15 Aralık 2013 Pazar

KAZA


KAZA

8 Ağustos 2004 Cuma günü akşamı Ankara’dan yeni gelmiş,akşam yemeğini yedikten sonra  akşam namazına hazırlanıyordum. Kapı çaldı. Eşim kapıyı açtığında karşı komşum Barbaros Bey beni çağırdı:

-Komşum bir sağlık ocağına kadar gidip gelelim...

-Tamam komşum...

Ben üzerimdekileri çıkartmıştım, hemen üzerimi düzetip çoraplarımı tekrar giydim Kendisiyle beraber arabasına binerek Sağlık Ocağına doğru yola çıktık. Bu arada ev sahibi az önce evin önünde geçen ambulansı soruyordu:

-Ne oldu...

Ona bir şeyler söyledi ama ben anlamadım. Eşimde dışarı çıkmış olanları anlamaya çalışıyordu.

Sağlık ocağına varırken komşum;

-Komşu biliyorum sende rahatsızsın ama metin ol, heyecana kapılma, Halil trafik kazası geçirdi..Önemli bir şeyi yok..

 Konuşurken kelimeler ağzında zor çıkıyor, bana teselli vermeye çalışıyordu..

Sağlık ocağına vardığımızda önünde ve salonunda kalabalıklar toplanmış, Hastayı muayene odasının yanındaki aşı odasına almışlardı.

Beni görünce hemen;

-Bu babası.. Babası geldi..

Diyerek odaya aldılar. Başında Dr Salih Bey ve Dr. Nurşen Hanım vardı. Halil kanlar içinde, tanınacak halde değildi. Salih Bey serum takmaya çalışıyordu. Halil’in göğsü inip kalkıyor, zorlukla nefes almaya çalışıyordu. Üstü başı kanlar içinde, yüzü kandan ve yaradan hiç görülmüyordu. Ben oğlumu ancak saçlarında tanıyabildim. Daha fazla dayanamayıp hemen dışarı çıktım Sağlık ocağının salonunun girişte sol tarafta penceresine yönelip elimi kalorifer peteklerine dayayarak ayakta durmaya çalışıyordum. Daha tek kelime konuşmamıştım ve konuşacak halde de değildim. Bir süre bekledikten sonra kendimi biraz olsun toplayabildim.

 Olanlara inanamıyordum. Halil Bala’da değildi. Bizim Müftülüğe bağlı olan Tohumlar Köyü Kur’an Kursunda kardeşiyle beraber kalıyor, yaz tatilini orada aşçılık yaparak değerlendiriyordu. Kardeşi hafta sonu eve gelmiş, abisinin bu hafta gelmeyeceğini, Kursta kalacağını söylemişti.Hedefi kazandığı para ile Adana’ya tatile gitmekti. İki ay çalışacak, bir ayda Adana’da gezecekti. Bala Lisesinde okuyordu. Başarılı bir öğrenciydi. Bu yıl lise son sınıfa geçmişti. Bilgisayar meraklısıydı. Kendimde bilgisayarlara meraklı olduğumdan bende bilgisayarlarla uğraşıyordum.Evde 1997 yılından beri bilgisayar vardı. Ben hem proğram, hem de donanım kursunu Ankara’da almış, tüm bildiklerimi kendisine de öğretmiştim. Bala’da Halk Eğitim Merkezinde düzenlenen Bilgisayar Kursunu genellikle Öğretmen Abdullah Bey verirdi. Abdullah Bey de bilgisayarı Halil’den öğrenmişti. Hatta Bilgisayara daha çok benim kurs notlarımla ve Halil’le beraber çalışmışlardı... Okulu bitirdiğinde Halil adına bir bilgisayar dükkanı açmayı planlıyordum. Bunu kendisi de biliyordu;

-Oğlum okursan sana maddi destek olur, okuyamazsan işin olur. Diyordum.

Bala’da bulunan bilgisayarların çoğunun sorunlarını Halil’le birlikte halletmiştik. Polislerin bilgisayarı da dahildi. Bunu ücret karşılığı değil, ileriye dönük bir bilgi yatırımı olarak yapıyorduk.. Halil’e aşçılığı da biz öğretmemiştik. Kendi çabasıyla öğrenmiş, iki yazdır yaz tatilinde aşçılık yapıyordu. Evde mutfağa girer, canının istediği yemeği yapar, bizlere de yedirirdi... Boylu ve yapılı bir çocuktu. Kendisine güvenen, çalışkan ve becerikli bir kişiliği vardı. Bilgisayarı olanlar onu tanıyorlardı. Okulda da daha çok öğretmenleriyle vakit geçiriyordu. Dersleri iyi, boyu uzun ve yapılı olduğundan öğretmenleriyle top oynuyordu.  

Halil şimdi hastanede yaşam savaşı veriyordu. Kaza nerde ve nasıl olmuştu.. Acaba yaşayacak mıydı... Bundan sonra ne olacaktı.. Tüm bunlar gözümün önünde bir hayal perdesi gibi gelip geçiyordu...

Komşum Barbaros Bey yanıma geldi:

-Ambulans hazırlanıyor.. Ankara’ya sevk edilecek.. Gidebilecek durumda mısın? iyi misin? diye sordu.

Bende;

-Komşu, telefonum, cüzdanım evde.. Onları alalım..Gidebilirim.. İyiyim. Dedim. Hemen bana para çıkarıp vermek istedi. Evde param olduğundan kabul etmedim.

Hemen eve döndük. Ben cüzdanımı, kimliğimi ve cep telefonumu aldım, eşim peşimde dolanıyor., ne olduğunu soruyordu. Bende çekmecede bulunan bir miktar parayı cebime koymaya çalışken bir yandan da ona Halil’in kaza yaptığını.. önemli bir şeyinin olmadığını.. sakin olmasının gerektiğini.. Ankara’ya gidip geleceğimizi anlatmaya çalışıyordum. Eşime:

-Halil’e araba çarpmış.. Önemli bir şeyi yok.. Ankara’ya bir varıp geleceğiz... dedim ama kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Fazla konuşmadan hemen çıktım.

 Sağlık ocağına geldiğimizde Ambulans hazırlanmış, Halil’i ambulansa koyuyorlardı. Beni yanına bindirmek istedilerse de dayanamam diye kabul etmeyip öne, şoförün yanına bindim. Hastanın yanına Dr.Nurşen Hanım ve bir hemşire bindi. Dr.Salih Yılmaz Bey izinli olmasına rağmen görevi devralmış ve Doktor Hanımı Ambulansla hastanın başında göndermişti. Arkamda hastanın Ankara’ya yetişme umudunun olmadığını söylemiş...   Hemen yola çıktık. Yolda şoför  Mehmet bir sigara yaktı, birde bana uzattı. Ben de alıp yaktım.  Sigarayı bırakalı iki yıl olmuştu. Sigara içmiyordum. Ama o sigara beni biraz rahatlattı. Yol Bala’dan yol ayrımına kadar  biraz bozuktu, hızlı gidemiyorduk. Ankara yoluna çıkıp Gölbaşı’na yaklaştığımızda Doktor  Şoför’e;

-Durumu kötüleşti, en yakın yere (Gölbaşına bir hastaneye) dön.. dedi.

Şoför:

-Burada ancak senin gibi bir doktor var,bir şey yapılamaz. Biz Gazi’ye (Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi) yetişmeye çalışalım.. dedi .Sirenleri açtı ve hızlandı.

GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne ulaştığımızda hemen acil servise alındı. Dr Nurşen Hanım oradaki görevli doktorlara gerekli bilgileri verip, hastayı teslim ederek Hemşire ve Ambulansla tekrar Bala’ ya döndüler. Halil’in üzerindeki giysiler çıkartılıp bize verildi. Serum takıldı. Hemen kan istendi. Orada bulunanlar kan verebileceklerini söyledilerse de durumun acil olduğu, kan alınmasının zaman alacağını bu yüzden hazır kan getirmemiz gerektiğini söylediler. Bu arada komşum da arabasına Eşimi, Recep Beyi ve Eşini alıp arkamızda  gelmişti.. Halil’in kanlı giysilerini eşime verdim. Bunları muhafaza etmesini söyledim. Komşumun arabasıyla Cebeci’de bulunan Kan Bankası merkezine gittik.

Yolda Barbaros Bey kazayı anlattı:

-Kendisi Dr.Salih Bey’in muayenesinin önündeyken bir minibüs şoförü karşı bakkalda sigara almaya durmuş, orada Bala Lisesi’nin önünde, çeşmenin yanında bir arabanın bir adama çarptığını, kimsenin tanımadığını, başında kalabalık olduğunu... söylemiş.

Komşumda yanında bulunan Dr Salih Bey’e:

-Gidip bir bakalım..

Salih Bey önce Muayenede kimse yok diye gitmek istememişse de sonra beraber olay yerine gitmişler. Önce tanıyamamış, tanınacak halde değilmiş, yüzü kandan görülmüyormuş.. Yarım saatten fazladır olay yerinde bekletiliyormuş. Ambulansın gelmesini bekliyorlarmış.. Kimse tanımıyor, boylu ve yapılı olması nedeniyle büyük adam sanıyorlarmış...

Dr Salih Bey hastaya hemen müdahale etmiş... Akşam karanlığında Salih Bey de tanıyamamış.  Barbaros Bey Halil’e benzetmişse de bir süre beklemiş. Olay yerinde gözlüğünü görünce Dr. Salih Bey’e :

-Bu Halil.. Bizim komşunun oğlu.. Müftülükte çalışan Adana’lı Mustafa’nın oğlu...

deyince Dr Salih Bey hemen:

-Araba getirin.. Durumu çok kötü.. Ambulansı beklemeyelim.. Diyerek en yakın olan Polis otosuna atarak Sağlık Ocağına yürümüşler. Ambulans geldiğinde yola çıkmışlarmış.. Ambulans boş dönmüş.. Kendisi, ev yolunun kenarında olduğundan gelip beni almış..

            Kan merkezinde ancak bir ünite kan varmış. Bizde dört ünite kan istenmişti. Ama aceleyle hastaneden ayrıldığımızdan kan istem kağıdının imzasız olduğuna dikkat etmemiştik. Kağıt imzasız olduğundan kanı alamadık. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi kan Merkezine uğradık oradan da iki ünite kan bulduk. Hemen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine dönüp kan istem kağıdını imzalattık. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kan Merkezi içinde bir kan istem kağıdı imzalatıp geri dönerek hem Kan Bankası,hem de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi.Hastanesi Kan Merkezindeki toplam üç ünite kanı ücretini ödeyerek aldık. Gece yarısı G.Ü.Tıp Fakültesi Hastanesi acil servisine döndük. Kanı hemen hazırlanması için üst katta bulunan kan merkezine teslim ettim.Kanı orada hazırlayarak hastaya verilecek hale getirdiler.

Acil Servis’in önüne geldiğimizde arkamızdan Bala’da  bir kalabalık gelmişti. Saat gece yarısına geliyordu. Bana durmadan bir sigara verip sakin olmamı, inşallah iyi olacağını söylüyorlardı. Gelenlerin içinde kaza yapan Ahmet Çalış’ın bir yakını  ve Kuyumcu Abdulkadir Kılıç’ta vardı. O anda bana kazayı Ahmet Çalış’ın yaptığını söylüyorlardı.. Gece yarısından sonra komşum Barbaros Bey eşimi ve Recep Bey’in eşini alarak Bala’ya döndüler. Ben Arkadaşım Recep Beyle beraber Acil Servis önünde beklemeye başladım. Halil Acil Serviste sedyede yatıyor, serum ve oksijen veriliyor, başka bir işlem yapılmıyordu. Bu arada Acil Servis Polisi beni çağırdı. Odasına gittik. İlk durum raporu çıkmıştı. Kazayı sordu:

-Kazanın nasıl olduğunu bilmiyorum, hasta benim oğlum, Bala’da Bala Lisesi önünde, yaya olarak Kartal marka bir taksinin  çarptığı söylendi.. dedim.

Rapor elindeydi. Rapora bakmak istedim. Bana bir şey anlayamayacağımı ama alıp bakmamı söyledi. Ben  raporu alınca şöyle bir baktım. Uzun yıllar  muhasebede çalıştığımdan ve kurumun tüm ilaç ve hastane faturalarını kontrol edip ödediğimden hastane terimlerine yabancı değildim:

            -Elle yazılı olduğundan zor okunuyordu, bazı yerleri okuyamadım veya anlamadım.

...

-Kendisine kısaca kafada çatlak olduğunu ve beynin kanaması geçirdiğini... söyledim. Konuşmaya başladık... Gaziantep-İslahiye’denmiş. İslahiye benimde dede memleketim olduğundan ve  İslahiye’de de görev yaptığımdan kendisiyle bir süre oralardan sohbet ettik. Sohbet edince biraz açıldım, kendimi toparlamaya başladım. 

Gece yarısından sonra  Halil’e bakmaya gittim. Serum ve oksijen takılı öylece sedyede yatıyordu. Yanında uzun boylu şişman bir kadın doktor vardı. Doktora durumu sordum;

-Durumu çok ağır, hatta on dakika daha geç gelinse belki de yaşamazdı.. dedi.

Bende;

-Doktor Musa Bey’e nasıl ulaşırım.dedim.

-Doktor Musa Bey, sizin hastanede ikinci katta Dahiliye bölümünde Prof. Dr. Musa Bey’e nasıl ulaşırım. Aceleyle geldiğimizden kartını yanıma almamışım..dedim.

-Doktor Beyi nerden tanıyorsun. Dedi. Bende;

-Kendisi akrabam olur. Bende kendisinin hastasıyım. Durumu görüyorsun, çocuk komada, kendisine mutlaka ulaşmam lazım. Deyince bana;

-Doktorların telefonları üst katta güvenlikte var. Orada verirlerse al. Bizde yok dedi.

Bende ;

-Tamam.. sağ ol.. teşekkür ederim. Dedim.

Kendisi hastanın yanında çıkıp yan tarafta bulunan odaya, diğer doktorların yanına girdi. Bende salonda beklemeye başladım. Acilin içinde çıkmamıştım. Kendisi diğer doktorlarla bir şeyler konuştu. Genç bir doktor elinde bir kağıtla çıktı, kağıdı bana verip onaylatıp getirmemi söyledi.

-Tekrar Tomoğrafi çekeceğiz... Dedi.

Ben kağıdı onaylatıp Recep Beyle geldiğimde Halil salona çıkartılmış Tomoğrafi odasına götürülüyordu. Bizde beraber Tomoğrafi odasına girdik. Halil’i sedyeden Tomoğrafi cihazına alırken Doktor’ a  iki kişi ile birlikte bizde yardım ediyorduk. Ben Halil’in kafasının sol tarafında duruyordum. Halil’i cihaza korken ağzından ve burnundan  simsiyah bir kan boşanmaya başladı. Cihaz, sedye, ellerimiz kan oldu. Biz dışarı çıktık, filmi çektiler. Film çekilince içeri girip  Halil’i tekrar sedye ye  koyup acilin odasına götürdük Doktor eline kağıt havlu alarak Halil’in kanlarını temizlemeye başladı.

 Bana da;

-Bunu buradan alın, durumu çok ağır.. dedi.

 Bende:

-Nereye alalım. Yaşaması için ne gerekiyorsa yaparım..

Deyince;

-Özel bir hastaneye kaldırırsanız iyi olur. Bayındır Tıp Merkezine kaldırın.. dedi. Bende:

-Sabah olunca bakarız.. İnşallah sabaha çıkar.. dedim.

Kendisine teşekkür edip hastanın yanından çıktım.

Dışarı çıkıp üst kata güvenliğin olduğu bölüme gittim. Güvenliği bulup Doktor Musa Beyin telefonunu istedim. Önce vermek istemedilerse de durumu anlatınca, trafik kazasından gelen çocuğun babası ve yakını olduğumu öğrenince verdiler.

Dışarı Recep Beyin yanına geldim. Durumu anlattım. Artık bende kendimi iyice toparlamış, yaşananların artık bir gerçek olduğunun farkına varmıştım. Önce M. Ziya Ağabeyimin cep telefonunu  aradım. Cevap vermeyince ev telefonunu aradım, ona da cevap veren olmadı. Doktor Musa Bey’in telefonunu aradım. Ulaşılamıyordu.. Sabah olmuştu. Birkaç telefonu daha aradım ama cevap alamadım. Yaz günü olduğundan herhalde Köye yaylaya çıkmışlardır, diye düşündüm. Köydeki eve yazın çıktıklarından telefonu kapalıydı. Cevap vermiyordu. Aycell hatları da o zaman köyde çekmiyordu. M. Ziya Ağabeyimin cep telefonuna :

-Abi beni mutlaka ara.. diye bir mesaj yazdım.

Recep hocayla kantine gidip birşeyler yedik.Uykusuzduk. Geceden beri durmadan sigara içiyorduk. Bu arada ağabeyimde benim adıma kayıtlı Türkcell telefon aklıma geldi. Saat sabahın 7’si olmuş, ortalık aydınlanmış, çalışanlar ve hastalar hastaneye gelmeye başlamıştı.

.Ziya Ağabeyimin Türkcell cep telefonu arayınca cevap verdi:

-Alo..abi nasılsın..

-İyim.. Köydeyiz.. yeni kalktım. Ne o. Sabah sabah  sesin iyi değil, hasta mısın?

-Abi iyiyim.. yanında kimse var mı?

-Yok. Ne oldu?

-Abi.. Gazi Hastanesindeyim.. Halil Akşam kaza yaptı.. Komada. Daha çıkamadı... Babama falan söyleme.. Kafatası çatlak...

-Risk var mı?

-Var.

-Kapat az sonra ben seni ararım.

Az sonra Ağabeyim aradı. Kazayı konuştuk. Kendisine Dr. Musa Bey’e mutlaka ulaşmasını, onun izinli olduğunu, memlekete gittiğini söylediklerini, Halil’in buradan alınmasını istediklerini söyleyince bana:

-Bende telefonu yok.dedi.

Bende büyük bacanağı aramasını, onun kardeşinin okul arkadaşı olduğunu, bana verilen telefonla ona ulaşamadığımı, onun kardeşinin ulaşabileceğini söyledim. Saat 10’a doğru cevap geldi. Dr. Musa Bey Hasanbeyli’de yayladaymış. Oda alınmasını istiyormuş.

ÖZEL GÜVEN HASTANESİ

Saat 10 sıralarında komşum Barbaros Bey eşimi alarak tekrar hastaneye geldi. Durumu ona söyledim. Doktorlar ona da hastanın buradan alınmasının iyi olacağını söylemişler. Hastayı Bayındır Tıp Merkezine kaldırmaya karar verdik. Bu arada komşum Doktor bir tanıdığını aradı. Onun tavsiyesi üzerine Özel Güven Hastanesini aradı. Başbakanlıkta çalışan bir üst düzey görevlinin adı verilince:

-Tamam.. Getirin. ..dendi.

-Bir ambulans gönderip aldıralım .. diyorlardı.

Gazi Hastanesinde doktorlar:

-Biz götürelim, vakit kaybetmeyelim.. dediler.

Hemen ambulans ayarlandı. Halil ambulansa alınarak hemen yola çıkıldı...Serum takılı ve suni teneffüs yaptırılıyordu. Hafta sonu olması nedeniyle, Hastanede bulunan fotokopi odası kapalı olduğundan hasta dosyasını da alıp dışardan fotokopi çektirip Güven Hastanesi doktorlarına vermek üzere Güven Hastanesine doğru yola çıktık.

 Biz yolda Ambulansla giderken M.Ziya Abim’de bir telefon geldi. Ona:

-Halil’i Özel Güven Hastanesi’ne kaldırdığımızı, durumunun pek iyi olmadığını.. söyledim.

Güven Hastanesi’nde bizi bekliyorlardı. Hemen Halil’i alıp alt kata Tomoğrafi odasına indirdiler...

Bende Cumartesi günü olduğundan kimliğimi verip daha sonra sevk kağıdı getirmek üzere hastanın girişini yaptırdım.

Bu arada bir doktor gelip;

-Buranın özel hastane olduğunu, fark ödemem gerekebileceğini.. Böyle hastaların masrafının çok olacağını..  Birkaç milyar olabileceğini...söyledi.

Bende :

-Kurumun muhasebesinde çalıştığımı, durumu bildiğimi, ne gerekirse yapmalarını, ne istenirse ödeyeceğimi.. söyledim. Bana bir taahhütname imzalattılar...

 Gazi Hastanesinde gelen dosya elimde olduğundan;

-En yakın nerede fotokopi çektirebilirim .. diye sordum. Hastane görevlileri:

-Fotokopiyi biz çekeriz..

 Hemen dosyayı alıp bir görevliye verdiler ve bizi bekleme salonuna aldılar. Gazi Hastanesinde gelen ambulans görevlileri de dosyayı bekliyordu. Fotokopi çekilip gelince görevliler dosyayı alıp bize acil şifalar dileyerek Güven Hastanesinde ayrıldılar. Bizde kendilerine teşekkür edip iyi çalışmalar diledik.

 Salonda dosyanın fotokopilerine göz atarken bir şey dikkatimi çekti. Dosyada oğlum Halil’in Trafik kazasında Gazi Hastanesine getirildiği ve “Sahipsiz Hasta“ olduğu yazıyordu. Bizzat ben hastanın başında gelmiştim ve hasta sahibi bendim. Benden başkada en az on kişi hastayı bekliyordu... Söyleyecek bir şey bulamıyorum...

Biraz sonra Halil B blokta bulunan Genel Yoğun Bakım odasına alınmış. Bizi alıp arka tarafta Alman Konsolosluğu karşısında bulunan B Blok’a çıkarttılar. Doktor odasına girdik. Doktor Bey bana:

-Bu tür hastalarda  ilk 48 saat çok önemli. Beklememiz gerekiyor. Şu anda bir şey diyemem, Beyin çok hasarlı gözüküyor. İlk 48 saati atlatırsa kurtulması muhtemel, beklememiz gerekiyor. Hastanın bünyesi çok iyi. Ne iş yapıyor? Diye sordu. Bende :

-Lisede okuyor son sınıfa geçti. Yaz tatilinde de aşçılık yapıyordu. Kazanın olduğunda aşçı olarak çalışıyordu. Dedim.

-Kendisine çok iyi bakmış. Dedi.

Dosyanın fotokopilerini Doktora verdim.

-Buna gerek yoktu, biz her şeyi  yeniden yaptık. Dedi. Fotokopileri alıp A Blok’a doğru  gitti.

Bende dışarı çıktım. Dışarıda Barbaros Bey, Recep Bey, Eşim ve kaza yapan Ahmet ÇALIŞ’ın bir yakını vardı.  Kantine oturup beklemeye başladık.

Bu arada kaza memlekette de duyulmuş, artık telefonum susmaz olmuştu.

Ziya Ağabeyim arayıp:

-Minibüsle yola çıktık, gece orada oluruz. Dedi.

Akşama doğru eşimi ve diğer bekleyenleri eve gönderip ben hastanede kaldım. Akşam eşim telefonla, eve polis geldiğini, 8/8 bizim haklı olduğumuzu söylediğini, Halil’in ve benim kimliğimi istediklerini, olmayınca kendisininkini aldıklarını, şikayetçi olup olmadığımızı sorduklarını: kendiside, bu konuları benim bileceğimi söyleyince işlem başlatacaklarını söyleyip gitmişler.. Bu beni biraz rahatlattı.

Ben o geceyi Güven Hastanesi’nin bekleme salonunda geçirdim.

Sabah olunca başta M.Ziya Ağabeyim, Mehmet Ağabeyim, Nebi Ağabeyim, Kardeşim Abdullah ve en büyük bacanağım M.Ali olmak üzere bir minibüsle geldiler. Gece gelip evde kalmışlar. Sabah bizimkileri de alıp geldiler. Saat 10.00 görüşünde kısa da olsa Halil’i gördüler. Pazar olması nedeniyle B Blok ta bulunan kantin kapatılmıştı. A Blokta bulunan kantinde oturup sohbet ettik. Pazar olması nedeniyle hastane sakindi.   .

Olayın detaylarını konuştuk: başta Ziya Ağabeyim olmak üzere gelenlerin Hastanın halinden kurtulmasına pek ümitleri yoktu. Yine de bana teselli vermeye çalışıyorlardı. Kazadam iki gün geçmişti. Akşam eve gelenin polislerin Başkomiser Ali Mülayim ve iki polis olduğunu öğrendim. Emniyet Amirliğine de vekalet ediyordu. Emniyet Amiri izine ayrılmıştı. Osmaniye-Kadirli’dendi. Bulgar göçmeniydi. Kendisiyle tanışıyorduk. Eski komiserlerdendi. Emekliliği bayağı geçmişti. Daha emekli olmayacağını söylüyordu. Karşı tarafın suçlu olduğunu söylemesi bizi rahatlatmıştı. Geldiklerinde evde Recep Bey ve eşi de varmış. Kapıdan içeri girmemişler, kapı önünde konuşmuşlar. Kapıyı kendilerine büyük kızım açmış... Halil’in kimliğini, benim kimliğimi istemişler. Eşim benim Ankara’da olduğumu ve kimliğimin yanımda olduğunu, Halil’in kimliğini  bilmediğini söylemiş. Eşimin kimliğini almışlar, Halil’inde Doğum yeri ve tarihini öğrenip gitmişler. Hatta büyük kızım Halil’in yerine küçük oğlum İbrahim’in doğum tarihini vermiş, daha sonra Halil’in doğum tarihini söyleyerek düzelttirmiş.

Akşam misafirlerle Bala’ya döndüm. Eskiden komşum olan Mevlüt Bey gelerek karşı tarafın bize gelmek istediğini, kabul edip etmeyeceğimizi sordu. Bende:

-Gelsinler... Kaza Allah’ın takdiri.. kendilerine karşı bir kinimiz yok.. Dedim.

Oda tamam diyerek ayrıldı.

Biz karşı tarafın tamamen suçlu olduğuna, kazanın kaldırımda meydana geldiğine inanıyorduk. Bize öyle söylenmişti. Çeşmede su dolduran okuldan arkadaşı Can Gürbüz’ün yanına geldiği sırada kaldırımda arkadan hızlı bir şekilde çarpılmış, Can Gürbüz olay yerinde kazayı anlatmış ve Başkomiser’le birlikte karakola ifade vermeye olay yerinde ayrılmıştı. Bize ilk anlatılan bunlardı. Bizde kaza Allah’ın takdiri diyerek karşı tarafa karşı herhangi bir olumsuz tutum ve davranışta bulunmak istemiyordum. Ziya Ağabeyime söyledim, o da olumlu karşıladı.

 Biz akşam yemeği yerken saat 22:30 sıralarında geldiler. Ankara’dan geç gelmiştik Gelenler Mevlüt Er, Kuyumcu Abdulkadir Kılıç, Ahmet Çalış ve Kayınbabası Osman Çalış’tı. İki de kadın gelmişti ama ben görmedim. Yemekten kalkarken Ziya Ağabeyime onları tanıtıp kendisinin konuşmasını söyledim. Ağabeyim de;

-Biz mutedil bir aileyiz. Kimseye bir kinimiz yok. Ama bir çocuk kolay yetişmiyor. Ben Üniversite mezunu oğluma ehliyet almayınca kadar araba vermedim. Biz bir kazadan geliyoruz. Siz onbeş yaşında çocuğa nasıl araba veriyorsunuz.? Buna asla affedemeyiz... Dedi.

-Kendisi almış... dedilerse de Ağabeyim:

-Siz vermezseniz kendisi alamaz.. deyince fazla konuşamadılar.

Ağabeyim:

-Akıllı olursanız bir şey olmaz.. dedi. Onlar:

-Geçmiş olsuna geldik.. deyip çıktılar. Evde soğuk bir hava oluştu. Ağabeyim gelenler hakkında bilgi istedi. Bende:

-Gelenlerden biride kaza yapan çocuğun babasıydı.. deyince:

-Ben gelenin çocuğun babası olduğunu bilseydim daha ağır konuşurdum. Onbeş yaşında çocuğa arabayı veriyorlar, sıkışınca da kendisi almış diyorlar.  Bunlar yalan söylüyorlar... diye konuşmaya başladı...

Bir hafta önce de memlekette de kaza olmuş, Köyde  Bacanak Abdullah’ın oniki yaşındaki oğluna otoyolda minibüs çarpmış, olay yerinde ölmüş, kendileri Halil’in kazasını onun taziyesi için bir arada oldukları zamanda öğrenmişler, yası bırakıp gelmişler...

Sabah olunca ben erkenden bir arkadaşın arabasıyla hemen hastaneye döndüm. Büyük Ağabeyim, Bacanağım falan kazanın olduğu yere gitmişler. Ağabeyim  orada kanları görünce kızgın bir şekilde:

-Şehrin ortasında kaza oluyor, hiç ilgilenen olmuyor mu....diye  söylenmeye başlamış. Bu konuşmalar onlara gidince çok rahatsız olmuşlar. Özellikle Kuyumcu şahsen tanımasa da  eski Ülkü-Bir Başkanlarından olduğunu, Ülkücü bir geçmişinin olduğunu daha önceki konuşmalarımızda benden duymuştu. Meğerse adamlar Savcılıkta, Emniyette ve Karakolda yapabilecekleri tüm pisliği yapıp yanımıza öyle gelmişler. Biz Emniyette ve Karakolda pislikler yaşanacağına ihtimal vermediğimizden ve Başkomiser’ in sözüne güvenerek ayakta uyumuşuz da haberimiz yokmuş.... Hastamızı kurtarmaya uğraşıyoruz... Bizde bu pisliklere insan gibi davranmaya çalışıyoruz.... Oysa memlekette gelen Minibüsün şoförü de polisti... Başkomiser Ali Mülayim’e Cumartesi günü ikindi vaktine verilen ilk Raporu almak hiçbirimizin aklına gelmemişti.. Daha sonra bu ilk Raporun kaybedildiğini ve evrakların o gece değiştirildiğini öğrenecektik...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder