülükte çalışan Adana’lı Mustafa’nın oğlu...
deyince Dr Salih
Bey hemen:
-Araba getirin.. Durumu çok
kötü.. Ambulansı beklemeyelim.. Diyerek en yakın olan Polis otosuna atarak
Sağlık Ocağına yürümüşler. Ambulans geldiğinde yola çıkmışlarmış.. Ambulans boş
dönmüş.. Kendisi, ev yolunun kenarında olduğundan gelip beni almış..
Kan merkezinde ancak bir ünite kan
varmış. Bizde dört ünite kan istenmişti. Ama aceleyle hastaneden
ayrıldığımızdan kan istem kağıdının imzasız olduğuna dikkat etmemiştik. Kağıt
imzasız olduğundan kanı alamadık. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi
kan Merkezine uğradık oradan da iki ünite kan bulduk. Hemen Gazi Üniversitesi
Tıp Fakültesi Hastanesine dönüp kan istem kağıdını imzalattık. Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kan Merkezi içinde bir kan istem kağıdı
imzalatıp geri dönerek hem Kan Bankası,hem de Ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi.Hastanesi Kan Merkezindeki toplam üç ünite kanı ücretini ödeyerek
aldık. Gece yarısı G.Ü.Tıp Fakültesi Hastanesi acil servisine döndük. Kanı
hemen hazırlanması için üst katta bulunan kan merkezine teslim ettim.Kanı orada
hazırlayarak hastaya verilecek hale getirdiler.
Acil Servis’in önüne geldiğimizde
arkamızdan Bala’da bir kalabalık
gelmişti. Saat gece yarısına geliyordu. Bana durmadan bir sigara verip sakin olmamı,
inşallah iyi olacağını söylüyorlardı. Gelenlerin içinde kaza yapan Ahmet
Çalış’ın bir yakını ve Kuyumcu
Abdulkadir Kılıç’ta vardı. O anda bana kazayı Ahmet Çalış’ın yaptığını
söylüyorlardı.. Gece yarısından sonra komşum Barbaros Bey eşimi ve Recep Bey’in
eşini alarak Bala’ya döndüler. Ben Arkadaşım Recep Beyle beraber Acil Servis
önünde beklemeye başladım. Halil Acil Serviste sedyede yatıyor, serum ve
oksijen veriliyor, başka bir işlem yapılmıyordu. Bu arada Acil Servis Polisi
beni çağırdı. Odasına gittik. İlk durum raporu çıkmıştı. Kazayı sordu:
-Kazanın nasıl olduğunu
bilmiyorum, hasta benim oğlum, Bala’da Bala Lisesi önünde, yaya olarak Kartal
marka bir taksinin çarptığı söylendi..
dedim.
Rapor elindeydi. Rapora bakmak
istedim. Bana bir şey anlayamayacağımı ama alıp bakmamı söyledi. Ben raporu alınca şöyle bir baktım. Uzun
yıllar muhasebede çalıştığımdan ve
kurumun tüm ilaç ve hastane faturalarını kontrol edip ödediğimden hastane
terimlerine yabancı değildim:
-Elle
yazılı olduğundan zor okunuyordu, bazı yerleri okuyamadım veya anlamadım.
...
-Kendisine kısaca kafada çatlak
olduğunu ve beynin kanaması geçirdiğini... söyledim. Konuşmaya başladık...
Gaziantep-İslahiye’denmiş. İslahiye benimde dede memleketim olduğundan ve İslahiye’de de görev yaptığımdan kendisiyle
bir süre oralardan sohbet ettik. Sohbet edince biraz açıldım, kendimi
toparlamaya başladım.
Gece yarısından sonra Halil’e bakmaya gittim. Serum ve oksijen
takılı öylece sedyede yatıyordu. Yanında uzun boylu şişman bir kadın doktor vardı.
Doktora durumu sordum;
-Durumu çok ağır, hatta on dakika
daha geç gelinse belki de yaşamazdı.. dedi.
Bende;
-Doktor Musa Bey’e nasıl
ulaşırım.dedim.
-Doktor Musa Bey, sizin hastanede
ikinci katta Dahiliye bölümünde Prof. Dr. Musa Bey’e nasıl ulaşırım. Aceleyle
geldiğimizden kartını yanıma almamışım..dedim.
-Doktor Beyi nerden tanıyorsun.
Dedi. Bende;
-Kendisi akrabam olur. Bende
kendisinin hastasıyım. Durumu görüyorsun, çocuk komada, kendisine mutlaka
ulaşmam lazım. Deyince bana;
-Doktorların telefonları üst
katta güvenlikte var. Orada verirlerse al. Bizde yok dedi.
Bende ;
-Tamam.. sağ ol.. teşekkür
ederim. Dedim.
Kendisi hastanın yanında çıkıp
yan tarafta bulunan odaya, diğer doktorların yanına girdi. Bende salonda
beklemeye başladım. Acilin içinde çıkmamıştım. Kendisi diğer doktorlarla bir
şeyler konuştu. Genç bir doktor elinde bir kağıtla çıktı, kağıdı bana verip
onaylatıp getirmemi söyledi.
-Tekrar Tomoğrafi çekeceğiz...
Dedi.
Ben kağıdı onaylatıp Recep Beyle
geldiğimde Halil salona çıkartılmış Tomoğrafi odasına götürülüyordu. Bizde
beraber Tomoğrafi odasına girdik. Halil’i sedyeden Tomoğrafi cihazına alırken
Doktor’ a iki kişi ile birlikte bizde
yardım ediyorduk. Ben Halil’in kafasının sol tarafında duruyordum. Halil’i
cihaza korken ağzından ve burnundan
simsiyah bir kan boşanmaya başladı. Cihaz, sedye, ellerimiz kan oldu.
Biz dışarı çıktık, filmi çektiler. Film çekilince içeri girip Halil’i tekrar sedye ye koyup acilin odasına götürdük Doktor eline
kağıt havlu alarak Halil’in kanlarını temizlemeye başladı.
Bana da;
-Bunu buradan alın, durumu çok
ağır.. dedi.
Bende:
-Nereye alalım. Yaşaması için ne
gerekiyorsa yaparım..
Deyince;
-Özel bir hastaneye kaldırırsanız
iyi olur. Bayındır Tıp Merkezine kaldırın.. dedi. Bende:
-Sabah olunca bakarız.. İnşallah
sabaha çıkar.. dedim.
Kendisine teşekkür edip hastanın
yanından çıktım.
Dışarı çıkıp üst kata güvenliğin
olduğu bölüme gittim. Güvenliği bulup Doktor Musa Beyin telefonunu istedim.
Önce vermek istemedilerse de durumu anlatınca, trafik kazasından gelen çocuğun
babası ve yakını olduğumu öğrenince verdiler.
Dışarı Recep Beyin yanına geldim.
Durumu anlattım. Artık bende kendimi iyice toparlamış, yaşananların artık bir
gerçek olduğunun farkına varmıştım. Önce M. Ziya Ağabeyimin cep telefonunu aradım. Cevap vermeyince ev telefonunu
aradım, ona da cevap veren olmadı. Doktor Musa Bey’in telefonunu aradım.
Ulaşılamıyordu.. Sabah olmuştu. Birkaç telefonu daha aradım ama cevap alamadım.
Yaz günü olduğundan herhalde Köye yaylaya çıkmışlardır, diye düşündüm. Köydeki
eve yazın çıktıklarından telefonu kapalıydı. Cevap vermiyordu. Aycell hatları
da o zaman köyde çekmiyordu. M. Ziya Ağabeyimin cep telefonuna :
-Abi beni mutlaka ara.. diye bir
mesaj yazdım.
Recep hocayla kantine gidip
birşeyler yedik.Uykusuzduk. Geceden beri durmadan sigara içiyorduk. Bu arada
ağabeyimde benim adıma kayıtlı Türkcell telefon aklıma geldi. Saat sabahın 7’si
olmuş, ortalık aydınlanmış, çalışanlar ve hastalar hastaneye gelmeye
başlamıştı.
.Ziya Ağabeyimin Türkcell cep
telefonu arayınca cevap verdi:
-Alo..abi nasılsın..
-İyim.. Köydeyiz.. yeni kalktım.
Ne o. Sabah sabah sesin iyi değil,
hasta mısın?
-Abi iyiyim.. yanında kimse var
mı?
-Yok. Ne oldu?
-Abi.. Gazi Hastanesindeyim..
Halil Akşam kaza yaptı.. Komada. Daha çıkamadı... Babama falan söyleme..
Kafatası çatlak...
-Risk var mı?
-Var.
-Kapat az sonra ben seni ararım.
Az sonra Ağabeyim aradı. Kazayı
konuştuk. Kendisine Dr. Musa Bey’e mutlaka ulaşmasını, onun izinli olduğunu,
memlekete gittiğini söylediklerini, Halil’in buradan alınmasını istediklerini
söyleyince bana:
-Bende telefonu yok.dedi.
Bende büyük bacanağı aramasını,
onun kardeşinin okul arkadaşı olduğunu, bana verilen telefonla ona
ulaşamadığımı, onun kardeşinin ulaşabileceğini söyledim. Saat 10’a doğru cevap
geldi. Dr. Musa Bey Hasanbeyli’de yayladaymış. Oda alınmasını istiyormuş.
ÖZEL
GÜVEN HASTANESİ
Saat 10 sıralarında komşum
Barbaros Bey eşimi alarak tekrar hastaneye geldi. Durumu ona söyledim.
Doktorlar ona da hastanın buradan alınmasının iyi olacağını söylemişler.
Hastayı Bayındır Tıp Merkezine kaldırmaya karar verdik. Bu arada komşum Doktor
bir tanıdığını aradı. Onun tavsiyesi üzerine Özel Güven Hastanesini aradı.
Başbakanlıkta çalışan bir üst düzey görevlinin adı verilince:
-Tamam.. Getirin. ..dendi.
-Bir ambulans gönderip aldıralım
.. diyorlardı.
Gazi Hastanesinde doktorlar:
-Biz götürelim, vakit
kaybetmeyelim.. dediler.
Hemen ambulans ayarlandı. Halil
ambulansa alınarak hemen yola çıkıldı...Serum takılı ve suni teneffüs
yaptırılıyordu. Hafta sonu olması nedeniyle, Hastanede bulunan fotokopi odası
kapalı olduğundan hasta dosyasını da alıp dışardan fotokopi çektirip Güven
Hastanesi doktorlarına vermek üzere Güven Hastanesine doğru yola çıktık.
Biz yolda Ambulansla giderken M.Ziya Abim’de bir telefon geldi.
Ona:
-Halil’i Özel Güven Hastanesi’ne
kaldırdığımızı, durumunun pek iyi olmadığını.. söyledim.
Güven Hastanesi’nde bizi
bekliyorlardı. Hemen Halil’i alıp alt kata Tomoğrafi odasına indirdiler...
Bende Cumartesi günü olduğundan
kimliğimi verip daha sonra sevk kağıdı getirmek üzere hastanın girişini
yaptırdım.
Bu arada bir doktor gelip;
-Buranın özel hastane olduğunu,
fark ödemem gerekebileceğini.. Böyle hastaların masrafının çok olacağını.. Birkaç milyar olabileceğini...söyledi.
Bende :
-Kurumun muhasebesinde çalıştığımı,
durumu bildiğimi, ne gerekirse yapmalarını, ne istenirse ödeyeceğimi..
söyledim. Bana bir taahhütname imzalattılar...
Gazi Hastanesinde gelen dosya elimde olduğundan;
-En yakın nerede fotokopi
çektirebilirim .. diye sordum. Hastane görevlileri:
-Fotokopiyi biz çekeriz..
Hemen dosyayı alıp bir görevliye verdiler ve bizi bekleme salonuna
aldılar. Gazi Hastanesinde gelen ambulans görevlileri de dosyayı bekliyordu.
Fotokopi çekilip gelince görevliler dosyayı alıp bize acil şifalar dileyerek
Güven Hastanesinde ayrıldılar. Bizde kendilerine teşekkür edip iyi çalışmalar
diledik.
Salonda dosyanın fotokopilerine göz atarken bir şey dikkatimi
çekti. Dosyada oğlum Halil’in Trafik kazasında Gazi Hastanesine getirildiği ve
“Sahipsiz Hasta“ olduğu yazıyordu. Bizzat ben hastanın başında gelmiştim ve
hasta sahibi bendim. Benden başkada en az on kişi hastayı bekliyordu...
Söyleyecek bir şey bulamıyorum...
Biraz sonra Halil B blokta
bulunan Genel Yoğun Bakım odasına alınmış. Bizi alıp arka tarafta Alman
Konsolosluğu karşısında bulunan B Blok’a çıkarttılar. Doktor odasına girdik.
Doktor Bey bana:
-Bu tür hastalarda ilk 48 saat çok önemli. Beklememiz
gerekiyor. Şu anda bir şey diyemem, Beyin çok hasarlı gözüküyor. İlk 48 saati
atlatırsa kurtulması muhtemel, beklememiz gerekiyor. Hastanın bünyesi çok iyi.
Ne iş yapıyor? Diye sordu. Bende :
-Lisede okuyor son sınıfa geçti.
Yaz tatilinde de aşçılık yapıyordu. Kazanın olduğunda aşçı olarak çalışıyordu.
Dedim.
-Kendisine çok iyi bakmış. Dedi.
-Buna gerek yoktu, biz her
şeyi yeniden yaptık. Dedi. Fotokopileri
alıp A Blok’a doğru gitti.
Bende dışarı çıktım. Dışarıda
Barbaros Bey, Recep Bey, Eşim ve kaza yapan Ahmet ÇALIŞ’ın bir yakını
vardı. Kantine oturup beklemeye
başladık.
Bu arada kaza memlekette de
duyulmuş, artık telefonum susmaz olmuştu.
Ziya Ağabeyim arayıp:
-Minibüsle yola çıktık, gece
orada oluruz. Dedi.
Akşama doğru eşimi ve diğer
bekleyenleri eve gönderip ben hastanede kaldım. Akşam eşim telefonla, eve polis
geldiğini, 8/8 bizim haklı olduğumuzu söylediğini, Halil’in ve benim kimliğimi
istediklerini, olmayınca kendisininkini aldıklarını, şikayetçi olup
olmadığımızı sorduklarını: kendiside, bu konuları benim bileceğimi söyleyince
işlem başlatacaklarını söyleyip gitmişler.. Bu beni biraz rahatlattı.
Ben o geceyi Güven Hastanesi’nin
bekleme salonunda geçirdim.
Sabah olunca başta M.Ziya
Ağabeyim, Mehmet Ağabeyim, Nebi Ağabeyim, Kardeşim Abdullah ve en büyük
bacanağım M.Ali olmak üzere bir minibüsle geldiler. Gece gelip evde kalmışlar.
Sabah bizimkileri de alıp geldiler. Saat 10.00 görüşünde kısa da olsa Halil’i
gördüler. Pazar olması nedeniyle B Blok ta bulunan kantin kapatılmıştı. A
Blokta bulunan kantinde oturup sohbet ettik. Pazar olması nedeniyle hastane
sakindi. .
Olayın detaylarını konuştuk:
başta Ziya Ağabeyim olmak üzere gelenlerin Hastanın halinden kurtulmasına pek
ümitleri yoktu. Yine de bana teselli vermeye çalışıyorlardı. Kazadam iki gün
geçmişti. Akşam eve gelenin polislerin Başkomiser Ali Mülayim ve iki polis olduğunu
öğrendim. Emniyet Amirliğine de vekalet ediyordu. Emniyet Amiri izine
ayrılmıştı. Osmaniye-Kadirli’dendi. Bulgar göçmeniydi. Kendisiyle tanışıyorduk.
Eski komiserlerdendi. Emekliliği bayağı geçmişti. Daha emekli olmayacağını
söylüyordu. Karşı tarafın suçlu olduğunu söylemesi bizi rahatlatmıştı.
Geldiklerinde evde Recep Bey ve eşi de varmış. Kapıdan içeri girmemişler, kapı
önünde konuşmuşlar. Kapıyı kendilerine büyük kızım açmış... Halil’in kimliğini,
benim kimliğimi istemişler. Eşim benim Ankara’da olduğumu ve kimliğimin yanımda
olduğunu, Halil’in kimliğini
bilmediğini söylemiş. Eşimin kimliğini almışlar, Halil’inde Doğum yeri
ve tarihini öğrenip gitmişler. Hatta büyük kızım Halil’in yerine küçük oğlum
İbrahim’in doğum tarihini vermiş, daha sonra Halil’in doğum tarihini söyleyerek
düzelttirmiş.
Akşam misafirlerle Bala’ya
döndüm. Eskiden komşum olan Mevlüt Bey gelerek karşı tarafın bize gelmek
istediğini, kabul edip etmeyeceğimizi sordu. Bende:
-Gelsinler... Kaza Allah’ın
takdiri.. kendilerine karşı bir kinimiz yok.. Dedim.
Oda tamam diyerek ayrıldı.
Biz karşı tarafın tamamen suçlu
olduğuna, kazanın kaldırımda meydana geldiğine inanıyorduk. Bize öyle
söylenmişti. Çeşmede su dolduran okuldan arkadaşı Can Gürbüz’ün yanına geldiği
sırada kaldırımda arkadan hızlı bir şekilde çarpılmış, Can Gürbüz olay yerinde
kazayı anlatmış ve Başkomiser’le birlikte karakola ifade vermeye olay yerinde
ayrılmıştı. Bize ilk anlatılan bunlardı. Bizde kaza Allah’ın takdiri diyerek
karşı tarafa karşı herhangi bir olumsuz tutum ve davranışta bulunmak
istemiyordum. Ziya Ağabeyime söyledim, o da olumlu karşıladı.
Biz akşam yemeği yerken saat 22:30 sıralarında geldiler.
Ankara’dan geç gelmiştik Gelenler Mevlüt Er, Kuyumcu Abdulkadir Kılıç, Ahmet
Çalış ve Kayınbabası Osman Çalış’tı. İki de kadın gelmişti ama ben görmedim.
Yemekten kalkarken Ziya Ağabeyime onları tanıtıp kendisinin konuşmasını
söyledim. Ağabeyim de;
-Biz mutedil bir aileyiz. Kimseye
bir kinimiz yok. Ama bir çocuk kolay yetişmiyor. Ben Üniversite mezunu oğluma
ehliyet almayınca kadar araba vermedim. Biz bir kazadan geliyoruz. Siz onbeş
yaşında çocuğa nasıl araba veriyorsunuz.? Buna asla affedemeyiz... Dedi.
-Siz vermezseniz kendisi alamaz..
deyince fazla konuşamadılar.
Ağabeyim:
-Akıllı olursanız bir şey olmaz..
dedi. Onlar:
-Geçmiş olsuna geldik.. deyip
çıktılar. Evde soğuk bir hava oluştu. Ağabeyim gelenler hakkında bilgi istedi.
Bende:
-Gelenlerden biride kaza yapan
çocuğun babasıydı.. deyince:
-Ben gelenin çocuğun babası olduğunu
bilseydim daha ağır konuşurdum. Onbeş yaşında çocuğa arabayı veriyorlar,
sıkışınca da kendisi almış diyorlar.
Bunlar yalan söylüyorlar... diye konuşmaya başladı...
Bir hafta önce de memlekette de
kaza olmuş, Köyde Bacanak Abdullah’ın
oniki yaşındaki oğluna otoyolda minibüs çarpmış, olay yerinde ölmüş, kendileri
Halil’in kazasını onun taziyesi için bir arada oldukları zamanda öğrenmişler,
yası bırakıp gelmişler...
Sabah olunca ben erkenden bir
arkadaşın arabasıyla hemen hastaneye döndüm. Büyük Ağabeyim, Bacanağım falan
kazanın olduğu yere gitmişler. Ağabeyim
orada kanları görünce kızgın bir şekilde:
-Şehrin ortasında kaza oluyor,
hiç ilgilenen olmuyor mu....diye
söylenmeye başlamış. Bu konuşmalar onlara gidince çok rahatsız olmuşlar.
Özellikle Kuyumcu şahsen tanımasa da
eski Ülkü-Bir Başkanlarından olduğunu, Ülkücü bir geçmişinin olduğunu
daha önceki konuşmalarımızda benden duymuştu. Meğerse adamlar Savcılıkta,
Emniyette ve Karakolda yapabilecekleri tüm pisliği yapıp yanımıza öyle
gelmişler. Biz Emniyette ve Karakolda pislikler yaşanacağına ihtimal
vermediğimizden ve Başkomiser’ in sözüne güvenerek ayakta uyumuşuz da haberimiz
yokmuş.... Hastamızı kurtarmaya uğraşıyoruz... Bizde bu pisliklere insan gibi
davranmaya çalışıyoruz.... Oysa memlekette gelen Minibüsün şoförü de polisti...
Başkomiser Ali Mülayim’e Cumartesi günü ikindi vaktine verilen ilk Raporu almak
hiçbirimizin aklına gelmemişti.. Daha sonra bu ilk Raporun kaybedildiğini ve
evrakların o gece değiştirildiğini öğrenecektik...


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder