9 Aralık 2013 Pazartesi


BURASI ANKARA

 

Kastamonu Çatalzeytin’de görevimden ayrıldım. Çatalzeytin’e yeni atanan Müftü’nün evini getiren kamyona Mersin’e atanan bir öğretmenin evi ile birlikte evimi yükleyip  Ankara-Bala’ya geldim. Nakil İznimi kullanamadan Müftü beni çağırdı.

-Ankara’da memurlar toplantısı var. Ona katıl, arkadaşlarınla da tanışmış olursun. Seni hemen göreve başlıyorum. Dedi.

Bende Bala’da göreve başlamadan Ankara Altındağ Müftülüğüne bağlı bir Kur’an Kursu’nda yapılan toplantıya gittim.

Ankara’yı daha hiç bilmediğimden toplantı yerini biraz geç buldum. Toplandı odasına girip kendimi “Bala Müftülük Memuru” olarak tanıtınca Ankara Müftülük Şefi:

-Bela geldi.. dedi.

Meğer se; benden önce memurluk yapan Ahmet Amca emekliye ayrılınca bir süre iş bilen bir memur atanamayınca Bala başlarına “bela” olmuş. Yaşlı bir vaiz Müftü olarak atanmış, mührü cebine koyup Ankara İl Müftülüğüne varıyor, memurlara:

-Evladım. Şunu yazıver! diye işini yaptırıyormuş.
 
O öldükten sonra atanan müftü de soruşturmalarla ve şikayetlerle uğraşmaktan Ankara’nın başını bayağı ağrıtmış.

Ben Ankara’dan dönünce Müftü, soruşturma dosyaları ile birlikte Müftü Vekilliğini bana bırakıp izine ayrıldı.

Ben bir taraftan Müftülük işlerini düzene koymaya çalışırken bir taraftan da kendimi soruşturmaların ortasında buluvermiştim. Müftülük şoförü Yasin, Müftü Halit Bey’den taraf oluduğundan ve Kahramanmaraş İmam-Hatip Lisesinden de benim okul arkadaşım olduğundan ve hemen Müftü Vekili olduğumdan bende otomatikman olaylara  taraf olmuştum.

Bala Müftülüğünde Kaymakamlıktan gelen ve kaymakamlıktan giden den başka dosya düzenlenmemiş, yazışma kuralları, dosyalama ve arşiv hizmetleri hep ihmal edile gelinmişti.

Göreve başladıktan on gün sonra Müftülüğe bir adam geldi. Tanıştık. Emekli İmammış Adı Halis Hoca’ydı. Oğlu Köyünün imamını şikayet etmiş. İçki içiyor diye. Bir süre sohbet ettikten sonra bana dönüp:

-Hoca! Burası Ankara! Biz adamı geldiği gibi geri gönderrik! Ona göre ayağını denk al!

Elimdeki işi bıraktım. Adama döndüm. Bende Gavurdağlı olduğum için bu tür tehditlere hiç boyun eğmedim ve eğmezdim. Bir özür dilemediğim için bin türlü iftira ile sürgün olmuştum. Ama yinede kimseye boyun eğmemiştim. Babama ve kardeşlerime bile. Adama dönüp sordum:

-Ankara’da kaç tane siyasi parti var!.

Bu defa Halis Hoca şaşırmıştı. Duruşum hiç korkmuşa benzemiyordu. Soruyu tekrarladım. Cevap veremeyince :

-Ben söyleyeyim. 17 tane Siyasi parti var Ankara’da! Sen birisine gidersin 16’sı bana kalır. Emekli bir İmammışsın. İmamın içki içtiğini iddia ediyorsunuz. Senin oğlunda içki içenlerin arasında!. Sen ne biçim İmamsın. Oğlun içki içiyor. Artık Hoca’ya iftira attığınıza inanıyorum. Çekil şurda..

Halis Hoca neye uğradığını şaşırmıştı. Çıktı gitti. Hemen Jandarma Alay Komutanını aradım. İlçe’ye yeni geldiğim ve Müftü Vekili olduğum için tanışmıştık. Hemşerimdi:

-Komutanım, çayını içmeye geleceğim. Dedim. Müsait olduğunu söyleyince Dairenin arabasıyla Jandarma Alayına gittim. Şikayet edilen İmamın dosyasını da yanıma aldım. Komutanla tanışıp sohbet ettim. Biraz memleketten konuştuktan sonra konuyu olaya getirdim:

-Komutanım adam gelmiş, bizi Makamımızda tehdit ediyor! Dedim.

Komutan dosyayı alıp baktı. nöbetçi erini çağırıp köyün bağlı oldüğü karakol komutanını kendisine telefonla bağlamasını söyledi.Telefon bağlanınca komutana dilekçedeki şikayeçi isimlerini verdi. Onların akşamdan karakola alınıp, sabah mevcutlu olarak Müftülüğe getirmelerini emretti.

Sabah tüm şikayetçiler mevcutlu olarak dört askerin nezaretinde Müftülüğe getirildi. Hepsi aynı şekilde ifade veriyorlardı. Olaydan ve şikayetten haberleri yoktu. İmza da kendilerine ait değildi. Şikayeti Halis Hoca’nın Aza olan oğlu yapmıştı. Hoca’dan iki altın bilezik almış, hoca da altınlarını isteyince:

-Hoca Köyde düğünde içki içti!

Diye hocayı şikayet etmişti. Olay iftiradan ibaretti.

Halis Hoca’nın oğluna sıra geldiğinde hala daha küstah bir davranış içerisindeydi. Kimlik bilgilerini yazdıktan sonra konuyu Altın Bilezik meselesine getirdim. İnkar etti.

Daktilodan hızla kağıdı çekip çıkardım. Kendisine dönerek:

-Senin ifadeni şimdi almıyorum! Sana iki gün müsaade.. ya Hoca’nın altınlarını verirsin, yada seni doğrudan Cumhuriyet Başsavcılığına sevk ederim. Sen Devlet Memuruna iftira atmanın ne demek olduğunu biliyormusun? Bir de Aza olmuşsun! Diye adamı kovdum.

Bir gün sonra hocanın altınlarını ödemiş. Bende soruşturmayı sümen altı ettim. Çünkü Altınları alınan imam Vekil olarak çalışıyordu. Vekillerle ilgili bir şikayet Valiliğe bildirildiğinde Valilik soruşturma yapmadan ve kimin haklı, kimin haksız olduğuna bakmadan Vekilin işine son veriyordu. Bende Valiliğe bildirmeden soruşturmayı kapattım. İmamın da yerini geçici olarak değiştirdim. Bir süre sonra da ataması geldi. Bu olayla da beni az çok tanımış oldular.

Halis Hoca’da bu olaydan sonra 

benimle konuşmadı. Beni gördüğü yerde kaçardı. Aslında okuyuşu çok iyi olan hafızlardandı. Bunu değerlendirememiş, heder olup gitmişti. Hafızlığının kendisi dahil kimseye faydası olmamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder